YAZARLAR

Toz duman dağılınca geriye kalan

Bu hafta 85 ülke ve örgütten temsilciler Brüksel’de tekrar bir araya gelecek. İnsani yardımı görüşecekler ama asıl vurgu siyasi çözüm sürecini yeniden diriltmeye dönük olacak. Üçlü saldırının siyasi çözüm sürecinde bir katalizör etkisi yarattığı da söylenemez. O yüzden bu salonlarda daha çok flaş patlayacak.

Önce eski Rus casus Sergey Skripal ve kızının zehirlenmesi üzerine Batı’dan Rusya’ya Soğuk Savaş tadında diplomatik tecrit…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İran ve Rusya liderleriyle üçlü fotoğrafı…

Türkiye’ye S-400 satışının hızlandırılması…

ABD, Fransa ve Britanya’nın Suriye’ye karşı kimyasal bir tezgâha sarmalanmış üçlü saldırısı…

Irak’ın işgaline ortak olarak “Bush’un fino köpeği” unvanını kazanmış Tony Blair’in Fransız versiyonu olma yolunda ilerleyen Emmanuel Macron’un Suriye’ye yapılan saldırıyla Türkiye’yi üçlü fotoğraftan ayırdıkları övüntüsü…

Ruslarla ortaklıktan hayli huylanan Batı’ya “NATO ile de ortağız Rusya ile de” diyen Ankara’nın çift yanlı yanardöner dansı…

Rusların Doğu Guta’daki kimyasal kurgucuların ipliğini pazara çıkarmak üzere sergilediği görülmemiş bombardıman…

Ankara’ya teşrif eden NATO Genel Sekreteri’nin Rusya’ya karşı kurulacak caydırıcı görev gücünden Türkiye’nin sorumlu olacağına dair muştusu…

Suriye’yi vurarak, Amerikan iç kamuoyunda eski FBI direktörünün yazdığı kitapla kabaran köpüğü söndüren, dışarda da küresel itibarını kurtaran Donald Trump’ın yeni yaptırımları rafa kaldırarak Rusya ile gerilimde vites küçültmesi…

Bunlar çaptan düşen ‘Yeni Dünya Düzeni’nin istikrarsız semptomları!

***

Kalkan toz dindiğinde Suriye’ye üçlü saldırıdan geriye ne kaldı diye bakarsak belki bu lanet döngünün nereye gittiğini azcık görebiliriz. Artık içeride ve dışarıda kendi kendine top çeviren Türkiye’nin nasibine baskın seçim düştü. Duvara karşı oynayan bir liderin hayalleri kallaviydi, hedefleri netti: Afrin’den sonra Tel Rıfat, Menbic, hatta Fırat’ın doğusunda Tel Ebyad’a, daha da doğuda ‘Dicle Kalkanı’ ile Şengal’e gitmek. Hepsi birden toza karıştı. Başkasının sokağında top sektirmenin skor garantisi yok. Yarın sürpriz çatlaklar oluşur, biriken su kendine bir yol bulur, o başka! Zeytin Dalı’nı mümkün kılan faktörlerde olduğu gibi…

Batı, Türkiye’yi Rusya’nın etki alanından çekip almak için Türkiye’nin ittifak içindeki rolünü öne çıkarmaya çalışırken Moskova’nın umulmadık zaman ve yerlerden yanıt verme becerisi nedense küçümseniyor. Rusya’nın yanıt hakkından sarf-ı nazar edeceğini düşündüren nedir? Bildiğimiz Rusya uygun zaman gözetir ama etmez. Suriye’de son iki yılda olup bitenler, NATO’yla vücut bulmuş Amerikan hegemonyasına Rus yanıtının sadece Karadeniz havzasıyla sınırlı kalmadığının göstergesi değil miydi?

Bakınız Amerikan, İngiliz, Fransız üçlüsünün Suriye’ye yaptığı saldırının ardından Rusya bu ülkenin hava savunmasına takviye sinyali verdi. Bu hiç de hafife alınacak bir yanıt değil. Ruslar hem bölgede gereksiz gerilim yaratmamak hem de Rus dış politikasında pek nazik bir yere oturtulan İsrail’i ürkütmemek için 10 yıldır Şam’ın S-300 talebini oyalıyordu. Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un üçlü saldırının Suriye’ye S-300 konusundaki ahlaki yükümlülüklerini geçersiz kıldığını söylemesi yeni bir eşiğe varıldığını gösteriyor.

Kuşkusuz ‘üçlü vuruş’ sadece Suriye’yi cezalandırma şovu değildi. En azından bu saldırıyı kışkırtanlar ya da arkasında duranlar oyunun kurallarını değiştirmeyi umuyor(du). Saldırıyı yetersiz bulan Erdoğan’ın repliklerinde de bu beklentinin emareleri vardı. ABD, Suriye’de kartları yeniden karar da Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı’na yeni bir yol açılır mı? Hazır Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı’nın arasında ‘Suriye Ulusal Ordusu’ birikmişken yeni bir silkinmeyle Şam’a yürümek mümkün olur mu? “Kürtleri bırak bizi al” diyen bir yaklaşımın alt metninde bu tür bir beklenti akıyor.

Tabii yine işte orada duran saha gerçeği: Ah şu kahrolası Ruslar ve sinsi Farslar!

Rusya’nın başına çorap örerek Ortadoğu’da kalamaz hale getirmek için çok uğraştılar; lakin baskılar, yaptırımlar ve diplomatik tecritler istenilen sonucu vermedi. Rusya bu kez daha agresif, pabucu kaptırmak niyetinde değil. ABD’de Russofobik ve müdahaleci lobinin baskısı altındaki Trump’ın başından beri Rusya ile farklı bir frekans tutturma arzusu da esasen Moskova’nın manevra alanını genişletiyor.

***

Türkiye gibi İsrail’in de saldırıya atfettiği değer farklıydı. Mademki Trump “İran’ın Suriye’deki nüfuzuna son vermeyi” temel hedef olarak deklare etti, o halde gereğini yapmalıydı. Gereği neydi? Esad yönetimini yıkmaya dönük net bir strateji ve kararlı tatbik. Üçlü saldırıya paralel Suriye’de T4 üssü gibi kendi hedef listesinin icabına bakan ve korsan saldırılar düzenleyen İsrail de mutsuz. Al Monitor’dan Ben Caspit’in, İsrailli yetkililerden aktardığı bilgilere göre, Başbakan Benyamin Netanyahu telefonda görüştüğü Trump’tan hedefe uygun strateji geliştirmesini ve Amerikan güçlerini çekme planından vazgeçmesini istedi. Israra rağmen Trump IŞİD’in yenilgisinden sonra Suriye’de işlerinin kalmayacağını söyledi. İsrail Savunma Bakanı Avigdor Liberman’ın “İran’ın Suriye’ye yerleşmesini kabullenmek İran’ın boynumuza kement geçirmesini kabul etmek olur. Buna izin veremeyiz” çıkışı, ‘Biz istediğimizi yaparız, ABD de mecburen arkamızda durur’ önermesine dayanıyor.

Trump’ın İsraillileri kızdıran çekilme planı ABD’nin gerçekten Ortadoğu’dan elini çekeceği anlamına gelmiyor. Her türlü müdahale seçeneğini masada tutmayı vaat eden bir 'çekilme' bu. Korsan saldırılarla kendi göbeğini kesme yoluna giden İsrail’e her halükarda kalkan olmak bu stratejinin bir parçası. Fakat İsrailliler, Esad rejimi yıkılmadan İran etkisinin sona ermeyeceğine inanıyor. O yüzden gelmiş geçmiş en İsrail dostu Amerikan liderinin attığı adımları kâfi bulmuyorlar.

***

Üçlü saldırının belki en önemli hedefi, nüfuz alanlarına bölünen Suriye’de mevcut durumun daha fazla Şam lehine dönmesini önleyecek ‘caydırıcı psikolojik bariyer’ yaratmak. Yani bir nevi, “Tamam biz Doğu Guta’da kaybettik ama siz de daha ileri gitmeyin” mesajı! Bu noktada ABD’nin Fırat hattında SDG ile birlikte kontrol ettiği alan ile Ürdün sınırlarından beslenen güney cephesinin geleceği öne çıkıyor.

Üçlü saldırının ardından gelen iki haber önemliydi:

Birincisi Rusların “ABD, Şam’ı alttan baskılayan Ürdün hattında Özgür Suriye ordusu ve Nusra ile birlikte fiili özerk bölge kurmaya çalışıyor” iddiası. Tabii Ruslar uluslararası kamuoyunu etkilemek için meseleyi biraz farklı bir ambalajla sunuyor olabilir. Bu uyarının ne kadar gerçekçi olduğunu anlamak için Doğu Guta’dan sonra Yermuk’ta operasyona başlayan Suriye ordusunun güneye indikçe nelerle karşılaşacağına yakından bakmak gerekecek.

İkincisi ve daha önemlisi, ABD’nin Suriye'deki askeri gücünü ikame edecek bir Arap gücü oluşturma planı. Trump “Arap müttefiklerine Suriye’de kalmamızı istiyorsanız parasını ödersiniz” diyordu. Anlaşılan Suriye’de bir süre daha kalmaya ikna olduktan sonra yeni ulusal güvenlik danışmanı John Bolton’ın aklıyla Arap gücü kurma önerisini öne aldı.

Wall Street Journal’a göre Trump, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar’a “Sadece para değil asker de vereceksiniz” demiş. Tabii Mısırsız Arap gücü mü olur? Onun için Bolton, Mısır İstihbarat Şefi Abbas Kamil’i arayıp plana katkı istemiş. Güya bu güç hem IŞİD’in yenildiği yerlerde tekrar nüksetmesini önleyecek hem de Irak-Suriye sınırını İran’ın yayılmacı emellerine karşı bir sete dönüştürecek.

Bu tür bir planın önünde bir sürü açmaz duruyor:

- Evvela Müslüman Kardeşler ile savaş halindeki Mısır’ın Suriye’de bu hareketin uzantılarının önünü açacak bir stratejiye "evet" demesi imkânsız. Muhammed el Mursi’ye darbeden beri Kahire çaktırmadan Şam’la aynı dalga boyunda ilerliyor ve Moskova ile yakınlaşıyor. Suudi Arabistan ve BAE’ye prim vermesi mecburiyetten: Abdulfettah el Sisi darbeyi finanse ettikleri için bu iki ülkeye minnettar. Ve iki ülke de Müslüman Kardeşler’in azılı düşmanı. Fakat ne Yemen’e asker verecek ne de Suriye’de maceraya atılacak durumda.

- İkincisi Amerikan çizmelerinin toz kaldırmadığı bir sahaya Suudi Arabistan ve BAE inme cesaretini gösteremez.

- Üçüncüsü Suudi Arabistan ve BAE, Yemen’de fena halde batırmış durumda. Fransız, Amerikan ve İngiliz silahlarıyla ölüm kustukları halde yalın ayak Husiler karşısında çaresizler. Savaşacak askerleri olsa evvela Yemen’in icabına bakarlar.

Yine de Suudiler, Suriye’ye asker gönderme konusunda ABD’ye açık çek yazıyor. Dışişleri Bakanı Adil Cubeyr’e bakılırsa Suudi Arabistan Suriye'ye asker göndermeye hazır. Bunun koşulu verilen sözden daha önemli: Geniş çaplı bir koalisyon olmalı.

Basitçe Pentagon, Arap unsurlarını öne çıkartarak koalisyonun kara unsuruna dönüştürmeye çalıştığı SDG’nin yanına “Arap-İslam Kalkanı” eklemek istiyor. Erdoğan’ın da Katar-Körfez krizine kadar sözcülüğüne soyunduğu 50 bin kişilik “İslam Ordusu” yeterince ciddiyetsiz bir zihin jimnastiği olmanın ötesine gidemedi. Gidebilseydi Yemen’de Suud’un vuran eli olacaktı. Şimdi Cubeyr bu gücün bir parçasını Suriye’ye konuşlandırmaktan bahsederek gülünç bir duruma düşüyor.

“Arap-İslam Ordusu” kâğıttan kaplan görüntüsü dahi veremediği için Körfez’in ağaları, Irak işgali sırasında sivil katliamlarla adını duyurmuş ‘özel savaş şirketi’ Blackwater’ın kurucusu Erik Prince’in kapısını çalmış. Prince’le Suriye’de konuşlandırmak üzere bir paralı güç oluşturma önerisini tartışmışlar. Çuvallarla para akıttıkları Nusra, Ahrar, İslam Ordusu gibi vekil örgütlerle olmayınca iş ‘Karanlıklar Prensi’ne kalmış.

Üçlü saldırının yarattığı psikolojik ortam belki bu tür projeleri tartışmaya cesaret veriyor. Fakat bütün hesaplarda Rusya, İran ve Suriye’nin karşılık verme kapasiteleri göz ardı ediliyor. Her iflasın ardından yeni bir fasılla ‘Suriye Cephesi’nin işini zorlaştırabilirler ama Arap Gücü’nden, Blackwater’dan gelen çözüm İsrail-Amerikan planlarının mesafe kat etmesine yetmez.

***

Üçlü saldırıyla ilişkilendirilen bir başka perspektif de şu: Siyasi çözüm inisiyatifini Astana’dan tekrar Cenevre’ye kaydırmak. Başta Fransızlar olmak üzere Avrupalılar ışıltılı salon sirklerine bayılıyor. Suriye krizi çok lobi salonu ve sirk gördü, buralardan Suriye Ulusal Koalisyonu gibi Suriye gerçekliğinden kopuk ‘ahmak avutan’ oluşumlardan başka bir şey çıkmadı. Bu hafta 85 ülke ve örgütten temsilciler Brüksel’de tekrar bir araya gelecek. İnsani yardımı görüşecekler ama asıl vurgu siyasi çözüm sürecini yeniden diriltmeye dönük olacak. Üçlü saldırının siyasi çözüm sürecinde bir katalizör etkisi yarattığı da söylenemez. O yüzden bu salonlarda daha çok flaş patlayacak.

***

ABD ve ortakları bundan sonra ne yapabilir? İşin doğrusu büyük bir savaşı göze almadan Rusya ve İran’ı Suriye denkleminden çıkartamazlar. Diğer bütün manevralar Suriye kazanının altına odun atma çabasıdır. ABD’nin yapabileceği Fırat hattındaki fiili durumu korumak, Ürdün ve Türkiye sınırlarındaki ceplerdeki sıcaklığı muhafaza etmek, Suriye’yi ekonomik olarak çökertmek ve bir daha toparlanmasını önlemek, bu çerçevede özellikle SDG ile yüzde 90’ını kontrol ettiği petrol ve doğalgaz kaynaklarına Şam’ın erişimini engellemek, yeniden yapılanma sürecini siyasi bir dayatmaya dönüştürmek, İran destekli unsurların varlığını frenlemek için lanet okuduğu Ruslara bel bağlamak vs.

Trump dediğini yapar da IŞİD’le iş bittiğinde gerçekten Amerikan güçlerini çekerse bu hesap da pert olur.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.