YAZARLAR

Yemezler (mi acaba?)

İşte AKP açısından esas kritik olan nokta bu. Başta da söylediğimiz gibi AKP’nin “Kemalist açılımı”, Batı nazarında tüketilen ılımlı İslam projesinin ikamesi gibi görünüyor. Böylece AKP, ABD ve Avrupa’ya, tam da Çavdar’ın 5 yıl önce öngördüğü şeyi söylüyor aslında: “Kemalist mirasa sahip çıktım. Laikliğin ve İslâm’ın birbirlerini acıtan sivri uçlarını törpüleyip onları uyumlulaştırdım. Hadi şimdi hep beraber aydınlık yarınlara.”

AKP’nin “Atatürk” açılımı için ağırlıklı olarak sosyal medyada “yemezler” yollu yorumları okuyunca insanın aklında hep bir “mi acaba” sorusu kalıyor. Neden yemesinler?

Bu sorunun yanıtını deşmeden önce Erdoğan’ın içeride “Atatürkçülük”, dışırıda “Kemalizm” kartını kullanmaya odaklandığını not etmek lazım. Yani Erdoğan sadece Atatürkçüleri değil, Kemalist “değerleri”, “Batıcılığı” kullanmak, iflas etmiş olan “ılımlı İslam” projesinin yerine bu ideolojiyi ikame ederek Batı’yla yeniden ilişkilenmek istiyor.

Milli Görüş gömleğini çıkararak iktidara gelen AKP, Batı’yla mutabakatını da “ılımlı İslam” gömleği üzerinden yapmıştı. Ancak AKP’nin başta ABD olmak üzere Batı’ya pazarlayabileceği ideolojik “silahı” (ılımlı İslam) zaten Mısır’da zedelenmiş, Suriye savaşının ikinci yılından itibaren El-Nusra ve sonrasında IŞİD dolayısıyla tükenmişti ama Suudi Arabistan’daki yeni darbeyle bu proje AKP açısından dramatik bir biçimde sonlandı. Anlaşılan o ki, ılımlı İslam’ın yeni pazarlayıcısı, yine İslam’ın en radikal yorumunun baş aktörü Suudi Arabistan!

Dikkat edilirse Suudi Arabistan’daki Muhammed bin Selman darbesini AKP medyası üzerine alındı. Yenişafak gazetesi mesela, şöyle yazdı: “15 Temmuz’da Türkiye’yi bölemeyince gözünü Suudi Arabistan’a çeviren ABD ve İsrail, “Ilımlı İslam” ile pazarlanan S. Arabistan’ı parçalama planını uygulamaya başladı.”

Oysa daha düne kadar “Ilımlı İslam”la pazarlanan ülke Türkiye’ydi.

Gelinen noktada AKP “ılımlı İslam” projesini ne kadar ısıtırsa ısıtsın Batı’da bunu yiyecek müşteri bulamayacağına ikna olmuş durumda. Dolayısıyla Erdoğan’ın yeni bir ideolojik programa şimdiye dek hiç olmadığı kadar ihtiyacı hasıl oldu.

Ancak bunu şimdiye kadarki söylem ve uygulamalarının üzerine inşa etmesi mümkün değil. Zaten içeride Müslümanların laikler karşısında yaşadığı mağduriyet söyleminin tüm getirileri bol bol kullanılıp harcandı, zulüm politikasıyla bedel ödetilmeyen kimse bırakılmadı. Kürtlerle barış ihtimali 2015 Mart’ından itibaren mezara gömüldü. Bir zamanlar iktidarın içerideki kirli işlerini ve Batı’daki PR’ını yapan Fethullahçılar arkadan hançer vurup kaçtı, kalanlar yok edildi.

Milliyetçilere gelince; Erdoğan, MHP yönetiminin tam desteğini almasına rağmen milliyetçi tabanı ikna edemediği gibi MHP’yi de tüketip ikiye böldü. Uzun lafın kısası, değirmen taşıma suyla ne kadar döndürülebilirse o kadar döndürüldü ama artık ne taşınacak su, ne de taşıyacak güç kaldı.

Öte yandan AKP, ABD ve Avrupa’yla yaşadığı tüm siyasi krizlere rağmen neoliberal politikaları dolayısıyla Batılı yatırım ve finans çevrelerinin gönlünü şimdiye kadar çelebiliyordu. Ama sırf döviz kurundaki fırlamalara bakınca bile o havuzun da suyunun çekildiği anlaşılıyor.

YETİMİN BAŞINI OKŞAMAK

Büyük olasılıkla Erdoğan artık çıkar yol kalmadığını düşündüğü sırada birileri kulağına şu seçenek işaret eden soruyu fısıldadı: “Atatürk ve Kemalizm işimize yaramaz mı acaba?” Evet ama nasıl?

“Ernesto Laclau, demokrasi, insan hakları gibi tek bir tanım üzerinde kimsenin anlaşamayacağı, ama işaret ettikleri değerler itibariyle büyük kalabalıklar için referans noktası olabilecek siyasî kavramları “boş gösteren” olarak tanımlıyor” demişti Ayşe Çavdar, Nisan 2012 tarihli Express dergisindeki yazısında. Laclau’nun tabiri ve Çavdar’ın ta 2012’deki öngörüsüyle AKP’nin yeni bir “boş gösteren”e ihtiyacı vardı. Çavdar’a göre o “boş gösteren” Kemalizmden başkası olamazdı!

Çavdar’ın 5 yıl önceki Express’in “Fetih 2012” Özel Sayısı’nda “Siyasal İslâm’ın Neoliberalizasyonu: Neo-İslâmcılık” başlıklı yazısından nakledelim: "AKP’nin ve Erdoğan’ın giderek derinliğini artırdıkları baskıcı siyaset ve dil, iplerin elden kaçmaya başladığını anladıklarını, ancak bu aşamada ne yapacaklarını pek bilmediklerini gösteriyor. Elde yeni bir ‘boş gösteren’ yok. Bu siyasî hareketin toplumsal sermayesi buraya kadar. Şimdi piyasanın sunduğu altın falçatayla berelediği ‘mağdur bedeni’ni sığdıracak yeni bir siyasî söylem bulması lâzım. Peki böyle bir söylem için elde kaynak var mı? Aslında var. AKP rahatlıkla Kemalistlere dönüp ‘Bakın sizin yıllar boyunca onca emek ve para harcayıp okullarla, mahkemelerle, darbelerle yapmaya çalıştığınız şeyi, yani dindarları modernleştirme hedefini ben on senede gerçekleştirdim. Kemalist mirasa sahip çıktım. Laikliğin ve İslâm’ın birbirlerini acıtan sivri uçlarını törpüleyip onları uyumlulaştırdım. Hadi şimdi hep beraber aydınlık yarınlara’ diyebilir."

BATI “MUHAFAZAKÂR KEMALİZMİ” YER Mİ?

Peki bunca yaşanandan sonra Kemalist kesimler (bürokrasi dahil) bunu yer mi? Pek çok yorumcuya göre “yemezler”.

Laik Kemalistler düştükleri yerde küçük bir şefkat gösterisine tav olmayabilir ama AKP’nin de yıllara dayanan dönüşüm siyaseti ve eğitim politikası dolayısıyla Atatürkçülerin tümünün laik ve mutlak AKP karşıtı olduğunu söylemek büyük gaflet olur. Atatürkçünün de sağcısı var, laiki var, muhafazakârı var, Batıcısı var, Avrasyacısı var. Hatta “solcusu” bile var! (TKP, Mustafa Suphi’nin adını bile anmayıp, 10 Kasım dolasıyla Mustafa Kemal’i, yere göğe sığdırmayan bir açıklama yaptı!) Dolayısıyla “yemezler” iddiasından farklı olarak AKP’nin yeni “boş gösteren”ini yiyecek Atatürkçü kesimlerin olması ihtimalini küçümsemek gaflet olur.

Peki Batı, ılımlı İslam yerine ikame edilecek bir “muhafazakâr Kemalizmi” yer mi?

İşte AKP açısından esas kritik olan nokta bu. Başta da söylediğimiz gibi AKP’nin “Kemalist açılımı”, Batı nazarında tüketilen ılımlı İslam projesinin ikamesi gibi görünüyor. Böylece AKP, ABD ve Avrupa’ya, tam da Çavdar’ın 5 yıl önce öngördüğü şeyi söylüyor aslında: “Kemalist mirasa sahip çıktım. Laikliğin ve İslâm’ın birbirlerini acıtan sivri uçlarını törpüleyip onları uyumlulaştırdım. Hadi şimdi hep beraber aydınlık yarınlara.”

Batı’nın bu yeni projeyi de “yememesi” demek, AKP’ye yolun sonunu gösterebilir. İşte tam da o noktada AKP’nin Kemalist söylemi daha da yükseltip kendi kaderini ülkenin bekasına bağlaması, Kemalist/Atatürkçü kesimleri yeni bir “anti-emperyalist kurtuluş savaşına”, Kuvayı Milliye ruhunda birleşmeye çağırması muhtemel. Bu çağrıya kim nasıl yanıt verir, öngörmek şimdilik zor. Ama işin dayanacağı nokta bu.

Ancak Batı, AKP’nin “Kemalist açılımını” satın alırsa -ki bu, AKP’ye karşı güçlü bir muhalefetin örülmemesi halinde ihtimal dahilinde- başta Kürtler olmak üzere Türkiye’deki ezilenleri, yenilenmiş ve Atatürkçülükle barışmış, Batı’yla uzlaşmış yeni bir sağ hegemonyanın sultası bekliyor demektir. Erdoğan bu yeni “boş gösteren”i anti-Kemalist İslamcı tabanının tepkisini çok çekmeden ama “şefkate” muhtaç Atatürkçüleri de tatmin edecek şekilde paketlemeyi başarır ve Batı’ya da aynı başarıyla pazarlayabilirse iktidardaki ömrüne ömür katması işten bile olmayabilir (mi acaba?).


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.