YAZARLAR

Ütopyanın sesleri ve müzikleri

Etnomüzikolojik olarak en geniş anlamıyla müzik açısından baktığımızda ütopya nasıl bir yer olurdu? Bu sorunun en geniş anlamıyla cevabı müziğin serbestçe dolaşabildiği bir yer olurdu.

Herkesi içine alabilecek genişlikte bir ütopya olabilir mi? Bu kadar farklı insani deneyimi içine alabilecek tekil ve müstakil bir ütopyanın varlığından ya da toplumsal kabulünden söz etmek henüz mümkün değil. Halihazırda böyle bir ütopyanın sınırları içinde yaşamadığımız ve ütopik koşullara sahip bir yeri ilk elden bilmediğimiz için, ütopyalara olan uzaklığımızı da bilemiyoruz. Hal böyle olunca da yokyer anlamına gelen ütopya aynı zamanda bir tür zamansızlığı yani ‘yokzaman’ı da simgeliyor.

Ütopyanın bu belirsizliğine karşın, eğer tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmezsek, hepimiz için eşit derecede karanlık ve korku dolu bir distopya oldukça yakın bir gelecekte bizi bekliyor. Kapitalizm ve dolayısıyla küresel ısınmanın dünyayı insanlar için tamamen yaşanmaz kıldığı böyle bir distopyadan kurtulabilmek için, tüm insanları birleştirebilecek bir ütopyaya ve hatta ütopyalara acil bir şekilde ihtiyacımız var.

.

İnsanlık tarihinde, insanların hayalini kurduğu çeşitli ütopik tasavvurlardan bahsedebiliriz. Yazının başında bahsettiğim uzaklık ve ulaşılmazlık, neredeyse bütün bu ütopyaların hepsinde ortak bir noktadır ve bu yüzden de ütopya bizim (yani bu metnin okuyucularının) birinci elden tanık olmadığımız, hatta olamayacağımız bir deneyimi ifade eder: Yeni dünyada kimsenin bilmediği Ütopya adında bir ada, yıldızlar, bir solucan deliği vasıtasıyla ulaşılan paralel evren, denizlerin fersah fersah altı, tarihin derinliklerindeki ya da gelecekteki bir uygarlık, başka bir gezegen (mesela Merih), tarih öncesi ilkel kabileler, ya da ölümden sonraki hayat vs...

***

Peki, etnomüzikolojik olarak en geniş anlamıyla müzik açısından baktığımızda ütopya nasıl bir yer olurdu? Bu sorunun en geniş anlamıyla cevabı müziğin serbestçe dolaşabildiği bir yer olurdu. Böyle bir yerde müzik bütün insanların ortak malı ve kültürel mirası olarak kabul edilirdi. Müziğin serbestçe dolaşabilmesi müziğin telif haklarıyla korunmadığı, isteyenin istediği müzik eserini istediği şekilde kullanabildiği ve arzu edenin bu eserden “açık bir şekilde etkilenerek” ya da bu müzik yapıtını “olduğu gibi kullanarak” yeni şarkılar yapabildiği bir yer olurdu.

Müziğin serbestçe dolaşabilmesi, aynı zamanda hiçbir müziğin sansürlenmemesi ve yasaklanmaması demek de olurdu. Halihazırda yüksek bir bilincin egemen olduğu bu ütopyada insanlar, distopyalarda olduğu gibi sadece propaganda amacıyla yapılmış, insanlara zorla dinlettirilen, ezberlettirilen ve söyletilen ya da ırkçı veya seksist müzikler yapmazlardı ve bu tür müzikleri dinlemeye tenezzül dahi etmezlerdi. Sonra işbu yokyerde hiçbir müzik ya da ses insanlara zorla dinletilmez ve bir işkence ya da savaş aracı olarak da kullanılmazdı. Yani bu tür sorunlar, yasak vs. gibi serbestliği kısıtlayan kuralların kapsamına dahi girmeden halledilmiş olurdu.

İnsanları bir arada tutmaya ve toplumsal aşkı yeniden üretmeye yarayan müzik ve dans, bu ütopyadaki en temel iletişim araçlarından birisi olurdu. İnsanların yaşayabileceği en güzel hazlardan birisi olan aşkınlığın ve esrikliğin tadını alan insanlar, beraberce şarkı söylemeden ve birbirleriyle dans etmeden bir an dahi duramazlardı böylece.

.

Platoncu ve müdahaleci bir müzik algısının ötesinde, her müziğin farklı bir lezzeti olduğunun kabul gördüğü, ve insanların bu farklı lezzetleri diledikleri gibi, serbestçe tadabildikleri bir ütopya olurdu bu. Ve aslında bu da, müzikte sınırsız bir yaratıcı ve dinleyici serbestisi demek olurdu.

Hatta bir adım ileri gidersek müzikal bir ütopyada, müzik ve dans ne kavramsal olarak ne de pratikte birbirinden kesin çizgilerle ayrılmazdı. Ayrıca müziğin yaratıcısı, icracısı ve dinleyicisinin de kesin sınırlarla birbirinden ayrılmadığı egalitaryan, yani her bireyin müziğin üç aşamasında da yer alabildiği, bir yokzaman olurdu burası. Müzikte virtüözitenin ölçüsü günümüzdeki gibi süratli olmak, teknik kapasitenin ve repertuarın sonsuzluğu ile değil de, sadece ve sadece lezzetle ve müziği sosyal kılan “katılımcı aksaklıkları” ve çeşnileri bilmekle ölçülürdü.

İşte böyle bir ütopyada, insan huzurlu bir ses ikliminin içinde yaşıyor olurdu ve bu bir orman, deniz kenarı, ya da pekala bir çöl bile olabilirdi. İnsanlar burada, dünyanın doğal, bozulmamış ve huzurlu seslerini dinleyerek günlerini geçirebilir; gürültüden, yüksek sesli kakofoniden kaynaklı stresten uzak hayatlar sürebilirlerdi. Özetlemek gerekirse müzik açısından ütopya, insanlara anne rahminde her şeyden önce duydukları güvenli uğultunun ve huzurlu ses dünyasının rahatlığını sunan bir yer olurdu.

ARTİST 2017 / 27. İstanbul Sanat Fuarı (4-12 Kasım 2017) kapsamında hazırlanan Düşleyebileceğin tek yer sergisinin kataloğu için yazılan yazıdan, bazı değişiklikler yapılarak iktibas edilmiştir: https://tuyaputopya.wordpress.com


Mustafa Avcı Kimdir?

Altınbaş Üniversitesi, Sosyal Bilimler Bölümü'nde öğretim üyesi, 2005 yılında Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümünü bitirdi. 2009 yılında İTÜ Müzik İleri Araştırmalar Merkezi (MİAM) Müzik bölümünden Yüksek Lisans derecesini aldı. Akademik çalışmalarını sürdürmek için 2007 yılında girdiği New York University Müzik bölümünden, 2015 yılında doktora derecesiyle mezun oldu. Etnomüzikolog ve kültür tarihçisi, besteci. Az biraz da lavta ve bağlama tıngırdatır.