YAZARLAR

Klişeleştirdiklerimizden misiniz?

Tam birlik olacağız, birileri çıkıyor ve sabrımızı test etmeye çalışıyor. Türkiye üzerinde oyunlar oynuyorlar hep. Amerika’nın oyunları, Avrupa’nın oyunları, İsrail’in oyunları, Suriye’nin oyunları, Rusya’nın oyunları, Ali Cengiz oyunları, emperyalizm oyunları, ayak oyunları, savaş oyunları... İşte bunlar hep oyun! Farkındayız.

Sözün bittiği yer... Birçok insan, düzenli olarak burada olduğunu söylüyor. Terör saldırılarından, facialardan, ölümlerden, vicdansızlıklardan, zalimliklerden, pisliklerden sonra, koşarak buraya gidiyoruz genelde. Tam da bir şeyler söylemek, bir şeyler yapmak gereken zamanlarda yani. İnsan, sözleri olmadan ne yapabilir ki? Sözün bittiği yerdeysek, mecburen oturuyoruz. Sözsüz ve sakin.

Sözün bittiği yerden çıksak, bıçaklar var. Kemiğe dayanmaya hazır bekleyen, nefis bıçaklar. Öyle olaylar oluyor ki, vücudumuzdaki 206 kemiğin her birine sırayla bıçak dayanıyor. Biz de “bıçak kemiğe dayandı” diye haber veriyoruz hemen. Bundan sonrası bizi ilgilendirmez. Kemiğimize dayanmış bıçakla kalkıp bir şeyler yapacak halimiz yok. Boşuna beklemeyin.

Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan şu günlerde, biten sözlerimiz ve bıçaklı kemiklerimizle yaşayıp gidiyoruz. Birlik ve beraberliğe ne zaman ihtiyacımız olmayacak, hiç bilemiyoruz. Öyle bir gün olması mümkün mü, onu da bilmiyoruz.

Bir gün, birisi çıkıp “Artık birlik ve beraberliğe çok da ihtiyacımız yok. Rahat olun,” demeli. Belki o zaman her şey düzelir. Bütün hainlikler, “birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan günler”de yapılıyor çünkü.

Böyle zamanlarda, haberlere göre, hainlikler hemen masaya yatırılıyor. (Masaya yatırmak önemli çünkü düğmeye basmanın ilk adımı.) Kötülük, bir süre masada yatar vaziyette bekledikten sonra, düğmeye basılıyor. İhtiyacımız olan birlik ve beraberliği çalıştırma düğmesi bu.

Tam birlik olacağız, birileri çıkıyor ve sabrımızı test etmeye çalışıyor. Türkiye üzerinde oyunlar oynuyorlar hep. Amerika’nın oyunları, Avrupa’nın oyunları, İsrail’in oyunları, Suriye’nin oyunları, Rusya’nın oyunları, Ali Cengiz oyunları, emperyalizm oyunları, ayak oyunları, savaş oyunları... İşte bunlar hep oyun! Farkındayız.

Oyunlarla kaybedecek zamanımız yok bizim çünkü yaşamaya çalışıyoruz. Yaşamak, şakaya gelmez ve başka türlü bir şey bizim istediğimiz. (Ne ağaca benzer ne de buluta.) Nâzım Hikmet ve Can Yücel olmasaydı, kendimizi nasıl ifade edecektik, emin değiliz. Bu yüzden güzelim şiirleri, döndüre döndüre, değiştire değiştire paylaşıyoruz.

Bazen, şiirleri o kadar benimsiyoruz ki, o satırları kendimiz yazdık sanıyoruz. Alıntı yaptığımızı söylemeye bile gerek duymuyoruz. Arkadaşlarımız da bizi takdir ediyor, “Yüreğine sağlık” diyorlar bize. Kalbimizden öpüyorlar. Beynimizi seviyorlar. “Güzel insan” oluyoruz birden. Ne tatlıyız.

Mutluluğumuzu paylaşmak için, dostlarımızla buluşuyoruz. Dostlar dediğimiz, “can insanlar”. Bu canlarla birlikte birkaç kadeh içince, “Yine mi güzeliz, yine mi çiçek?” diye soruyoruz mutlaka. Bu soruyu sormadan, gecelerin bitmesi mümkün değil.

Güzeliz tabii. Çiçek gibiyiz. “Kürt kardeşlerimiz” var bizim. Kürt, Ermeni, Alevi arkadaşlarımız var. Hatta, eşcinsel arkadaşlarımız bile var. “Yani benim anneannem de kapalı bir insandı,” diye başlayan cümlelerimiz var. O derece kucaklayıcı ve yüce insanlarız.

Irkçı da değiliz. Irkçı değiliz ama bazen, bazı insanlar da fazla oluyor. Bıkıyoruz. Nefret ediyoruz onlardan. Bunun dışında, genel olarak ırkçı değiliz. Cümlelerimizin ortasına “ama” gelince, o cümlenin ilk yarısının hiçbir hükmünün kalmaması, bizim kusurumuz değil herhalde. (Türkçe garip bir dil. Böyle şeyler yaptırıyor insanlığımıza.)

Her zaman belirttiğimiz gibi, hepimiz aynı gemideyiz. Kültür mozaiği bir coğrafyada yaşıyoruz. Gün geçmiyor ki, bu coğrafyada bir şeyler olmasın. Lisede en sevilmeyen derslerden biri olan “coğrafya”, artık konuşmalarımızın başrolünde. “Bu coğrafya” demek aklımıza gelmezse, “bu topraklar” var. O da havalı. İkisi de aklımıza gelmezse, “yalnız ve güzel ülkem” deriz. En havalısı bu.

Yalnız ve güzel ülkemizin her şehrinde, başka bir şey oluyor. Ankara sert çıkıyor genelde. İstanbul, yazdan kalma bir gün yaşıyor. Antalya’ya Rus akını başlıyor. İzmir gâvur. Bodrum bitmiş. Doğuya yılın ilk karı düşüyor. Bayramlarda da hep dönüş çilesi oluyor zaten. Nasıl bir ülke olduk böyle? Tehlikenin farkında mıyız? Biz bu filmi görmüştük. Gidelim buralardan...

Gitmezsek, birileri öldüğünde “Işıklar içinde uyusun” demeye devam edeceğiz. (Modern olmak, ışıklar içinde uyumayı gerektiriyor çünkü.) Erkekse, “adam gibi adamdı” demeyi unutmayacağız. Kadınsa, “kadın gibi kadındı” demek pek olmuyor. Büyük olasılıkla, “Bugün günlerden keder...” deriz. Ama her türlü eksileceğiz. Artık hep bir kişi eksik kalacağız.

Hayat devam edecek sonra. Hayat, nefes aldığımız değil, nefesimizi kesen anlardan ibaret zaten. Hayat, biz planlar yaparken, başımıza gelenler de olabilir. Hayat, bize sadece limon veriyorsa, limonata yapmamız gerekir. Bizi öldürmeyen şey, güçlendirir filan...

Bütün bunların arasında bize düşen, maskeyle dolaşan insanlardan çok sıkılmak, sistemin kölesi olanlara kızmak, içindeki çocuğu öldürmemişleri alkışlamak, olayların satır aralarını okumak, mahalle baskısına karşı durmak, ezber bozmak ve her zaman orijinal olmaktır.

Klişelerden uzakta, aşk tadında günler dilerim.


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.