YAZARLAR

Teknolojik gelişme ve vasatın iktidarı

Yıllar geçtikçe insanların yetenek ve vasıflarının da gelişeceği düşünülür. Peki ya durum tam tersiyse? Ya teknoloji beraberinde vasıfsızlaşmayı getiriyorsa?

Zaman ilerledikçe, toplumların daha eğitimli, çalışanların da daha vasıflı olacağına inanılır. Hatta Aydınlanma sonrası düşünce ile insanın doğa üzerindeki hakimiyetinin yeni bir medeniyet yarattığı düşünülür. Dolayısıyla eskiye göre daha eğitimli ve daha vasıflı bireylerden oluşan toplumların, sürekli “daha iyiye” yöneleceği, “ilerlemeciliğin” ve doğrusal tarih okumasının mantıksal bir sonucudur.

Bu düşünceyi, Sanayi 4.0 gibi teknolojik gelişmelerin gündeme geldiği günümüze taşıdığımızda, Sanal Zeka ve robotik teknoloji uygulamalarının gelişimi ile eğitimsiz ve vasıfsız çalışanların işlerinin tehdit altında olduğu, öte yandan eğitimli ve vasıflı çalışanlar için yeni iş alanlarının açılacağı ileri sürülüyor. Teknoloji iyimserlerine göre, teknolojik gelişme vasıfsız emek için sorunlar yaratacak olsa da, sonuçta vasıfsızların elenmesiyle ortaya daha donanımlı bir toplum çıkacak. Ancak mesele göründüğü kadar basit olmayabilir:

Ya teknolojik gelişme vasıfsızlaşmayı beraberinde getiriyorsa? K. Marks’ın vurguladığı toplumun “genel zekası” makinelere aktarıldıkça, vasıflı çalışanlara daha az ihtiyaç duyuluyorsa? Eğer teknolojik gelişme vassıfsızlaştırma ile birlikte geliyorsa, toplumun vasıfsızlaştırılması ile vasatın iktidarı birbirini tamamlayan gelişmeler olarak görülebilir mi?

TEKNOLOJİK GELİŞME

Teknoloji, teknik, nötr ve apolitik bir kavram değildir, hem yatay, hem dikey sınıf mücadelesinin bir alanıdır. Bunun anlamı, teknolojik gelişmenin ana yörüngelerinin firmaların ve devletlerin ihtiyaçlarına göre şekillenmesidir. Gerçekten de kritik teknolojik gelişmelerin yaşanmasında devletlerin askeri amaçları önemli rol oynarken, esas itki üretimin kapitalist temelde örgütlenmesinden gelir. Kapitalizmi, kendinden önceki diğer üretim modellerinden ayıran, ekonomik büyümenin emek üretkenliğindeki artışa dayanmasıdır. Bunun nedeni, piyasa sistemi içindeki firmaların arasındaki rekabettir.

Bir firma, ya aynı ürünü diğerinden daha ucuza üretebilmek ya da daha önce var olmayan yeni bir ürün ortaya çıkabilmek için diğer firmalar ile rekabet halindedir. Sınıf mücadelesinin yatay biçimini oluşturan sermayeler arası rekabet, ülkeler düzeyinde de geçerlidir. Ülke ekonomileri içinde nitelikli ürün ihracatının yüksek olması, erken kapitalistleşmiş ile geç kapitalistleşmiş ülkeler arsındaki en önemli farklardan birini oluşturmaktadır.

Teknolojik gelişmeyi teşvik edici olan unsurlar sermayeler arası rekabetten doğabileceği gibi, sınıf mücadelesinin dikey boyutundan, yani emek ile sermaye arasındaki mücadeleden de doğabilir. Ücretler genel seviyesinin arttığı, bunun içinde vasıflı işçilerin daha da yüksek ücret talep ettiği bir ortamda, emekten tasarruf edecek teknolojilerin geliştirilmesi, yani emek üretkenliğinin arttırılması, sermaye ile emek arasındaki mücadelenin önemli bir parçasıdır.

SERMAYENİN EMRİNDEKİ “GENEL ZEK”

K. Marks, Grundrisse adlı eserinde, bir toplumda belirli bir zamandaki verili üretim bilgisini “genel zekâ” olarak tanımlar. Grundrisse'den esinlenerek "genel zekâ" tanımını biraz daha genişletirsek, teknolojinin ve bilimin bir toplumdaki verili bilgi düzeyini yansıttığını ve bunun da sermayenin emrine verilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Üretim araçlarının özel mülkiyeti, nasıl sermayedarlara birikimi denetleme olanağı veriyorsa, toplumun genel zekâsının denetimi de teknolojik gelişmenin ana kulvarlarının belirlenmesi olanağını vermektedir.

Teknolojinin ve bilimin sermayenin emrinde olması, bunlardan halkın yararlanmaması anlamına gelmez. Bilim ve teknoloji metalaştıkça, bunların bir değişim değeri olduğu gibi, kullanım değeri de olmak zorundadır. Teknolojik gelişmeler sermayenin emrinde olsa da, bu gelişmelerin üretime uygulanması sonucunda ortaya çıkan ürünlerin kişilerin (ya da diğer firmaların) ihtiyaçlarını karşılaması zorunluluğu, bu gelişmelerin nihai olarak halka yansıdığı alanlardır. Ancak burada kullanım değeri üretmek, yani insanların ihtiyaçlarını karşılamak öncelikli amaç değildir. Nihai amaç kar etmektir, kullanım değeri bunu sağladığı ölçüde üretilir.

ROBOTLARIN YÜKSELİŞİ VE VASIFSIZLAŞMA

Girişte belirttiğim gibi, zamanla toplumların daha eğitimli ve vasıflı olacağı, hatta teknolojik gelişmelerin de bu sayede gerçekleştiği, yaygın bir kanaat. Yani daha eğitimli ve vasıflı kuşakların gelişmesi ile yeni teknolojilerin gelişmesi birbiri ile ilişkili olarak görülüyor. Zira günümüzde de kalkınmanın yolunun vasıflı emek gücü yaratmaktan geçtiği genel kabul gören bir görüş. Kısacası, eğitim şart!

Ancak teknoloji ile nitelikli emek arasındaki ilişki düşünüldüğü gibi olmayabilir. H. Braverman’ın 1974 tarihli Emek ve Tekelci Sermaye (Labor And Monopoly Capital) adlı kitabı, teknolojik gelişme ve emek süreçlerinin sermaye tarafından düzenlenmesinde bilimin yardımına başvurulması ile daha vasıflı emeğe duyulan ihtiyacın azalabileceğine işaret etmişti. Braverman’ın kitabına ve sonrasında bu kitaptan türeyen “emek süreci” tartışmalarına haksızlık etmek istemem, zira meselenin pek çok boyutu var. Burada sadece bir yönüne dikkat çektiğimi belirtmek istiyorum.

Münih Üniversitesi’nden D. Marin’in 2014’te yayımlanan “Küreselleşme ve Robotların Yükselişi” (Globalization and the Rise of the Robots) adlı makalesi, güncel veriler sunarak bu tartışma için oldukça verimli bir zemin oluşturuyor. Martin’in makalesinde tartıştığı hipotezlerden biri şu: “Akıllı makineler, vasıflı emeğe olan talebi artırmaktansa zeki insanların yerini alacak ve sonuçta vasfın göreli fiyatı gerileyecek”.

Bunun anlamı şu: Sanal Zeka uygulamalarının gelişimi ve akıllı robotlarla birlikte, düşündüğümüz gibi daha donanımlı, vasıflı emek gücüne olan ihtiyaç artmayabilir. Aksine daha muhtemel olan gelişme, emek piyasasının hem ulusal olarak hem de uluslararası ölçekte daha da kutuplaşması. İki kutupta yoğunlaşan emek talebinin bir ucunda nitelikli, vasıflı emek yer alırken, diğer kutupta niteliksiz ve vasıfsız emek yer alıyor. Sanayi 4.0 başlığı altında tartışılan teknolojik gelişmelerin yerinden edeceği işler ise bu iki kutup arasındakiler. Kısacası, bu kutuplaşma, ne vasıfsız emeğe duyulan ihtiyacı azaltıyor ne de genel olarak toplumun daha vasıflı olmasını teşvik ediyor. Aksine; vasıfsız emeğe olan talebin sürdüğü, orta düzeyli vasıf gerektiren işlerin elendiği ve az sayıda nitelikli emek talebi olan bir toplum yapısı ortaya çıkabilir.

TEKNOLOJİK GELİŞME VE VASATIN İKTİDARI!

Kısacası, eğer teknolojik gelişme, düşünüldüğü gibi daha eğitimli toplumlara ve daha nitelikli emeğe ihtiyaç duymuyorsa, yeni bir teknolojik atılımın eşiğindeyken yükselen sağ-popülizmler, bu süreçle uyumludur diyebilir miyiz? Hem emek piyasasından dışlanan hem de vasıfsız ve eğitimsiz olan milyonları hangi siyasi rejim altında yönetmek daha kolay olabilir? Toplumsal vasıf düzeyi ya da Marks’ın işaret ettiği “genel zekâ”, çalışanlardan makinelere aktarılıyorsa, vasıfsızlaşma ve vasatın iktidarı giderek yeni normal haline geliyor olabilir mi?


Ümit Akçay Kimdir?

Doç. Dr. Ümit Akçay, 2017 yılından bu yana Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economics and Law) ders vermektedir. Daha önce İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, Atılım Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Ordu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Akçay, Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene, 2016) kitabının ortak yazarı; Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV, 2007) kitaplarının yazarıdır. Akçay, güncel olarak, yeni otoriterliğin ekonomi politiği, büyüme modellerinin ekonomi politiği, merkez bankacılığı ve finansallaşma konularıyla ilgilenmektedir.