YAZARLAR

Merkez Bankası, faizler ve ‘local’ dertler

Önümüzdeki günlerde yeni kemer sıkma tedbirlerinin açıklanacağına dair bilgiler gelmeye devam ededursun, Özgür Özel’in Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesinin ikinci bir ‘istikşafi görüşme’ oyalamasına dönüşmemesi için temmuzda asgari ücret ve emekli maaşı artışı mücadelesinin ana muhalefet partisi tarafından da sahiplenilmesi gerekiyor.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) faiz kararı yine gündemde. TCMB, en son 31 Mart seçimleri öncesinde yüzde 5’lik sürpriz bir artış yaparak politika faizini yüzde 50 seviyesine getirmişti. Bugünkü faiz kararı öncesinde yabancı yatırımcıların faiz artış beklentisi yok. Görebildiğim kadarıyla faiz artışı yönünde görüş bildiren bir tek Hakan Kara oldu. TCMB birkaç hafta önce hükümete gönderdiği mektupta Temmuz’da asgari ücret artışı yapılmaması gerektiğini tekrar vurgulayarak emek karşıtı tutumunu bir kere daha ortaya koymuştu. Kısacası, ekonomi yönetimi, enflasyonu halkı daha da yoksullaştırarak düşürmeye çalışıyor. Bu yazıda, faiz artışlarının esas yükünün halka yıkılmasıyla oluşan bu ‘local’ dertleri, 2019 ve 2023-24 dönemindeki faiz artışlarını karşılaştırarak ele aldım.

MART’TAKİ SÜRPRİZ FAİZ ARTIŞI

Bu karşılaştırma öncesinde, kısaca faiz tartışmasında nerede kaldığımızı özetleyeyim. Geçtiğimiz ay TCMB’nin sürpriz faiz artışı piyasa yorumcuları tarafından heyecanla karşılanmıştı. Hatta bu heyecanı abartıp faiz artışları ile TCMB’nin bağımsızlığını ve kredibilitesini geri kazandığını savunanları ya da TCMB’nin piyasanın önüne geçerek rüştünü ispatladığını anlatanları gördük. Oysa faiz artışlarının nedeni bu ikisi de değildi.

Mart ayındaki faiz artışının temel nedeni, seçim öncesinde ortaya çıkan küçük çaplı bir ‘dövize hücum’ hareketi sonucunda TCMB rezervlerinin tarihi seviyelere gerilemesiydi. Rezervlerin gerilemesi, artan döviz talebine karşın TL’nin ılımlı değersizleşme patikasında tutulması çabasının bir sonucu olarak gerçekleşti. Bu ise TCMB’nin takip ettiği enflasyonu düşürme politikasının iki temel dayanağından biri, yani döviz kurunun tutularak enflasyona yansımasının önlenmesi çabası nedeniyle hayata geçirildi.

Bu çerçeveden bakıldığında Mart’taki faiz artışı TCMB’nin bir başarısı ya da rüştünü ispatlaması olarak değil, bir başarısızlık olarak görülmeli. Zira aynı TCMB 2023’ün son faiz toplantısında artık faiz artışlarını sonlandıklarını ilan etmişti. Bu toplantıdan üç ay sonra kararından geri dönmek zorunda kalmak, halkı izlenilen politikaya ikna edememiş olmakla ilgilidir. Tıpkı Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, uluslararası finans camiasına konuşurken enflasyonun düşeceğine halkı (ya da kendi ifadesiyle locals) inandıramadıklarından dert yanması gibi.

2019 İLE 2024’ÜN KARŞILAŞTIRMASI

Faiz artışının etkileri konusunda yakın dönemdeki Ağbal parantezini saymazsak 2018’deki döviz krizi sonrasında yapılan faiz artışları ile 2023-24 dönemindeki faiz artışlarının etkilerini karşılaştırabiliriz. İlk olarak bir benzerlikle başlayalım. Her ikisinin de siyasi sonuçları olmuştur ve her iki dönemde gerçekleşen yerel seçimler iktidar partileri açısından büyük kayıplarla sonuçlanmıştır. Ancak iki faiz artışı dönemindeki farklılıklar, benzerliklerden daha fazla. En azından şimdiye kadar olan süreç için böyle.

En önemli farklılık, 2018’deki faiz artışının kredi çöküşüne, firma iflaslarına ve işsizliğin hızla artmasına neden olurken, 2023-24’teki faiz artışlarının henüz bu tip gelişmelerle sonuçlanmamış olmasıdır. Bu farklılığı yaratan nedenleri düşündüğümüzde, ilk olarak 2018’de özel sektör borçluluğunun, özellikle döviz biçimindeki borcun çok yüksek olmasını hesaba katmalıyız. Döviz krizi ile darbe yiyen firmalar, döviz krizini sınırlamak için yapılan sert faiz artışlarından da darbe yiyince iflas dalgası kaçınılmaz olmuştu. Ancak 2023-24 döngüsünde böyle bir durum görmüyoruz.

Bu bir yanıyla faiz artışlarının kademeli olarak ve zamana yaygın şekilde yapılmasıyla ilgili. Diğer yanıyla da firmaların 2018’den farklı olarak döviz biçimindeki borçlarının kayda değer bir şekilde azalmasıyla, diğer yandan da 2021-2023 arasındaki düşük faiz döneminde ücretlerin baskılanmış olmasıyla ve enflasyonla ilgili olduğu düşünülebilir. Yani daha az döviz riski olan, enflasyon sürecinde süper kârlar elde eden ve ücretlerin baskılandığı bir ortamdan yararlanan firmalar, faiz artışlarıyla daha kolay baş edebiliyorlar. Yakın dönemde sanayi üretimindeki ve kapasite kullanımındaki artışları bu bağlama yerleştirebiliriz.

SONRASI?

Bu iki faiz artış döneminin karşılaştırmasının tam olarak yapılabilmesi için faiz artışlarının sonlanmasını ve enflasyonun kontrol altına alınmasını beklemek gerekecek. 2024 için henüz bu noktanın uzağındayız. Önümüzdeki günlerde yeni kemer sıkma tedbirlerinin açıklanacağına dair bilgiler gelmeye devam ededursun, önümüzdeki aylar için kritik gelişme asgari ücret artışının ve emeklilerin maaş artışının yapılıp yapılmayacağıdır. Özgür Özel’in Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesinin ikinci bir ‘istikşafi görüşme’ oyalamasına dönüşmemesi için Temmuz’da asgari ücret ve emekli maaşı artışı mücadelesinin ana muhalefet partisi tarafından da sahiplenilmesi gerekiyor.


Ümit Akçay Kimdir?

Doç. Dr. Ümit Akçay, 2017 yılından bu yana Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economics and Law) ders vermektedir. Daha önce İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, Atılım Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Ordu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Akçay, Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene, 2016) kitabının ortak yazarı; Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV, 2007) kitaplarının yazarıdır. Akçay, güncel olarak, yeni otoriterliğin ekonomi politiği, büyüme modellerinin ekonomi politiği, merkez bankacılığı ve finansallaşma konularıyla ilgilenmektedir.