YAZARLAR

Muhabiriniz Yoğurtçu Parkı’ndan bildiriyor

İktidarın en ufak bir ayrıksı sese tahammülü yok. Zira korkuyorlar, bir zamanlar generallerin “bin yıl sürecek” sandıkları iktidarları gibi şimdikiler de yarınlar yokmuş gibi yaşıyorlar. Oysa bu ülke hepimizin.

HDP, Diyarbakır’dan başlattığı Vicdan ve Adalet Nöbeti’ni İstanbul’a, Yoğurtçu Parkı’na taşıdı. Yoğurtçu Parkı, benim evim sayılır çünkü evim oraya yürüyerek yarım saatten yakın uzaklıkta. Ailem kaç göbek Kadıköylü, okuluma da (en azından lise yıllarımda) her gün oranın içinden geçerek yürüdüm. Dolayısıyla, vicdan ve adalet aramaya evime konuk olan HDP’li milletvekillerine kendi adıma “hoşgeldiniz” demeyi görev bildim.

İlk gün Salı, güneş battıktan hemen sonra gidebildim parka. Dört taraf polis bariyerleriyle çevrili. TOMA’lar, akrepler. Belki binin üzerinde görevli sivil ve üniformalı polis memuru. Giriş noktasına yaklaştım, kendimi tanıtıp daha dileğimi dile getiremeden senli-benli hoyrat tepeden bakan aşağılayıcı üslupla sözüm yarıda kesilip kovalandım.

Sayın Milletvekili Mithat Sancar’ı aradım. Sağolsun, üşenmedi çıktı geldi yanıma. Ayaküstü hoşbeş ettik. Ankara’da parktaki kafede 150, alanda 50 kişi olacak şekilde bir mutabakata vardıklarını ama bunun orada görevli memurlarca uygulanmadığını aktardı. Görevli memurlarla tartışmanın gereksiz zaman kaybı olacağında hemfikir olduk. Perşembe sabahı geri gelmek sözü vererek ayrıldım.

Perşembe bu defa Levent Gültekin ve MedyaskopTV’den genç iki arkadaşla sabah 10:30’da parkın önündeydik. Manzara aynı hatta herhalde Fenerbahçe’nin UEFA maçı düşünülerek önlemler daha da genişlemiş ve yaygınlaşmış. Bu defa bizi karşılamaya Gaziantep Milletvekili Mahmut Toğrul geldi. Kapıdaki memurlardan alınan yanıt: giriş yok. Liste vardı? Bizde liste yok. Basının girişi serbestti? Sarı Basın Kartı yoksa yok.

Derken kimin kim olduğu soruldu. Ben de “etiket” olsun diye değil, işleyişi bildiğimi aktarmak kabilinden, Dışişleri’nde 20 yıl memuriyetim olduğunu söyledim ve Duvar’da yazdığımı, ArtıTV program yaptığımı ekledim. Kim olduğumuzu soran polis memuru arkadaşlar zaten yirmili yaşlarında. Aldığım yanıt: “iş başvurusu yapmıyorsunuz, bunları anlatmanıza gerek yok”. “Ben de iş başvurusu yapmıyorum zaten istifa ettim” dedim. Eh, haydi biraz ortam yumuşadı diyelim.

Fakat mesele şu: aynı memur senli-benli konuşurken, siz’e dönüyor; yahut bana başka genç basın mensubu arkadaşlara başka, Milletvekili olmasına rağmen Sayın Toğrul’a ise herhalde “bölücü, Kürt, HDP’li” önyargısıyla bambaşka davranıyor. Bunu neden aktarıyorum, çünkü polis memurunun böyle bir takdir hakkı yok. Yaptığı iş zor olabilir, siyasi görüşü farklı olabilir, mesai saatleri uzundur, gençtir, deneyimsizdir, asabi mizaçlıdır hepsi olabilir. Ancak polis memuru her yurttaşa eşit biçimde davranmakla yükümlüdür.

Neyse oradan içeriye dört kişi alınabileceği bildirildi. GBT için kimlikler alındı. Yürüdük parkın girişine geldik. Yeniden çıngar çıktı. Burada aktarmayacağım ses tonu, içerik ve üslupla iki polis memuru Gaziantep Milletvekili Toğrul’a çıkıştı. O arada başka bir genç memur geldi, çok nazik biçimde o olumsuz davranışta bulunan memurların amiri olduğunu, onunla muhatap olmamız gerektiğini ifade etti. Eyvallah ama bizi muhatap alana da bizim önümüzde iki sözcükle uyarıda bulun, o yok.

Artık HDP milletvekillerinin yan yana oturduğu kısma geçeceğiz. Tekrar kimlik kontrolü. Bunun güvenlikle filan izahına olanak yok. Sadece rahatsız etme ve caydırma amaçlı yapılan uygulamalar. O noktada her ne kadar istifimizi bozmayalım deseniz de tepki göstermemek olanaksız. Görevli memurları insafa ve izana davet ettik ama nafile. Belki insanları çileden çıkartmak istenen.

Milletvekilleriyle selamlaştık, buyur ettiler, yanlarına geçtik oturduk. Onlara da aktardım, Yoğurtçu’daki Vicdan ve Adalet Nöbeti’ne yönelik uygulamayla, Adalet Yürüyüşü ve Mitingi’ne yaklaşım birbirlerine taban tabana zıt. Burada amaç, mantık nedir? Siyasi örgüt aradan çekilsin silahlı örgütle baş başa kalalım mı? Tutukluluğun cezaya dönüşmesi gibi, güvenlik önlemleri kisvesiyle cezalandırma, baskı ve yıldırma mı? Hani hükümet OHAL’i kendine ilan etmişti?

Biz orada otururken çekilen bir kare ArtıGerçek’in ilgili haberinde kullanılınca, Kürt bir arkadaşım hemen mesaj attı “ne o öyle, taziye çadırı gibi” diye. Haklıydı. Nicedir güdük demokrasimizin helvasını yemekteyiz sanki. Adalet Yürüyüşü ve Mitingi bu acziyet duygusunu biraz silkeler gibi olmuştu. Arkası pek gelmedi. Belki 26-30 Ağustos’ta Çanakkale’de yapılacak Adalet Kurultayı, Murat Sevinç’in önerdiği forum tarzı toplantıların ilkidir, bilemiyorum.

Ancak silkinmeliyiz. Hukuktan işe başlamalı, hak, hukuk, adalet talebi olan herkesle dayanışmalıyız. Doğruları dile getirmeli, siyasete işlerlik kazandırmaya çabalamalıyız. İktidarın en ufak bir ayrıksı sese tahammülü yok. Zira korkuyorlar, bir zamanlar generallerin “bin yıl sürecek” sandıkları iktidarları gibi şimdikiler de yarınlar yokmuş gibi yaşıyorlar. Oysa bu ülke hepimizin. Gaddarlık, zalimlik, hışırlık karşısında en iyi ilaç mizah, uzgörü, sağduyu. Oyuna devam.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.