YAZARLAR

Eşitlik, özgürlük, adalet bir de nöbet

CHP’nin Adalet Yürüyüşü, dikkat ve heyecana yol açtı ve bağlanmış medyaya rağmen ses duyurmayı başardı. HDP’nin “Adalet ve Vicdan” nöbeti ise bağlanmış medya tarafından görülmediği gibi, polis tarafından neredeyse “görülmüştür” damgası kullanılacak bir çember içinde İstanbul’a taşındı. İktidarın HDP’ye yönelik tutumu, iktidardan rahatsız olanların da onayını aldığı sürece, “haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik” katılaşarak sürecektir.

Bir adalet sorunu var. O sorunun olası çözümlerini zorlaştıran bir eşitlik sorunu var. İkisini de çıkmaza doğru sürükleyen bir özgürlük sorunu var. Bu iç içe geçmiş üç halkadaki sorunların çözümü için varolan siyaset ise polis-adliye kıyma makinası marifetiyle yasaklanmış durumda. Adalet, eşitlik ve özgürlük, siyasete yasağı getirenler için varlıklarıyla sorun, yokluklarıyla değil.

Kemal Kılıçdaroğlu Ankara’dan İstanbul’a yürümeye başlarken, sorunu teşhis etmiş oluyordu: Bir ana muhalefet partisi olarak artık Başkentte yapacak bir şeyi kalmamıştı. “Adalet” adı verilen yürüyüşte bir slogan şekillendi: “Hak, hukuk, adalet!”

SİYASETÇİ-YURTTAŞ BULUŞMASI YASAK

Şimdi Halkların Demokratik Partisi, bir haftası Diyarbakır’da geçen “Adalet ve Vicdan Nöbeti”ni İstanbul’da sürdürüyor. İstanbul’da, Kadıköy’deki Yoğurtçu Parkı’nda manzara, Ankara Yüksel Caddesi İnsan Hakları Anıtı’nı andırıyordu: Kalın bir polis halkası, çelik bariyerler. Halka ve bariyerler, HDP Grubu ile grubu izlemek isteyenleri ayırıyordu. Siyaset yasaksa, siyasetçi-yurttaş buluşması zaten yasaktır. Ankara’da siyaset adına pek yapılacak bir şey kalmamışsa, partiler sembolik hareketlerle bu imkânı “açık hava”ya, kentlere taşıyacaksa, elbette izlenmek, görünmek isteyecektir. Fakat Ankara’da siyaseti tekelleştirenler, dışarıdaki faaliyetlere de izin vermeme kararlığını gizlemiyor kimseden.

CHP’nin Adalet Yürüyüşü, dikkat ve heyecana yol açtı ve bağlanmış medyaya rağmen ses duyurmayı başardı. HDP’nin “Adalet ve Vicdan” nöbeti ise bağlanmış medya tarafından görülmediği gibi, polis tarafından neredeyse “görülmüştür” damgası kullanılacak bir çember içinde.

Fotoğraf: Erhan Demirtaş Fotoğraf: Erhan Demirtaş

VİCDAN

HDP’nin eyleminde, CHP’den farklı olarak “vicdan” ve “nöbet” ibareleri yer alıyor. Vicdanın gönderdiği yer sadece iktidarın adaletsizliğe yol açan, varolanları derinleştiren uygulamaları olsa, CHP gibi “Adalet” ifadesi yetebilirdi. Vicdana çağrı, vicdana seslenme ihtiyacı, sadece siyasi engellemelerin değil, Kürdistan’da köklü bir yapısal dönüşümün sürdürülmesiyle yakından bağlantılı:

OHAL’de bile mümkün olmaması gereken “kayyım” uygulaması ve atanan kayyımların Ehmedê Xanî anıtını bile parçalayacak pervasızlığı göstermeleri, Kürtçe tabelaların indirilmesi, bağlı medyanın iktidarın mücrimleştirme operasyonlarına alkış tutması, en vicdanlısının olan biteni görmezden gelmesi, HDP’yi “vicdan”a, adaletten farklı bir duygusal merciye atıfta bulunmaya sevk etmiş olmalı.

Adalet, doğrudan iktidar uygulamalarının getirdiği bir kelimeyse, vicdan bu uygulamalara karşı özellikle mesele Kürtler olunca iktidarın bulduğu desteğin genişliğinin getirdiği bir kelime. (Vicdan, insaf, ferman gibi kelimeleri çocuklarına isim olarak koymak, vicdansız ve insafsız işlerden çok çekmiş Kürtler içinde yaygın bir adet.) Vicdan sözcüğü HDP eyleminde, konu Kürtler olunca “iktidarın” ortaklarının görünenden daha geniş olduğunun bilincini yansıtıyor bu yanıyla. “Adalet”le tıpkı CHP gibi parmağını iktidara doğru uzatıyorsa, “vicdan”la hem iktidara hem de iktidarın karşısında olan ama iş Kürt meselesine gelince her tür güvenlikçi politikayı destekleyenlere doğru uzatıyor.

'ADALET' YETMEZ, HÜRRİYET İLE MÜSAVAT DA VAR

“Nöbet” meselesi ise son üç yılın icadı, oraya gelmeden “Hak, hukuk, adalet” üzerinde az duracağım: Adalet, doğrudan eşitlik ve özgürlükle bağlı olmasa bile adalet sorunları için yola çıkan bir siyasal yapının eşitlik ve özgürlük vurgusu olmadan adaletten söz etmesi, aşmaya çalıştığı siyasal kıskacı güçlendiren bir yan da taşıyor. Eşitlik ve özgürlük talebi olmadan “adalet” talebinin tek başına siyaset yasağını kırmaya gücü yetmez. Adalet çünkü eşitliğe hiç meyletmeyen, özgürlükleri baskı altında tutan toplumlarda bile mümkündür; kendisi değilse bile inancı. CHP’nin, “Adalet”li bir yürüyüşle çektiği dikkatin devamı gelecekse, eşitlik ve özgürlük taleplerinin mevcut iktidarın çekip çevirme tarzı karşısında yeterli olmadığını, tıpkı adalet yürüyüşünde olduğu gibi yeni yollar bulması gerektiğini ortaya koymasıyla mümkün. İktidara karşı birlikte hareket edebileceği kişi ve gruplarla eşitlik ve özgürlükler konusunda mutabakata varacak ve güven verecek stratejiler üretilip siyaset sahasında etkili biçimde dillendirilmedikçe “Adalet Yürüyüşü” bir anı olarak kalacaktır.

Bir de ara not: Adalet, hürriyet, müsavat denilince, “Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” denildiğine olduğu gibi, hemen İttihat-Terakki kompleksi canlandırılmak isteniyor, Ahmet Şık’ın mahkemede söylemesi üzerine gördük ki. Eşitlik, özgürlük ve adalet kavramlarının oluşumu ve siyasal olarak programlaştırılması tarihi İttihat Terakki’den çok önce başlar.

Yürüyüşün üstünden daha bir ay geçmedi, bu kısa sürede CHP’nin kendi ürettiği beklentiyi söndüreceğini öne sürmek haksızlık olur; ama umutlu olabilmek için alametlerin mevcuttan çok fazla olması gerektiği de çok açık.

'NÖBET' VARSA SORUN ÇOKTUR

HDP’nin eyleminde “nöbet” terimi de aslında tıpkı adalet ve vicdan kavramları gibi siyasal sıkışmışlığın, iktidarın getirdiği siyasal yasağın gücünü gösteriyor öncelikle: Hangi alanda karşı konulmaz baskılar kuvvetli biçimde etkili olmuşsa, hangi alanda talepkârlar kısa vadede umut sahibi değilse, o alanda bir nöbet başlıyor. Nöbet, hem tüm baskı ve yıldırmalara karşı inatçı bir direngenliği gösteriyor, hem de “çare”nin yakınlarda görünmediğinin kabulünü içeriyor. Bu tür eylemlerin en ünlüsü Cumartesi Anneleri, iyi bir fikir verebilir: Yüzlerce haftadır nöbetteler aslında ve “insan hakları” alanında iğneyle kuyu kazılarak elde edilen kazanımların hiçbiri hiçbir garantiye sahip değil.

CHP’nin Adalet Yürüyüşü ile HDP’nin Vicdan ve Adalet Nöbeti ile başlattığı şey, 16 Nisan referandumuyla hızlanan siyaset yapma hak ve imkânlarını iktidar haricindekilere yasaklama sürecinin geri çevrilmesine yönelik adımlar. İktidarın HDP’ye yönelik tutumu, iktidardan rahatsız olanların da onayını aldığı sürece, “haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik” katılaşarak sürecektir. Dokunulmazlıkların kaldırılması sırasındaki CHP’nin kararı, iktidarın siyasetsizleştirme stratejilerine belki iktidarın bile beklemediği bir katkıydı, misal. HDP’li ve DBP’li politikacıların CHP yürüyüşüne katılmalarının iktidar cenahında yol açtığı infiali hatırlatarak bitirelim: Bu iktidar, 2011’den beri iktidardan sorunlu olanların bir araya gelmesine karşı hep çok öfkeli oldu, işçilerin, öğrencilerin, ekoloji mücadelesi yürütenlerin, sol-sosyalist hareketlerin, sosyal demokratların, etnik ve dini eziyet çekenlerin siyasal planda buluşma ihtimali, bu iktidarın kabusudur. Eşitlik, özgürlük ve adalet taleplerinin “ama”sız bir programı üretilemedikçe de iktidar elindeki neoliberal otoriteryen çekiçle tüm çivileri gömmeye devam edecek. AB’den filan umut beklemek ise tamamen saçma; şu anda iktidarda o umutların emzirdiği bir heyet var.