YAZARLAR

Sorun kapitalizm, robotlar değil!

Meselemiz, robotik teknolojinin gelişiyor olması değil. Mesele kapitalizmin üretim yapısı nedeniyle bu gelişmelerin orta vadede kriz dinamiklerini tetiklemesi ve kısa vadede de işsizliğin yapısal olarak artacak olmasıdır.

Makinelerle insanlar arasındaki olası bir savaş, bilim kurgunun ve distopyanın önemli temalarından biri. Konunun uzmanları yapay zeka (AI) uygulamalarının gelişimi ile birlikte robotların insanları pek çok alanda geçebileceğini tahmin ediyor. K. Grace vd. tarafından yapılan araştırmaya göre ilgili uzmanlar AI uygulamalarının 2024 yılında çeviri alanında, 2026’da lise düzeyinde kompozisyon yazmada, 2027’de kamyon kullanmada ve 2049’da çok satan kitaplar yazmada insanları geçeceklerini tahmin ediyorlar. İnsanların yaptığı tüm işlerde tam otomasyon için ise sadece 120 yıl daha beklememiz gerekiyor.

Henüz bunları abartılı bulanlar çoğunlukta olsa da bu gelişmelerin bir kısmının dahi hayata geçmesi durumunda kitlesel işsizliğin ortaya çıkması, tartışılan en önemli risklerin başında geliyor. Makinelerle insanların Sanayi Devrimi başlarındaki ilk karşılaşmalarında makine kırıcıların romantik tepkisi etkisiz kalmıştı. Ancak insanlık kapitalist üretim tarzına boyun eğmeyi sürdürdükçe şimdiki karşılaşma, çok daha maliyetli olacak.

ROBOTLAR İNSANLARA KARŞI!

Kapitalist üretim tarzının en önemli alamet-i farikası ve kendisini önceki üretim sistemlerinden ayıran en önemli özelliği emek üretkenliğinin sürekli artışına dayanmasıdır. Ancak kapitalizmin bu özelliği aynı zamanda en büyük çelişkisini de barındırır. Dört adımda bu çelişkili varoluşu açıklayalım.

İlk olarak, işbölümü ve uzmanlaşma gibi organizasyonel tekniklerin yanında emek üretkenliğini artırmanın başat yollarından biri, üretim sürecinde makine kullanımının artmasıdır. Yani birim zamanda daha fazla çıktı elde etmek için makineler işe koşulur.

İkinci önemli nokta, kapitalizmde emek üretkenliğinin artırılmasının keyfi değil sistematik olmasıdır. Emek üretkenliğini sistematik kılan ise, rekabettir. Firmalar, piyasada sürekli rakiplerinden ucuza üretme baskısı altında çalışırlar. Emek üretkenliğinin artırılması, yani üretim sürecinde canlı emek gücü (insan enerjisi) yerine ölü emeğin (makineler) kullanılması ise bunun en önemli yollarından biridir. Yani kapitalizmde teknolojik gelişme, dâhilerin ya da mucitlerin kişisel girişimleri ile rastgele bir şekilde değil sermaye birikiminin ihtiyaçları doğrultusunda sistematik olarak şekillenir.

Üçüncüsü, makinelerin giderek daha fazla kullanılması yoluyla nihai ürünlerin rakiplerine göre daha ucuz üretilebilmesi ise, üretim sürecinde değerin kaynağının canlı emek gücü olmasının bir sonucudur. Nihai üründe canlı emek miktarının azaltılması, rekabette ayakta kalma yollarının en önemlilerindendir.

Son adımda şunu vurgulamak gerek: Değerin kaynağında emek gücünün yatıyor olması aynı zamanda sistemin temel çelişkisini oluşturur. Rekabet baskısı nedeniyle üretim sürecinde giderek daha fazla makine kullanılması zorunluluğu ile giderek daha fazla makine kullanılması sonucunda üretim sürecindeki canlı emek gücünün azalması arasındaki çelişki, kapitalist sistemin temel çelişkilerinden biridir.

Yani firmalar rekabet baskısına yanıt vermek için robotik teknolojileri ve Sanayi 4.0 olarak adlandırılan gelişmeleri üretim sürecinde aktardıklarında, bu aynı zamanda orta vadede kârlılıklarını düşürecek bir dinamiğe dönüşebilir. K. Marks’ın kâr oranlarının düşme eğilimi olarak adlandırdığı bu çelişki, kapitalist üretime içkin olan temel kriz dinamiklerinden biri de aynı zamanda.

Ancak teknolojik gelişmelerle birlikte mümkün olan robotik üretimin kâr oranlarının düşme eğilimi dinamiğini tetiklemesinin dışında kısa dönemde yarattığı en önemli sonuç kitlesel işsizliktir. Bu, tüm amacı emekten tasarruf eden teknolojilerin üretime uygulanması olan bir üretim modeli olan kapitalizmin doğal sonucudur. Örneğin, Dünya Bankası Başkanı Jim Yong Kim'e göre “şu anda gelişmekte olan ülkelerdeki tüm işlerin üçte ikisi, otomasyon yüzünden ortadan kalkacak.”

ÜRETKENLİK MUAMMASI

Ancak dikkat çekici olan şu: Son yıllarda, kapitalizmin alamet-i farikası olan üretkenlik artışında yavaşlama var. Dolaysıyla karşımızda bir muamma var: Nasıl oluyor da Sanayi 4.0 ile robotik teknolojinin üretime uygulanması gündemdeyken genel üretkenlik artışı yavaşlıyor?

Sorunun olası yanıtlarından biri, mevcut ölçme yöntemlerinin üretkenlik artışını sağlıklı bir şekilde elverişli olmadığı. Ancak üretkenlik artışındaki yavaşlama sadece yeni teknolojilerin uygulandığı sektörlerde değil daha geleneksel teknolojilerle üretim yapan sektörlerde de görüldüğü için bu argüman pek kuvvetli sayılmaz.

Yanıtlardan bir başkası, firmalar arasındaki teknolojik donanım farklılığın büyük bir uçurum düzeyinde olması nedeniyle, zıt yönlü iki gelişmenin aynı anda yaşandığı. Yani eşitsiz ve bileşik gelişme ve piyasadaki tekelleşme, sorumuzun yanıtı olabilir. Bu argümana göre firmaların teknolojik donanımındaki farklılıkların giderek daha da büyümesi, üretkenlik artışındaki farklılaşmaya da yansıyor. Yakınlarda yapılan bir OECD çalışmasında  üretkenlik artışı yüksek olan öncü firmalar (ilk yüzde 5) ile geri kalanlar (yüzde 95) arasındaki üretkenlik farkının giderek açılmakta olduğu tespit edildi.

Bu, son dönemde fikri mülkiyet haklarının daha sıkı bir şekilde korunmasına yönelik düzenlemelerin artmasıyla beraber, bilginin tekelleşmesinin tezahürlerinden biri olabilir. Bir diğer neden, sanayi 4.0 ya da robotik uygulamaların hayata geçirilmesi için gerekli olan mevcut teknolojik donanımın yüksek sermaye birikimi gerektiriyor olması olabilir.

Ancak farklı nedenleri olsa da karşımızda duran sonuç, bir yanda dünya ekonomisinin büyük bir kesimi için (yüzde 95) üretkenlik artışının yavaşladığı ve geriden gelen firmaların ileridekileri yakalamasının çok daha zorlaştığı, diğer yanda da elit firmaların (yüzde 5) çığır açan yeni teknolojileri üretime uygulayabildikleri bir ekonomik yapı var. Ancak bu öncü firmalardaki emek üretkenliği artışı, genel ortalamayı yükseltecek düzeyde değil.

SORUN KAPİTALİZM, ROBOTLAR DEĞİL!

Boston’daki laboratuarlarda mühendislerin yaptıkları testlerde robotları itip kaktıkları videoları izlerken, bunların robotlar tarafından ileride hesabı sorulmak üzere kaydedildiği konusunda endişeye kapılmadım desem yalan olur! Ancak, farklı AI uygulamalarıyla birlikte “özerk” hareket edebilen robotların evrim geçirerek insanlığa toptan bir savaş aşması ihtimali henüz çok yakın olmayabilir.

Yani meselemiz, robotik teknolojinin gelişiyor olması değil. Mesele kapitalizmin üretim yapısı nedeniyle bu gelişmelerin orta vadede kriz dinamiklerini tetiklemesi ve kısa vadede de işsizliğin yapısal olarak artacak olmasıdır. Ancak mevcut gelişmeleri kapitalist üretim yapısını veri alarak düşünme alışkanlığının dışına çıkarak değerlendirdiğimizde, robotik teknolojilerin gelişiminin kapitalizm sonrası toplumun maddi altyapısının oluşması anlamına gelebileceğini de görebiliriz. Yani, kapitalizmi aşacak modellerin uygulanabilmesi bugün dünden daha olası.


Ümit Akçay Kimdir?

Doç. Dr. Ümit Akçay, 2017 yılından bu yana Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economics and Law) ders vermektedir. Daha önce İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, Atılım Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Ordu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Akçay, Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene, 2016) kitabının ortak yazarı; Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV, 2007) kitaplarının yazarıdır. Akçay, güncel olarak, yeni otoriterliğin ekonomi politiği, büyüme modellerinin ekonomi politiği, merkez bankacılığı ve finansallaşma konularıyla ilgilenmektedir.