YAZARLAR

Türkiye’nin siyasi haritası: ‘Buzullar’ çözülürken

Yaklaşık 15 yıldır, ana gövdesi AKP iktidarı çevresinde bir ‘buzul’ gibi tutunmuş olan ‘Türkiye siyasi haritası’, 16 Nisan’daki görüntüsüyle bu buzulun çözülmekte olduğunu zaten gösteriyordu. 1 Mayıs haritası ise o çözülmenin reel dinamiğini işaret etti.

Referandum sonrası üçüncü haftadayız. 16 Nisan gecesinden sonra başlayan hafta boyunca, ‘mühürsüz oy’ şaibesi ve ‘Hayır’ oylarının demografik, sosyoekonomik açıdan dikkat çekici anlamları konuşuldu. İkinci hafta, CHP’nin kademeli olarak ‘referandumun iptali’ iddiasından çekilmesi ve Hayır blokunun en büyük bileşeni tarafından yalnız bırakılan sokak gösterilerinin sönümlenmeye başlamasıyla, ‘ana akım medya’da yeniden “AK Parti kulisleri” ve (esasen de) “Erdoğan’ın planları” siyasetin öncelikli göstergesi gibi sunulmaya başlandı.

‘Ana akım’ tırnak içinde, çünkü bu ifade, o medya kuruluşlarının artık sadece erişim gücü ve maddi olanaklarını ifade eden teknik bir tabire dönüşmüş durumda. 16 Nisan’dan önceki yaklaşık 3 ay boyunca, bunların neyi öne çıkardığına ve neyi telkin ettiğine bakılacak olsa, sandıktan yüzde 60’ın üzerinde ‘Evet’ oyu çıkmalıydı. Ama öyle olmadı ve bu, iki şeyi (bir kez daha) gösterdi:

Birincisi; bu medya kuruluşları, toplumdaki anlamlı eğilimleri, ekonomik-siyasi-kültürel talep ve çeşitliliği görme ferasetinden ya da göstermek cesaretinden yoksundur.

Ve dolayısıyla ikincisi; toplumdaki gelişimi ve değişim dinamiklerini bu ‘medya’ ve ‘kamuoyu’ düzeni üzerinden kestirmeye çalışmak nafile bir çabadır. Bu medya, fiziki sembolleştirmeyle söylersek ‘yansıtıcı bir ayna’ değil, ‘saptırıcı bir prizma’dır –ve gücü de en azından kendi sandığından daha zayıftır.

Bu iki hisseden de yararlanarak, medyada ve siyasette dünkü duruma bakalım: Tüm televizyon kanalları AKP Genel Merkezi önüne, klişe tabirle, ‘kamp kurmuş’, klişe yayınlar yapıyor. Gün boyunca… Erdoğan’ın AKP’ye üyeliğinin yasal olarak tescil edilmesi gibi son noktada bir formalite yerine getiriliyor; ama sanki siyasette yeni bir yol açılıyormuş gibi bir ‘yenilik’ havası basılıyor. 16 Nisan’ın soluk benzine bir sahne pudrası sürülüyor.

Bu ‘vuslat’ı (aslında olmadığı) bir ‘siyasi yenilikçilik’ olarak anlatmakta zorlanan otomat yorumcular, sık sık seremonik bir duygusallığı öne çıkarmak zorunda kalıyor. Ama bu ‘sevinç gözyaşları’, lider kültüne yaptığı küçük katkı sayılmazsa, ‘ana akım’ bültenlerin iki reklam arası yayın bloklarını doldurmaktan başka bir işe yaramıyor gibi…

Pek şüphe duymamak gerekir ki, iktidar sahiplerinin asıl gündemi, “Erdoğan’ın AKP’ye katılması” değildir. AKP zaten tarihsel ve kurumsal olarak çoktan “Erdoğan’a katılmış” durumdadır ve bu ‘vuslat’, Bahçeli gibi söylersek, fiili durumun hukuk bünyeye kavuşmasından ibarettir. Daha çok duygusal bir ‘moral günü’ gibi dizayn edilmesinin nedeni, ‘ürkütücü’ alarm işaretleri taşıyan 16 Nisan gecesinin moral bozucu etkisini unutturmak olabilir. Ama şu da muhakkak ki, öteki figürler bir yana, Erdoğan 16 Nisan’ın üzerinden atlamayacaktır. Asıl gündemin ne olduğunu bilmektedir.

İktidar içi değerlendirmelerde de dile getirildiği biliniyor ki –sadece haritaya bakarak bile anlaşılacak şekilde– Türkiye’nin ‘geleceği’ için anlam taşıyan ekonomik, siyasal ve kültürel merkezlerden ‘Hayır’ denmesi kadar önemli bir veri genç seçmenlerin ‘Hayır’ demesidir. Halihazırda işaretleri görünün bir ‘tersine trend’in genç kuşaklar arasında daha güçlü olmasının iktidar çevrelerinde ‘değerlendirildiği’ muhakkak. Ama Wikipedia’yı yasaklamak gibi, gençlerdeki bu itiraz eğilimini besleyecek sembolik ‘çılgınlıklar’, rejimin sosyal medya ve ‘tam denetim’ dışı herhangi bir iletişim kanalına karşı paranoyakça takıntısının, artık tamamen yapısal bir kusur haline geldiğini gösteriyor. Rejimin bu yapısal kusuru, ‘gençlik sorunu’nu çözmesi bir yana, anlamasını bile güçleştiriyor.

Yine düne gidecek olursak, siyasetin bir başka gerçek gündemi, o salondaki dolu koltuklar değil ‘boş koltuklar’dı; kameralar önünde sevinç gözyaşı dökenler değil türlü gözdağına rağmen gelmeyenlerdi. Parti lidere iltihak ederken, böyle bir ‘toplu akış’ anında salona gelmeyen Abdullah Gül ve Bülent Arınç, siyasi bir geleceği temsil etme potansiyellerinin olup olmaması bir yana, ‘mahallede başka bir köşe’ olduğunu artık şüpheye yer bırakmayacak şekilde bir kez daha ilan etmiş oldular. Artık bir referandum oyu değil bir rejim simgesi olan ‘Evet’ tarafında durup, burada liderin merkezkaç kuvvetiyle ‘etkisiz uzaklara’ savrulmaktansa; muhafazakar camiadaki, artık gizlenemez hale gelmiş çatlak izinin üzerinde durmayı tercih ettiler. Erdoğan bunun farkındaydı ve muhtemelen bu yüzden, vuslat törenindeki konuşmasında şöyle dedi:

“Her birimiz kendi tercihimizle bu meşakkatli yola revan olduk. Er kişi niyetine musallada, doğrudan mezara. Bu ağır yükü çekemeyen, onları ademe takdir ediyor. Değerlendirmesini millete bırakıyoruz. Bu partiye sırtını dönüp de iflah olan kimse görülmemiştir.”

İktidar cephesinin bir başka sorunu referandumun kaybedildiği büyükşehirlerdeki belediyeler sorunudur. İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş, geçen hafta bir Belediye Meclisi oturumunda CHP’li üyelere yanıt verirken, yani aslında çok da yeri değilken, durduk yerde, tuhaf bir şekilde “Bir daha aday olmayacağını” söyleyiverdi. Damadı tutuklu ve kendisiyle ilgili iddialar da gündemden düşmüyor. Esasen bir yerel yönetimci olan Erdoğan, Marmaray’dan 3. Köprüye, havalimanından Avrasya tüpüne tüm “göz bebeği” yatırımlarını yaptığı İstanbul’da umduğu sonucu alamamasını yerel yönetimin performansına bağlıyor belli ki. Geçtiğimiz günlerde Abdülkadir Selvi’nin bir yazısında dile getirilen “Sonuçlara olumsuz etkisi olan belediye başkanlarını alın, yerine belediye meclisinden birini seçin”, şeklindeki bir tür ‘iç kayyum’ talimatı iddiası da bunu destekler yönde.

Bir süredir sadece dar kıyı şeritlerinde ‘farklılık gösteren’ ve ana gövdesi AKP iktidarı çevresinde bir ‘buzul’ gibi tutunmuş olan ‘Türkiye siyasi haritası’, 16 Nisan’daki görüntüsüyle –anlamak isteyene– bu buzulun çözülmekte olduğunu zaten gösteriyordu. Ama Evrensel web sitesinin 2 Mayıs günü yayınladığı bir başka harita, bu ‘erime’nin reel yanını gösteriyordu: Ülkenin neredeyse tamamına yayılmış 1 Mayıs gösterileri… Metropollerde zaten ‘Hayır’ aktivitesinin bir devamı niteliğinde olan ve güçlü bir zemine sahip muhalefet potansiyelinin sahadaki ‘birincil’ unsurlarını bir araya getiren kalabalık gösterilerin yanı sıra, Anadolu’nun dört bir köşesinde, kıdem tazminatının gasbına ve taşeron işçiliğe itiraz temelinde yaygınlaşan 1 Mayıslar, iktidarın karşı karşıya olduğu sosyoekonomik sorunun yaygınlığını da işaret ediyor.

harita2-haber 1 Mayıs gösterileri haritası...

Hal böyleyken, toplumun tümüne sirayet etmiş olan bu sosyoekonomik sorunları, başta Kürt halkı olmak üzere yine toplumun tümünün demokrasi ve özgürlükler sorunuyla birleştirecek, işlevli bir muhalefet blokunun varlığı anlam kazanıyor. Peki ‘muhalefet’ bu açıdan ne durumda? ‘Kuşa bak kuşa’ diyerek ‘penguen’ gösterme çizgisindeki ‘ana akım’ın dayattığı gündem bir yana, Türkiye’nin belirleyici siyasal gündemi bu sorunun etrafında düğümleniyor sanırım.


Hakkı Özdal Kimdir?

1975 yılında doğdu. İTÜ Malzeme ve Metalurji Mühendisliği'nden mezun oldu. 1996'dan itibaren, Evrensel Kültür dergisinde, Evrensel, Referans ve Radikal gazetelerinde editörlük ve yazarlık yaptı. Halen Yeni E dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yapıyor.