YAZARLAR

Tek kişilik dev toplantı(!)lar

MGK fotoğrafında iki kişi var dedik, biri Erdoğan’dı. Diğeri Mustafa Kemal. Mehmet Uçum’un siyasi Pazar tezgâhına koyduğu “Erdoğan halkın kendisidir” lafı, milletle lideri özdeşleştiren Avrupa ortaçağ siyasal teolojisinden uyarlamadır. Referandumdan “Hayır” çıkarsa fotoğraf bire inebilir, ama evet çıkarsa sıfıra bile inebilir: Daha tuğrası var bu işin…

mgk-1

Eskiden gazetelerde MGK’lara kimlerin katıldığını yazmak adetti. Artık terk edildi. Çünkü aslında sadece iki kişi var şimdi orada, biri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Cumhurbaşkanı danışmanlarından, “eski solcu”luğu ile iftihar edilen Mehmet Uçum’un hep dediğine bakacak olursak:

“Cumhurbaşkanımız Erdoğan, 21. yüzyılda siyaset sosyolojisindeki liderlik tipolojisini değiştiren en büyük liderdir. Erdoğan, temsili bir lider değil, organik bir liderdir.” (Loji’li konuşunca ne kadar ikna edici görünüyor değil mi?)

“Bu devrim halk devrimidir, çünkü kadrocu hareketler değil bizatihi halkın kendisi, halkın organik lideri olan Erdoğan önderliğinde bu devrimi başarmıştır.” (http://www.haberturk.com/gundem/haber/1311630-cumhurbaskani-basdanismani-ucum-erdogan-temsili-bir-lider-degildir)

“Bu devrim” denilen şey ne olabilir? AK Parti’nin “Milli Görüş”ten, Erbakan’dan kopmasının ardından, sistemin dışlaması ve hukuki tehditlerini aşarak adım adım iktidara gelmesi ve 15 yıl durması mı? Dururken, “dışlanmış” mahallelerden yeni ve güçlü bir orta sınıf yaratması mı? Bir zamanlar yerden yere vurduğu vesayet makamlarını ele geçirmesi mi? Liste çoğaltılıp “hepsi” denilebilir ama öyle demiyor.

Yeni Türkiye’nin büyük fotoğrafına bakarkenYeni Türkiye’nin büyük fotoğrafına bakarken

AK PARTİ VARDI, NE OLDU ONA?

Asıl cevap, Erdoğan’ın “temsili değil, organik lider” diye kurgulanışında. Organik lider? Mehmet Uçum, aynı şeyi 15 Temmuz darbe girişiminden önce de söyledi: “Erdoğan’ın liderliği, diğer siyasi liderler gibi değildir. O halkı temsil eden bir lider değildir. O halkın kendisidir.

Kurguyu özetlersek: Erdoğan organik lider. Halkın kendisi. Halk, “milli irade”nin kaynağı, kendisi. En özeti: Erdoğan=Halk=Milli İrade… Devrim, bu.

Peki, Erdoğan’ın bir de partisi vardı, Adalet ve Kalkınma Partisi. Hani “devrim”i pekiştirecek anayasa referandumunda “Evet” çıkarsa, Erdoğan’ın yeniden genel başkanı da olacağı parti. Ne oldu ona? Cevap yine Uçum’un sözlerinde gömülü: “…çünkü kadrocu hareketler değil, halkın bizzat kendisi…” AK Parti, Erdoğan liderliğinde, “milli görüş” kovanından kopmuş bir arı oğulun kurduğu teşkilattı. AK Parti, o hareketten kopan kadrolara her kavşakta yeni yeni isimler katılmasıyla büyüdü, işlevi bitenler trenden atıldı, düştü ya da indirildi. Uçum da son makasta trene atlamış isimlerden. İsim, ama kadro değil. Yani Uçum hiç boş konuşmuyor. Bu yüzden trenden düşene, atılana ya da indirilene kadar hep konuşacak, çünkü ne dediğini iyi biliyor. AK Parti 15 yıldır iktidarda, ama artık kadrosu yok, hareketi yok. Lüzumu da yok, biliyor ve söylüyor. Mevzubahis Erdoğan ise gerisi teferruattır:

Ha muhtarlarla buluşma, ha MGK ha yargıçlarla çay toplama ha AK Parti kongresi… Her dev buluşma, tek kişilik toplantıdır. Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlığın formalitelerinin içini doldurmaya niyetlenmesi, siyasi kariyerinin bitişiyle sonuçlandı bu yüzden. Fotoğrafta, tek kişide tecessüm eden halk iradesinin kurumlarda temsil edilmesine yönelik çabalar içindeki kişiler belirirse, kadraj dışına düşer.

E, cumhurbaşkanı “halkın kendisi” olursa, “halk”ın siyaset yapma kurumlarının, parlamentonun, partilerin, derneklerin, sendikaların, yürüyüşlerin, gösterilerin, grevlerin, fikir beyanlarının ne önemi kalır? “Halkın kendisi”nin içinde başka türden bir devlet, siyaset, parti, toplum, rejim vs isteyenlere de fix menü düşer bu kurt sofrasında: Gözaltı, hapis, müsadere, lanetleme, şeytanlaştırma, dışlama, gözaltı, hapis, müsadere…

KRALIN İKİ BEDENİ

Fransız İhtilalinden önce kral, “halkın kendisi”ydi. Ortaçağ Avrupa siyasal teolojisine göre “kralın iki bedeni” vardı; biri her fani gibi bir gün ölümü tadacak olan cismani beden, diğeri ilelebet payidar kalacak olan siyasal-mistik beden. İlki ölebilse de ikincisi “sonsuza kadar” yaşayacaktı. İkinci beden, halkın da içinde olduğu bedendi. Kralın maskesi, heykeli, büstü, giyim kuşamı, aksesuarları filan hep bu ölümsüzlüğün sembolleri olarak sahnede ve dolaşımda olmalıydı. Kralın mistik ya da siyasi bedeni, halkı ile “organik bir bütünlük” içindeydi. II. Mahmut fotoğraflarını devlet dairelerine bu nedenle koydurmuştu. Kral, halkın kendisi olarak temsilci değil, “organik lider”di.

Fransız ihtilali egemenliğin tecellisini “kralın bedeni”nden alıp ulusa veriyordu. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir! E ama halk, en ideal görünen biçimde, yani doğrudan doğruya kendisini yönetemiyor? Nasıl olacak? Soru, “demokrasi” çaba ve mücadelelerinin hepsi için geçerliyse de cevaplar arasında monarşiye U dönüşünü sağlayacak duble yol olan “organik lider”lik yok.

FOTOĞRAFTAKİ İKİNCİ KİŞİ

Fotoğrafta biri Erdoğan iki kişi var dedik, Mehmet Uçum’un pazar tezgâhındaki teolojiyi takip edersek: Diğer kişi, milletin, “ulusun atası”nın siyasi bedeni olarak Mustafa Kemal. Fotoğraftaki fotoğraf ama fotoğraftaki gerçek kişilerden daha gerçek. En azından şimdilik! “Siyasi gerçek.” Artık MGK fotoğrafına tekrar bakabiliriz: “21’inci yüzyıl liderlik anlayışını değiştiren, halkın kendisi olan, organik lider”, henüz “halkın atası” kurgusunu kimsenin bozmaya cesaret edemediği, 20’nci yüzyılın bir liderinin fotoğrafının, yani “siyasi beden”inin altında.

Mustafa Kemal’in siyasi bedenine yönelik İslamcı eleştiri yağmurları, şu andaki iktidar kadrolarının oluşturduğu buluttan da bol bol inmişti. “İsa’nın iki bedeni” teorisini duyan iktidar apolojistleri, Mustafa Kemal’in siyasi bedeninin yaşatılması çabalarına hayli çatmış, iktidar pekiştikçe artan ironilerle örülü nutuk ve yazılara girişmişlerdi. Heyhat, şimdi Cumhuriyet’e yönelik bildik ve hayli sıkıcı hale gelmiş sağ eleştiriler “tek parti dönemi”, “CEHAPE zihniyeti” ve İsmet İnönü kodlarıyla yine yağdırılıyor, böylece Mustafa Kemal’in siyasi bedeninin dokunulmazlığı kuralına uyuluyor. Uyulurken de aynı güçte bir yeni siyasi bedenin, bir organik liderin kurgulanması süreci devletin ve milletin bölünmez bütün olan imkânlarıyla işletiliyor.

‘MESİH’TE BİR BEDENİZ’

Mustafa Kemal söz konusu olunca eleştirilen “ölümsüz siyasal beden”in oluşumuna imkân veren “halkıyla bir olan liderlik”, Erdoğan söz konusu olunca vaz geçilmez bir devrim projesi oluyor. Mustafa Kemal’e, Kemalizme ve cumhuriyete yönelik sol eleştirilere ve onların sağdan farklarına hiç girmeden, şunu not etmeli: Mustafa Kemal, “ilelebet payidar” olanın kendi bedeni değil, cumhuriyet olduğunu söyledi. “Atatürk” adını aldığında ulusun (ve devletin) siyasal bedeniyle kendi siyasal bedeni arasında mistik bir bağ kurdu ve savunduğu “aydınlanmacı” anlayıştan (egemenlik … milletindir) teolojik sapmalardan birine imza attı ama “ulusun kendisi” olduğunu söylemedi, en azından lafzen.

Hasılı, yerli ve milli diye satılmak “halkın kendisi olarak lider” birazdan fazla Batılı bir anlayış. Birazdan fazla da Hıristiyan tabii ki: havari Pavlus konuşuyor: “… Çünkü bir bedende pek çok azamız olup bütün azanın işi aynı olmadığı gibi, böylece biz çok olup Mesih’te bir bedeniz ve her birimiz diğerlerinin azasıyız.”

Yok, Erdoğan Batılı değil, küresel yoldaşları da olan neoconları yaşatmaya haydi haydi yarayabilecek bu teoloji onun için kalıcı olamaz; e İbrahimi geleneğin Müslüman kolunda otoriter-totaliter despotik egemenlikleri kurgulamaya ve satmaya yarayacak hayli turp var heybede: Halkın çobanı, halife-yi rû-yi zemin, zılullahı fil-alem, nizamı alem için kardeş katli… Referandumda “Hayır” çıkarsa, fotoğraf teke iner, “Evet” çıkarsa yine bire iner ama bir de sıfır ihtimalini akılda tutmalı: Tuğrası var daha bu işin…