YAZARLAR

Hezimetten Türk usulü zafer çıkarmak!

Düşen Halep bir kurbandı. ‘Yeni Osmanlı’nın ihtiraslarının kurbanı! İran’ın ittifak ağını çözmeye çalışan Körfez’in kurbanı! Batı’nın İsrail namına Suriye’ye karşı beslediği düşmanlığın kurbanı! Ya cihatçılardan kurtarılan Halep? O da Türk-Rus ilişkilerindeki normalleşmenin diyeti!

Halep’in içindeki tufandan daha büyüğü dışarıda kopuyor. Sözün başı insani trajedi!

Söz insanilikten açılınca normalde diyecek lafımızın olmaması gerekir. Lanet olsun ki var! Evet, alınan her masum can yüreğimizi dağlamalıdır. Her savaşın insani bir boyutu vardır; bu atlanamaz, küçümsenemez, geçiştirilemez! Peki, insani duruşumuz nedeniyle aldatılmamız, aptal yerine konmamız ve sömürülmemiz kabul edilebilir mi?

İnsanı çileden çıkartan şey, kirli hesaplarla savaşı çıkartanların, vekil örgütler üzerinden ateşi körükleyenlerin, şehirlerin yağmalanmasına göz yumanların, dış müdahale için kimyasal silah kullanmak dahil her türlü oyunu çevirenlerin, cihatçı örgütleri aymazca finanse edenlerin kalkıp ‘gözyaşı ticaretini’ ustaca yapıyor olmalarıdır.

Kendi günahlarının üzerine kalınca bir şal çekmeleri gerekiyor.

HALEP DÜŞTÜ! HALEP KURTARILDI!

Halep oyunun bittiği, maskenin düştüğü yer; BM’yi harekete geçirmeleri, sokakları alevlendirmeleri, manşetleri kızıla boyamaları ondan.

İnsani kaygılar maalesef birçok taraf için sadece maske. Batılı müttefiklerin El Kaide severliğini sorgulayan var mı? Onlarca yıldır cihadi grupları bir dış politika enstrümanı olarak kullanan Körfez şeyhlerinin hezeyanlarını bir kenara bırakalım. Peki ya El Kaide ve müttefiklerinin Halep’te kaybetmesiyle telaşlanan Batılılara ne demeli? Gerçekten dertleri siviller mi? Öyleyse neden Yemen’de Suudilerin yaptığı katliamlara sessizler? Ve daha başka nice katliamlara…

Neden Halep’te hükümetin kontrolündeki bölgelere attıkları roketlerle her gün can alan Nusra Cephesi, Ahraru’ş Şam ve Nureddin Zengi gibi örgütlerin arkasında duruyorlar? Halep’i yıkan sadece varil bombaları mı? Yeraltı tünellerine yerleştirilen bombalarla tarihi binaları havaya uçurmakla kalmayıp filmini çekerek propagandasını yapan cihatçıları himaye eden medeniyet havarilerine ne demeli?

Evet, savaş öldürür, yok eder ve kirletir. O yüzden savaşa karşı olmak esastır. Samimiyet, savaşı körüklemek değil durdurmak için çaba harcamayı gerektirir. Bir de durduğunuz yeri değiştirerek bakmayı deneyin. Bir tarafın ‘devrimci savaş’ dediği mücadele, diğer taraf için ‘vatan savunması’dır. Batı-Körfez ittifakı için ‘düşen’ Halep, Suriye için ‘kurtarılan’ Halep’tir.

Samimiyet, haberin kaynağı ve failin kimliğine dair bütün tutarsızlıklarına rağmen BM yetkilisinin Doğu Halep’te sıkışan sivillerin öldürüldüğüne dair uyarısı kadar, BM Suriye Soruşturma Komisyonu’nun muhaliflerin sivillerin bölgeden ayrılmasını engellediği ve bunları kendilerine canlı kalkan yaptığına ilişkin açıklamasını da dikkate almayı gerektirir.

Samimiyet, Doğu Halep’teki durumla birlikte Batı-Körfez destekli grupların sürekli roketlerle vurduğu Şii beldeleri Fua ve Kefraya etrafındaki kuşatmayı da görmeyi gerektirir. Yine samimiyet Doğu Halep’ten çıkmaya çalışanlara ateş açan militanları da hatırlamayı gerektirir.

Epey zaman önce Suriye’deki kirliliğe atfen “Önce gerçekler katledildi” diye yazmıştım. Her BM Güvenlik Konseyi toplantısı, her Suriye’nin Dostları Grubu randevusu, her Cenevre buluşması öncesinde yalana sarmalanmış korkunç oyunlarla karşılaştık. Filmin sonuna yaklaşırken gürültü ayyuka çıkıyor. Şaşırtıcı mı? Hayır.

Suriye’de rejim değiştirme planı Halep üzerinden kurgulanmıştı, oyunun bitirildiği yer de Halep oldu. Bu yüzden Halep operasyonu için ‘savaşların anası’ denildi.

Sözde Halep, Batı-Körfez ittifakı için devrimin başkenti olacaktı. Libya’da Bingazi’ye biçilen rol Suriye’de Halep’e verilmişti. Ne var ki Halepliler ‘bindirilmiş devrimcileri’ kucaklamadı. Çünkü Halepliler, 1977-1982 arasında tıpkı bugün IŞİD’in yaptığı gibi mezhepçi saldırılar düzenleyen, insanları kaçırıp el ve bacaklarını kesen selefi cihatçıların yaptıklarını unutmuş değildi!

ÇÖKÜŞÜN ŞİFRELERİ!

Halep operasyonu yeni başlamadığı halde neden son kertede uluslararası toplum katliam ve tecavüz iddialarıyla harekete geçirildi?

Belli ki Suriye üzerinde hesapları olanların bir kısmı bu kanlı pokeri bitirmek niyetinde değil. ABD Başkanı Barack Obama’nın giderayak 2017 bütçesine ilave bir maddeyle muhaliflere gelişmiş silahlar vermenin önündeki engelleri kaldırması buna işaret.

Bu oyunu bitirmek zorunda kalanlar ise bumerang etkisini azaltmak için bazı ince ayarlamalar peşinde.

Bumerangın asıl vuracağı yer belli: Türkiye. Bir enkaz giderek bizim üzerimize doğru geliyor.

Dikkat edilirse Halep’teki çöküş iki olaya paralel gerçekleşti:

- Dış politikada manevra alanı kalmayan Türkiye nefes borusu açmak için mecburen Rusya ile ilişkileri normalleştirme yoluna gitti. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bunun için Rus lider Vladimir Putin’in kapısını çaldığında açılacak yeni sayfanın diyeti kaçınılmaz olarak Suriye olacaktı. Öyle de oldu. Yani Erdoğan üzerine yeminler ettiği, kefil olduğu, CIA ile birlikte eğitip donattığı, lojistik destek sağladığı ve silahlandırdığı muhaliflere ‘Buraya kadar’ demek durumunda kaldı. Lojistik destek ve silah akışının kesilmesi de kâfi değildi. Putin’e verilen söz gereği Nusra Cephesi’nin Halep’ten çıkartılması gerekiyordu. Türkiye’ye yakın örgütlerin başında gelen eski Kaidecilerin kurduğu Ahraru’ş Şam hızlıca çekildi. Yalnız kalan Nusra da daha fazla direnemedi. Türkiye’nin bu müdahalesinin cihatçı cephede yol açtığı çatlakları görmek için fazla beklememiz gerekmeyecek.

- İkinci olay, Türkiye’nin savaşın yönünü ve hedefini değiştirmesiydi. Rojava’da Kürtlerin Arap, Süryani, Keldani, Ermeni, Çeçen, Çerkes ve Türkmenlerle ortaklık temelinde kurduğu özerkliği yıkmak öncelikli hedef haline geldi. Buna bir de IŞİD ile mücadele gerekçesi eklendi. Fırat Kalkanı Harekâtı ile Suriye yönetimine karşı savaşan askeri potansiyelin bir kısmı Azez-El Bab hattına kaydırıldı. Bu da Halep cephesini zayıflattı. Bu yüzden kimileri Halep’teki hezimetten Türkiye’yi sorumlu tutuyor.

KALAN SAVAŞÇILAR BİZİMDİR!

Anladığımız kadarıyla Ankara hem Halep hezimetindeki rolünü gizlemenin hem de bu hezimeti fırsata çevirmenin peşinde. Daha önce “Halep düşerse en az 500.000 insan sınırlarımıza” yığılır diyerek uluslararası topluma korku salanlar şimdi “Halep’e yol açın, insanlar gelsin” diye kampanya yürütüyor. Tabi ki tahliye edilen 100 bin kadar sivil Türkiye’ye gelmedi ve gelmeyecek. Onlar için Suriye yönetimi ayrı bir kamp kurdu. (Kurtarılmış bölgede 500-600 bin insanın yaşadığına dair haberler zaten manipülatifti.)

Asıl tartışma konusu olan tahliye, silahlı militanlar ve aileleriyle ilgili. Daha önce Deraya, Kudsaya, Hama, Doğu Guta ve Halep’ten çıkartılan militanlar otobüslerle İdlib’e taşınmıştı. Sorun şu ki İdlib, Nusra’nın kendi emirliğini kurduğu bir merkez. Nusra, İdlib’in türdeş militanlarla tahkim edilmesine sıcak baksa da burayı rakip örgütlerle paylaşmak istemiyor.

Tahliyeler konusunda Rusya ve İran ile müzakereler yürüten Türkiye’nin ‘sivilleri kurtaran güç’ olarak kendini lanse etme çabası kayda değer. Halep’teki satışın izalesi için…

Ankara’nın sıradaki derdi Halep’ten çıkartılan savaşçıları Fırat Kalkanı’na asker yapmak. Muhtemelen olacak olan şu: İdlib’e transfer edilenler sınırdan Hatay’a geçirilip Kilis üzerinden Azez-El Bab hattına kaydırılacak. Bu plana bütün savaşçıların katılması zor. Çünkü birçoğu Esad’ı devirmek için yola çıkmıştı, IŞİD ya da Kürtlerle savaşmak için değil. Savaşçıların bir kısmı için de artık bu savaş bitti. Ki silahlarını Suriye ordusuna teslim eden yüzlerce savaşçıdan bahsediliyor. İdeolojik motivasyonu güçlü olan cihatçılar da kendi gündemlerini takip etmeye devam edecektir. Asıl problem de budur.

Sözün özü; Erdoğan, 2012’de Suriye’nin öz evlatlarının Halep’te Esad’a gereken cevabı vereceğini müjdelemişti. Bugün o savaşçıları geri çekiyor. Çektikleri ile ne yapacak? Şimdilik adres Fırat Kalkanı. Ya sonrası? Bir de bu savaş Halep’te durmayacak. Yani Esad, Halep’e karşılık İdlib, Azez ya da El Bab’ı Erdoğan’a vermiş değil. Sıra oralara da geldiğinde on binlerce militan nereye tahliye edilecek?


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.