YAZARLAR

Yaşar Kemal’in Çukurova’sına orkestra yatırımı şart

Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası Türkiye’nin ilk şeflik yarışmasına dek gerçekleştirdiği yenilikçi projelerine, sosyal sorumluluk adımlarına ve eğitim konserlerine rağmen uzun zamandır ciddi bir fiziksel mekan kısıtlamasıyla karşı karşıya. Dünya çapında ünlü şefler ve solistleri konuk eden bu orkestra için, ihtiyaçlarını karşılayan bir salon, kurumsal ve kentsel prestijdir.

Müzikte üstün yetenekli çocukların ve gençlerin dünyasında, “orkestra eşliğinde solist olarak sahne deneyimi kazanmak” çok kıymetli bir dönüm noktası. Bu şekilde bir açıdan kariyerlerinde önemli bir sınama ve kendini geliştirme fırsatı ediniyorlar.

Bu deneyim ise kimseye altın tepside sunulmuyor. Birçok müzik öğrencisi, liseden mezun olduklarında sınıf konserleri hariç solist olarak hiçbir sahne deneyimi kazanmamış oluyor.

Ancak Türkiye’de orkestraların programlarının yüklü olması, uluslararası projelerin artması ve tekelleşme sonucu birçok çocuk ve genç müzisyen, kendi sanatsal gelişimleri için önemli bir ihtiyaç olan sahne deneyimini çok geç yaşlarda ediniyorlar, bazen de bu deneyimden yoksun kaldıkları için ilk fırsatta yurtdışına, çok daha rahat erişebilecekleri imkanlara yöneliyorlar.

Bundan tam 35 yıl önce kurulan Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası (ÇDSO), bu açıdan birçok çocuk ve genç müzisyene sahnesini açan, Adana ve Mersinli genç müzisyenleri sahnesine konuk eden, onlara müzik kariyerlerinde hiç unutamayacakları bir deneyim yaşatmak için kapılarını aralayan bir anlayışa sahip. Kurtarılacak deniz yıldızları ararcasına...

Adana’yı bir kral tacına benzetirsek, bu orkestra tam da o tacın üzerindeki mücevher... Ve bu mücevher tüm özverili programına, ulusal ve uluslararası düzeyde önemli sanatçıları sahnesine konuk etmesine, Türkiye’nin ilk şeflik yarışmasına dek gerçekleştirdiği yenilikçi projelerine, sosyal sorumluluk adımlarına ve eğitim konserlerine rağmen uzun zamandır ciddi bir fiziksel mekan kısıtlamasıyla karşı karşıya.

Orkestraya bakanlığın yanı sıra sivil toplum kuruluşları ve Sabancı ailesinin verdiği destek de bir noktadan sonra bu kronik eksiklikler karşısında yeterli gelmiyor.

Ayrıca, ÇDSO’na ilk kurulduğu zamanlarda verilen bir arazi, zaman içerisinde farklı kurumlara bölüştürülüyor ve en sonunda halihazırda başka bir kurumun müdürlüğüne tamamen devrediliyor. Çünkü göle nazır bu araziye tam teşekküllü bir senfoni orkestrası binası yapılması “gerekli” görülmüyor.

Halihazırda 57 sanatçı kadrosuna, yakın dönemde 22 sanatçı daha katılacak olsa da, Orkestra çok dar bir sahnede, bakımsız bir konser salonunda ve müzisyenlerin en temel ihtiyaçlarını bile karşılamada zorluk çektikleri bir kulis ve fuaye ortamında önümüzdeki dönemde çok daha zorlu bir süreç yaşamaya hazırlanıyor.

Avrupa’nın en prestijli yarışmalarından biri olan Wieniawski Keman Yarışması birincisi ve Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı mezunu Veriko Tchumburidze’den yine Mersin konservatuvarı Mezunu Zürich Tonhalle Senfoni Orkestrası baş kemancısı Alican Süner’e, dünyanın en prestijli orkestrası olan Berlin Filarmoni Orkestrası’nda kadro alan ilk Türk olarak gurur kaynaklarımızdan Adana Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuvarı mezunu Hande Küden’e dek birçok genç müzisyen Çukurova’nın bu mücevher sahnesinde dinleyicilerle buluşacak.  

En son olarak, başarılı piyano öğrencilerinden Can Saraç da şef Eray İnal yönetiminde ÇDSO ile Beethoven 2.piyano konçertosunu seslendirmişti.

Bunun yanı sıra uluslararası düzeyde isminden söz ettirmiş piyanistler, flüt sanatçıları, çellistler de Çukurova’ya bu değerli orkestranın yenilikçi projeleri çerçevesinde geldiler ve gelmeye de devam ediyorlar.  

Belediyeye ait bu küçücük mekan, kocaman projeler eşliğinde fiziksel olmasa da sanatsal anlamda büyüdü; Bach’la birlikte Barok, Debussy’le birlikte empresyonist, Dvořák ile geç Romantik dönem bu sahnede yeniden canlandı.

Ancak tıpkı Latin Amerika’nın en başarılı yazarı Eduardo Galeano’nun Sessizlik Lütfen adlı denemesindeki o anlamlı sözü gibi, “susarak konuşan sessizlik sözü söylemeyi öğretiyor”. ÇDSO’nun biletleri her defasında tükenen, dinleyicilerin tıklım tıklım salona doluştuğu, şehre bin kat daha değer ve sanat katan bu güzel projeleri gerçekleştirdiği sahnenin küçüklüğü, bir noktadan sonra akustiğin yetersizleşmesi, mekanın duvarlarındaki koca delikler, dökülen sıvalar, binanın girişinden tuvalet alanlarına, kulis odalarına dek devam eden bakımsızlık herkesin sustuğu, kanadı kırık bir sessizliğin hüküm sürdüğü, ancak sözü söylemenin de gerektiği bir eksiklik.

Orkestra, belediyeye ait olan bir salonda çalıştığı için ve burada sürekli başka etkinlikler de olduğu için, provaları bazen uzatamıyorlar, çift prova yapmak için günler öncesinden programlamaları gerekiyor. Beş yüz elli kişilik salon, Çukurovalı müzikseverlere bazı özel konserlerde yetmiyor ve biletler çıktığı gün bitiyor.

Üstelik, Adana’da bir tane bile tam teşekküllü kültür merkezi olmayışı bu şehrin canlı kültür-sanat potansiyelinin birçok kesim nezdinde gözardı edilmesine, önemsenmemesine, şehrin sadece kebap ve şalgamla eşdeğer görülmesine yol açıyor. 

Berlin’in orta yerinde “bu şehirde müzik var” dedirten Berliner Philharmonie binasını veya Amsterdam’da kanalların arasından kendini gösteren Concertgebouw’un kırmızı kadife koltuklarını ve ahşap yer döşemelerini ya da Brüksel’in art nouveau tarzıyla ünlü mimar Victor Horta imzalı Bozar binasının kırmızı mermer döşemeleri, pirinç tırabzanları ile sunduğu sanatsal çekiciliğini düşünün.

Veya çok uzağa gitmeyin, Başkent’e kazandırılan o müthiş Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın temel geometrik şekillerin şiirsel bir kompozisyon içerisinde bir araya geldiği, üzüm bağı modeli şeklinde tasarlanan izleyici bölümünü, prizma şeklindeki gövdenin yükseldiği fuaye alanını, yani o harika mekânsal kurgusunu anımsayın.

Sonra da Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası’na tahsis edilen mekanın küçüklüğü, yetersizliği ve bakımsızlığını gözlemleyin.

Adana, Türkiye’ye birçok sanatçı ve iş insanı kazandırmış bir şehir... Yaşar Kemal’den Yılmaz Güney’e, Muzaffer İzgü’ye Sabancı ailesine dek şehri manevi olarak ayakta tutan birçok sembolik isim var.

Bakanlıkların bütçeleri hazırlanırken, Adana’nın Türkiye ve dünya çapında tanınmış onca varlıklı ailesiyle işbirliği yapma olanakları varken, ilgili mercilerin 2024 yılı harcamaları arasına bu değerli orkestraya hak ettiği büyüklükte ve gelişmişlikte bir sahne kazandırmanın çok güç olmayacağını düşünüyorum.

Bu açıdan Kıta Avrupası’ndan örnek alınabilecek çok fazla proje de var. Örneğin Zürih’te Tonhalle Orkestrası’na yeni bir konser salonu inşa edilmesi için ta 1868 yılında siyasetçiler, eğitmenler, koro ve orkestra yöneticileri, tüccarlar bir araya gelip bir kurul oluşturmuşlar. En sonunda halkın da görüşleri dikkate alınarak Viyanalı iki mimara az bütçeyle, Zürih Gölü manzarasında çok hoş bir bina yaptırılmış ve salon 1895 yılında Brahms’ın yönetiminde, kendisinin Bariton, Koro ve Orkestra için Zafer Şarkısı’yla açılmış. Örneğin ÇDSO’nın hayalleri süsleyen yeni binasının, aynı zamanda fagot sanatçısı ve besteci olan şefleri Eray İnal’ın bir bestesi ve onun yönetiminde açılması gibi... Hayal bu ya...

Bir ülkenin kültür-sanat bütçesinde orkestraların yenilenmesine, ihtiyaçlarının karşılanmasına ve fiziksel olarak genişlemesine imkan sunacak altyapı projelerinin geliştirilmesine yapılan her yatırım, o orkestralardaki müzisyenlerin iyi olma haline, beyin göçüyle daha iyi şartlar altında yaşamak üzere yurtdışı hayalleri kurmasına gerek kalmamasına, kendileri gibi değerli sanatçıları yetiştirmek için sahneyi gençlere ve çocuklara açmasına ve bir şehri, ardından da bir ülkeyi kültür-sanat alanında markalaştıracak projelerini yoğunlaştırmasına hizmet eder.

Bir orkestra binasına yapılan yatırım, sadece fiziksel bir mimari proje değildir. O şehre verilen önemin, o şehrin ülke gözünde yeniden konumlanacak olan özelliklerinin teyit edilmesidir.

Bir orkestra binası, çocukların ve gençlerin sanata erişim ve eğitim hakkına yapılan destek demektir. Bu, söz konusu şehirdeki gençlere, yaşlılara, çocuklara, müzikseverlere, sanatçılara verilen değerin turnusol kağıdıdır.

Bir bina, sadece bir bina değildir. Bir orkestra binası, o şehrin kalıcı simgelerindendir. 

Bu orkestra binası, yaklaşan yerel seçimlerde Adana’daki her yerel siyasetçi adayı ve siyasetçinin seçim programında olması gereken en önemli hedeflerden biri olmalıdır. Çünkü müzik siyaset-üstüdür, müzik halk içindir.

Bir bina, Ankara, İstanbul ve İzmir’dekilerden sonra kurulan ilk orkestra olan ve 1992 yılında ilk konserini veren Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası için bir binadan daha fazlasıdır. Dünya çapında ünlü şefler ve solistleri konuk eden bu orkestra için, ihtiyaçlarını karşılayan bir salon, kurumsal ve kentsel prestijdir.

Büyük edebiyat ustası Yaşar Kemal, “Bir şehir var, Adana şehri. Safi sırçadan tiril tiril yanar gece gündüz. Aynen güneş gibi,” der. Biz müzikseverler olarak zihnimizin akustiği de, bir güneş gibi gece gündüz tiril tiril parlayan Adana’nın orta yerinden süzülen Seyhan’ın sularına uzun zamandır bu orkestradan dökülen notalar da, bize bu şehrin kültür-sanat hayatına böyle bir kritik yatırımın artık ivedi olduğunu söylüyor.

* Bu konuda okuma önerisi: Yalçın Akyıldız, Müziğin Mabetleri: Konser Salonlarının Büyüleyici Dünyası, Literatür, Aralık 2021


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.