‘Yargıda kararın arkasından dönme kültür haline geldi’

Gelecek Partisi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin yayınlanmasının yıldönümü nedeniyle “2021 Türkiye’si ve İnsan Hakları” başlıklı sempozyum düzenledi.

Google Haberlere Abone ol

Ogün Akkaya

ANKARA - Gelecek Partisi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin yayınlanmasının 73’üncü yıldönümü nedeniyle genel merkez binasında, “2021 Türkiye’si ve İnsan Hakları” başlıklı bir sempozyum gerçekleştirdi. Anayasa hukukçularının ve insan hakları alanında çalışmalar yürüten akademisyenler ile siyasetçilerin konuşmacı olarak yer aldığı, Gelecek Partisi İnsan Hakları Başkanı Prof. Serap Yazıcı'nın organize ettiği sempozyum, üç oturumda tamamlandı.

Sempozyuma Cumhuriyet Halk Partisi İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca, Halkların Demokratik Partisi Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı Bülent Şahinalp de katıldı.

DAVUTOĞLU: SİYASİ PARTİLER DİNAMİK OLMAK ZORUNDA

Sempozyumun açılış konuşmasını gerçekleştiren Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, parti programlarının ilk cümlesine siyasetin temel odağı olarak insan onurunu koyduklarını belirterek konuşmasına başladı. Partilerinin salt bir iktidar mücadelesi için değil, insan onurunu ayağa kaldırmak için yola çıktığını aktaran Davutoğlu, “Siyasi partiler bir düşünce kuruluşu gibi, kendi içlerinde değişen dünya şartlarına uyumlu ve dünya şartlarını anlamlandıran bir yapı geliştiremezlerse bir süre sonra donuklaşırlar ve statükoya mahkum ederler. Tarih nasıl dinamik ise siyasi partiler de dinamik olmak zorunda” dedi.

‘TÜRKİYE’DE İNSAN HAKLARINI KONUŞURKEN OLUMLU TEK BİR ŞEY SÖYLEYEMİYORUZ’

Sempozyumu organize eden Gelecek Partisi İnsan Hakları Başkanı, Prof. Serap Yazıcı ise hazırladığı sunumunda geçmiş yılların insan hakları durumunu ve günümüzde gelinen noktayı değerlendirdi ve çözüm önerilerini anlattı. Demokrasi ve insan haklarında yaşanan gerilemeyi üç başlıkta değerlendiren Yazıcı, Gezi Parkı protestoları, 17-25 Aralık soruşturmaları ve Olağanüstü Hal süreci döneminde yaşanan hak ihlallerini örnekler üzerinden sıraladı.

Yazıcı sunumunun sonunda ise, “Bu tablo içinde Türkiye’nin insan haklarını konuşurken, maalesef olumlu tek bir söz söyleyemiyoruz. Bugün Türkiye, uzun yıllardan beri ağır insan hakları ihlallerine sahne olan ve bunları çözemeyen bir ülke pozisyonunda” değerlendirmesinde bulundu.

‘TÜRKİYE’DEKİ BOĞUCU KRİTİK ORTAM ANAYASA MAHKEMESİ’Nİ ZORLAR HALE GETİRİYOR’

Gelecek Partisi Genel Merkezi Konferans Salonu'nda gerçekleştirilen sempozyumun ilk oturumunun moderatörlüğünü, Gelecek Partisi Aile ve Sosyal Hizmetler Başkanı Seren Yıldız yaptı. İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Başkanı Öztürk Türkdoğan, Diyarbakır Dicle Üniversitesi Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi Dr. Vahap Coşkun ve Ankara Üniversitesi Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selin Esen, demokratik ve laik devlet kavramları üzerinden seçim süreci, güvenliği ve siyasi partilerin ifade, örgütlenme özgürlüğüne ilişkin konuştular.

İHD Eş Başkanı Öztürk Türkdoğan, bağımsız olarak yürüttükleri seçim takip sürecinde yaşadıkları sorunlara değindi. Türkdoğan, seçimlere dair sadece baraj problemi olmadığını, aday olabilme ve aday yasaklamaları konularının da gözden geçirilmesi gerektiğini söyledi. "Yüksek Seçim Kurulu, (YSK) sizin adaylarınızı kabul etmiyor. Bununla ilgili sınırlama ve kısıtlamalar çok" diyen Türkdoğan, seçim takibi sürecinde yaşadıkları sorunları anlattı, "İktidarın seçimlerdeki tavrı konjonktürel tutumuna göre şekilleniyor” dedi.

Sempozyumda, Diyarbakır Dicle Üniversitesi Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi Dr. Vahap Coşkun ise “Demokratik Devlet: Siyasi Partilerin İfade ve Örgütlenme Hürriyeti Yönünden” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. İdeolojilerin siyasi partileri belirleyen temel maddelerden biri olmadığını, asıl unsurun tutarlı bir örgüt yapısının olması, siyasete katılma olanağını sağlayan etkili bir kanal işlevi görmesi ve iktidarı kazanmaya yönelmiş olması gerektiğini ifade eden Coşkun şunları söyledi:

“Siyasal partiler, siyasal sosyalleşmeyi sağlarlar. Bir toplumdaki siyasal kültürün oluşturulması, pekiştirilmesi ve yeni bir kültürün yaratılması noktasında hayati bir görev ihya ederler. Bu işlevlerini dikkate aldığımızda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Demokratik bir toplumun ya da modern bir demokrasinin işlemesi için siyasi partiler olmazsa olmaz özelliktedirler.”



‘AYM BÜTÜN İNANÇLARA EŞİT MESAFEDE DURAN BİR DURUŞU BENİMSEMEDİ’

Birinci oturumun son konuşmasını Prof. Dr. Selin Esen yaptı. ”Laik Devlet” başlıklı sunum gerçekleştiren Esen, laiklik kavramı üzerinden yaşanan temel insan hakları ihlallerini Anayasa Mahkemesi’nin yaklaşımı üzerinden anlattı. Laiklik ilkesinin diğer ilkelerle de bağlantısını olduğunu belirten Esen, ifade özgürlüğü, toplantı özgürlüğünü, gösteri yürüyüş özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğünü bu bağlantılar olarak örneklendirdi.

Esen, eşitlik ilkesinin günümüz demokrasisinin ayrılmaz bir parçası olduğunu söyledi. Devletin bütün inançlara eşit mesafede olması gerektiğini söyleyen Esen, ”Kamusal alanda ise ne bir inancın üstünlüğüne ne de herhangi bir dinin düşmanlığına dayanmaması anlamına geliyor. Din ve vicdan özgürlüğü açısından Anayasa Mahkemesi laiklik ilkesine uygun, bütün inançlara eşit mesafede duran bir duruşu benimsemedi” dedi.

‘İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NDEN ÇIKAN DEVLET SOSYAL DEVLET DEĞİLDİR’

İkinci oturumun moderatörlüğü ise Doç. Dr. Ali Rıza Çoban tarafından gerçekleştirildi. Gelecek Partisi İnsan Hakları Başkan Yardımcısı Avukat Hasan Seymen, HDP eski Milletvekili ve Kars eski Eş Başkanı Ayhan Bilgen ile Dr. Günal Kurşun konuşmacılar arasında yer aldı. İnsan hakları karşısında devletlerin tutumlarının değerlendirildiği ikinci bölümde ilk konuşmacı Avukat Hasan Seymen oldu.
Seymen, vatandaşların sosyal politikalara erişimi ve sosyal devletin gerekliliğin neler olduğu konusunda sunum yaptı. "Bütün branşlarda plansızlık ayyuka çıkmış" diyen Seymen “Pandemi döneminde gördük ki iban gönderen devlet sosyal devlet değil. Önemli kurumları özelleştiren, pırlantaya sıfır vergi getirip, çiftçiye kota koyan zam yapan devlete sosyal devlet demek mümkün değil. Yıllarca yandaşlara, müteahhitlere yardım yapan devlet, sosyal devlet değildir. Kendi ülkesinin şehriyle anılan İstanbul Sözleşmesi’ni iptal ederek kadınların şiddet görmesinin önünü açan devlet, sosyal devlet değildir” diye konuştu.



‘RESMİ BİR İDEOLOJİ OLMASI GEREKİYORSA BU İNSAN HAKLARI OLMALIDIR’

Sempozyumun ikinci oturumunun ikinci konuşmasında Ayhan Bilgen ise "İnsan Haklarına Saygılı Devlet” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. İnsan haklarına saygılı devlet ile insan haklarına dayalı devlet algısı arasındaki farka vurgu yapan Bilgen, iki kavram arasında hiyerarşik fark olduğunu söyledi.

İnsan hakları kavramının anayasada yer alış şekline ilişkin konuşan Bilgen “Mevzuatı ve uygulamayı dışarıda bırakırsanız, ikisinin arasında dağlar kadar fark var. Örneğin uygulamayı kattığınızda kelimelerin pek bir anlamı kalmıyor. Anayasaya ‘saygılı’ diye yazıp son derece saygılı bir yönetim pratiği ortaya koyabilirsiniz ya da ‘dayalı’ diye yazıp insan haklarının canını okuyabilirsiniz. Anayasanıza insan hakları ile ilgili gönderme yaptığınızda onu nereye konumlandırıyorsunuz elbette önemli. Bürokrasiniz, yargınız, güvenliğiniz, medyanız, sivil toplum… Bütün olarak nereye konumlandırıyorsunuz çok daha belirleyici. Denge denetleme işlevi açısından insan haklarının yeni yönetimin ideolojik denetim aracı olması gerekiyor. Devletin resmi bir ideolojisi olması gerekiyorsa bu sadece insan hakları olmalıdır” dedi.

‘ESKİSİNDEN DAHA FAZLA HUKUK DEVLETİNİ KONUŞMAK MECBURİYETİNDEYİZ’

Kanun Hükmünde Kararnameyle (KHK) ile ihraç edilen hukukçu akademisyen Dr. Günal Kurşun ise “Hukuk Devleti” başlıklı bir sunum yaptı. KHK ile ihraç edildiğini hatırlatan Kurşun “Bir takım vatandaşlık haklarımı kullanmakta dahi zorlanıyorum” dedi. 'Büyük Ada Davası' kapsamında Silivri Cezaevi’nde yüz gün boyunca hapis yattığını hatırlatan Kurşun, “Ceza Hukuku ve İnfaz hukuku alanlarını test etme fırsatım oldu. Başta konu Türkiye'de hukuk devleti ise belki de biraz susmak gerekiyor dedim. Siyasi partilerle, akademisyenlerle, sivil toplum kuruluşları ile daha çok konuşmamız gerekiyor. Eskisinden daha fazla hukuk devletini konuşma mecburiyetindeyiz artık. Daha çok hukuk devleti talep etme durumundayız. Bu durum hepimizin hayatına dokunan bir alan. Hukuk devleti yaşamsal bir noktada karşımıza çıkıyor” diye konuştu.

‘KARARIN ARKASINDAN DÖNME, TÜRK YARGISINDA GİDEREK GENELLEŞEN BİR KÜLTÜR HALİNE GELDİ’

Üçüncü ve son oturum Emekli Büyükelçi Ümit Yardım’ın moderatörlüğünde gerçekleştirildi. Sempozyuma Zoom üzerinden bağlanan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Eski Yargıcı Dr. Rıza Türmen, “İnsan Haklarına Saygılı Devlet Olarak Türkiye’nin Sorumluluğu: Avrupa Konseyi ve Kavala Davası Bağlamında Türkiye’yi Bekleyen Sonuçlar” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Rıza Türkmen, AİHM’in Osman Kavala’nın başvurusunu iki yönden incelediğini belirtti ve bu incelemelerin nasıl gerçekleştiğini, mahkemenin ne kadar verdiğini anlattı.

“Birincisi, Osman Kavala’nın tutuklanmasının, özgürlükten yoksun bırakılmasının hukuka aykırı olup olmadığı incelendi, ikincisinde ise hükümetin Osman Kavala’yı sözleşmede öngörülmeyen başka nedenlerle siyasi olarak tutuklayıp, tutuklamadığı incelendi. Birinci inceleme sonrası AİHM dedi ki ‘Tutuklama için gerekli olan makul şüpheyi doğuracak hiçbir neden yok iddianamede.’ Osman Kavala’nın tutukluğunun hukuka aykırı olduğuna karar verdi. 18 madde açısından incelendiğinde ise bu madde çok ender olarak ele alınan bir madde. Devletin yetkilerini, hakkı kötüye kullanıp, kullanmadığı inceledi ve dedi ki ‘Tutuklama ile ilgili iddianame tamamen boş’ Savcılığın ortaya attığı suçları kanıtlayacak hiçbir delil yok. AİHM, Osman Kavala’nın tutuklanmasının siyasi nedenlerle yapıldığı kanısına vardı. AİHM, Kavala’yı susturmak ve Türkiye’deki sivil toplumu sildirmek amacıyla tutuklandığı kanısına vardı ve 18. maddenin ihlal edildiğini kararını verdi. Kararın sonunda da dedi ki ‘Bu hukuka ayrı karar daha fazla sürdürülmemelidir ve Osman Kavala derhal serbest bırakılmalıdır.’ Böyle bir karar çıkınca Türk yargısında bu kararın arkasından dönme ve bir şekilde Osman Kavala’yı serbest bırakmama çabaları başladı. Kararın arkasından dönme Türk yargısında giderek genelleşen bir kültür haline geldi. Aynı şeyi Selahattin Demirtaş’ta da görüyoruz.”