YAZARLAR

Valérien Ismaël istifaya değil kendi değerlerine geri dönmeye çağrılmalı

Beşiktaş’ın sahadaki en önemli oyun kurucusu Rachid Ghezzal olarak görülse de bu doğru değil. Elbette Ghezzal gibi bir özel yetenekten, büyük bir vizyonerden bu kadar uzun süre boyunca mahrum kalmak ve dün akşamki sakatlığından sonra bir süre daha ondan yararlanamayacak olmak büyük bir eksiklik. Ama Beşiktaş’ın son bir aydır eksikliğini en çok hissettiği oyun kurucusu başka bir oyuncu: Önde pres.

Bazı maçların öncesinde iki takımın teknik direktörlerinin demeçleri, izleyenlere kendilerini nasıl bir maçın beklediğine dair fikir verebiliyor. Dün akşam Valérien Ismaël ve Abdullah Avcı’nın demeçleri de bize bir ön izleme fırsatı verdi.

Avcı’nın demecinde öne çıkan iki şey vardı. Birincisi; kendi takımının ve rakibinin bu maça eşit şartlarda hazırlanmamış olmalarıydı. “Beşiktaş en son geçtiğimiz pazar günü oynadı. Sekiz gündür bu maçı bekliyorlar. Biz ise yedinci günde üçüncü müsabakamıza çıkacağız. Bu yüzden maça sadece görsellerle hazırlanabildik” dedi.

İkinci olarak ise rakiplerine dair bir tanımda bulundu. Beşiktaş’ın Süper Lig’deki en fazla baskı yapan, en fazla ikili mücadeleye ve hava topu mücadelesine giren ve en fazla faul yapan takımı olduğunu belirtti.

Yani Trabzonspor’un yorgun, Beşiktaş’ın ise daha hazır olduğunu söylüyordu Avcı. Ayrıca Beşiktaş’ın zaten fiziksel kaliteyi öne çıkaran bir futbol tarzının da olduğunu ve belli ki bu tarzlarının da bilhassa bu sıkışık takvimlerinin içinde kendilerine sorun yaratabileceğini düşünüyordu.

Buna karşın Ismaël’in açıklamaları ise fiziksel kaliteden ziyade başka bir tarafı işaret ediyordu. Rachid Ghezzal ve Kevin Nkoudou’nun sakatlıklarının ardından uzun bir süre sonra yeniden 11'de olmalarının kendisine hatırlatılması üzerine, “Büyük maçları büyük oyuncularla ve yaratıcı oyuncularla kazanırsınız. Hücum bölgesindeki eksikliğimizi giderdik. Yaratıcılığımızı tutkumuzla birleştirmek istiyoruz” dedi.

Ve bu açıklama, Trabzonspor için iyi bir haberdi. Zira Avcı’nın da altını çizdiği üzere yorgun olan ve Beşiktaş’ın yüksek yoğunluklu futboluna karşı bu yorgunluklarını daha da hissedebilecek konuk ekip için Ismaël’in 11'e geri dönen Ghezzal ve Nkoudou’nun yaratıcılıklarına, yani teknik kaliteye vurgu yapması, onlar için gerçekten iyi bir haberdi. Bu sayede rakipleriyle hemen hemen denk bir maç oynayabilirlerdi. Öyle de oldu.

Beşiktaş’ın iç sahada oynadığı bir önceki büyük maçta Fenerbahçe’ye karşı fiziksel kalitesini ortaya koyması o kadar kolay değildi. Çünkü hem Fenerbahçe de tıpkı kendileri gibi bir yüksek yoğunluk takımıydı hem de o hafta millî aradan dönüldüğü için kendilerinin karşısına Trabzonspor gibi üç gün önce bir Avrupa maçı oynayarak çıkmamışlardı. Bu yüzden Fenerbahçe derbisinin Ismaël açısından en azından başlangıç planı olarak daha dengeli bir şekilde kurgulanması bu yönüyle anlaşılırdı.

Fakat Beşiktaş’ın Trabzonspor’a karşı en büyük şansı kendi güçlü yanıydı, yani fiziksel kaliteleriydi. Hem Trabzonspor’un teknik kaliteyi ön plana çıkaran bir takım olmasından hem de kendilerinin karşısına yoğun bir takvimin içinde çıkmalarından dolayı. Ama Beşiktaş yine tıpkı Fenerbahçe maçında olduğu gibi dün akşam da maça yüksek yoğunluklu bir futbolla başlamadı. Ya da başlayamadı.

Bunun elbette birçok sebebi olabilir. Trabzonspor’un henüz 11. dakikada Beşiktaş adına çok kötü bir görüntü veren bir duran top organizasyonsuzluğunun neticesinde öne geçmesi, bunlardan biri olarak sayılabilir. Bu golün ardından Trabzonspor’un neredeyse tamamen topun arkasına geçmesi ve Beşiktaş’ın rakibi karşısında topla baskı kurmak zorunda kalması, oyunun temposunu düşürdü ve maçın fiziksel değerler üzerinden oynanmasını engelledi.

Fakat bu yalnızca işin bir tarafı. Diğer taraftan Beşiktaş’ın sezon başındaki fiziksel kalitesinden son bir ayda giderek uzaklaştığından da bahsetmek gerekiyor. Ve hâliyle bu durum, oyununu yüksek tempo, önde baskı ve yoğunluk gibi kavramlar üzerinden tanımlayan Beşiktaş’ın hem kendi kimliğinden uzaklaşmasına hem de futbol kalitesi anlamında sıradanlaşmasına neden oluyor.

Peki bunun sebebi olarak neler sayılabilir? Birincisi; personel değişikliği olabilir. Beşiktaş sezonun ilk beş haftasında yüksek tempolu ve etkileyici bir futbol oynarken, hâliyle bu oyun tarzına ayak uydurabilen oyunculara sahipti. Özellikle merkez orta saha üçlüsü, ön alan baskısında hücum üçlüsünü çok iyi destekliyordu.

GEÇEN HAFTALAR

Josef de Souza’nın sakatlığı nedeniyle kadroda yer almamasından dolayı ilk hafta savunma önünde Salih Uçan, sağ içteyse Kartal Kayra Yılmaz oynamıştı. Fakat bu ikili pozisyon ve rol paylaşımında çok fazla üst üste binince, ikinci haftadaki Alanyaspor deplasmanından itibaren bir sonraki Fatih Karagümrük maçında da savunma önünde net bir kesici olarak Berkay Vardar yer almış, sağ içte Salih Uçan oyun kurucu rolünde, sol içte de Gedson Fernandes iki hat arasındaki köprü rolünde kullanılmıştı. Ve bu üçlü hem kendi aralarında birbirlerini çok iyi tamamlamış hem de Jackson Muleka, Kevin Nkoudou ve Wout Weghorst’tan oluşan hücum üçlüsünü önde baskı anında çok iyi desteklemişti.

Ardından dördüncü haftadaki Sivasspor maçından itibaren Berkay’ın yerine Dele Alli 11'e girdi. Bu aynı zamanda dizilişi de 4-3-3’ten 4-2-3-1’e döndürdü. Salih ve Gedson ikili bir merkez oluştururken, Dele Alli önlerinde konumlandı. Bu değişiklik ise o maç özelinde, yoğunluk anlamında çok büyük bir sorun yaşatmadı. Ama bunda Sivasspor’un da sezona çok kötü bir giriş yapmasının payı vardı.

Beşinci hafta Ankaragücü deplasmanında da yine aynı merkez üçlü vardı. Ayrıca sakatlığını atlatan Josef de dönmüş ve oyuna sonradan girmişti. Hem zemin şartları hem de gergin atmosfer nedeniyle futbolun neredeyse hiç oynanamadığı bir maçtı.

Josef o maçın sonunda kendilerine saldıran bir holiganı etkisiz hâle getirdiği için kırmızı kart gördü ve tuhaf bir şekilde cezası iptal edilmediği için bir sonraki hafta Başakşehir karşısında oynayamadı. Aynı şekilde Dele Alli de sakatlığından ötürü Başakşehir maçında yoktu. Bu yüzden yeniden Berkay, Salih, Gedson üçlüsüne dönüldü. Beşiktaş o maçta ligdeki ilk mağlubiyetini aldı. Fakat ne oyun olarak kaybetmeyi hak etmişti ne de pres yoğunluğunda bir azalma vardı.

Yedinci haftadaki İstanbulspor maçından itibaren ise Beşiktaş’ın oyununda sapmalar, düşüşler görülmeye başladı ve buna bağlı olarak peş peşe puan kayıpları geldi. O maçta Dele Alli yine yoktu, ama savunma önüne Josef yerleşmişti. Bir sonraki hafta Fenerbahçe derbisindeyse artık hem Dele Alli dönmüş hem de Josef formasını korumuştu. Kesik yiyen oyuncu ise ilk defa Gedson olmuştu. Aynı zamanda ön üçlünün solunda da Nkoudou sakatlanmış ve onun da yerini Nathan Redmond almıştı.

Geçen haftaki Giresunspor deplasmanındaysa Salih’in sakatlığı nedeniyle ilk defa Josef, Gedson, Dele Alli merkez üçlüsünü görmüştük. Merkezi üç yabancıdan oluşturunca, 11'de bulunması gereken üçüncü yerli oyuncu da sağ kanatta Muleka’nın yerine Tayfur Bingöl olmuştu. Beşiktaş üç haftanın ardından kazansa da oyundaki gerilemeyi durduramamıştı.

Ve dün akşam… Tıpkı Fenerbahçe maçında olduğu gibi Gedson yine yedek kulübesindeydi ve Josef-Salih merkez ikilisinin önünde bir kez daha Dele Alli vardı. Ayrıca ön üçlünün kenarlarında da Ghezzal ve Nkoudou geri dönmüştü, ama hâliyle maç ritimlerini kaybetmiş bir hâlde. Nitekim Ghezzal de ilk yarının sonunda sakatlanıp oyunu terk etmek zorunda kaldı.

Tüm bu özetin sonunda varmak istediğim yer ise kısaca şu: Josef ve Dele Alli’nin orta sahaya girmelerinin, Beşiktaş’ın hem temposunu hem de pres yoğunluğunu düşüren başlıca etkenlerden olduğunu düşünüyorum. Ve elbette kadrodaki fiziksel kapasitesi uzak ara en yüksek orta saha oyuncusu olan Gedson’un ana plandan çıkması da buna dâhil.

SEÇENEKLER

Bu durumda Ismaël iki çözüm düşünebilir: Ya Josef ve Dele Alli’nin ikisini birden 11'den kesip Berkay, Gedson ve Salih’ten oluşan merkez üçlüye geri dönecek ya da dün akşam maçı bitirdiği şekilde merkezi Josef ve Gedson’a emanet edip forveti ikileyecek.

İlk seçenek, Beşiktaş’ın merkezdeki yaratıcılığını ve skor tehdidini aşağıya çekse de temposunu, dinamizmini ve baskı yoğunluğunu yeniden yukarıya çekecektir. Ayrıca kanatların birinde Muleka ya da Cenk Tosun’dan birini kullanarak da merkez üçlünün skorerlik eksikliği giderilebilir. Tıpkı ilk beş haftada Muleka’nın yaptığı gibi.

İkinci seçenek ise Beşiktaş’ı merkezde sayısal olarak eksiltse ve savunma güvenliğini azaltsa da, dün yetmiş dakika boyunca yaşadığı ceza sahasında çoğalma sorununu aşmasını sağlayacaktır. Özellikle dün akşamki gibi ana hücum planının diyagonal uzun paslarla kanat oyuncularını rakip savunmanın kenarlarıyla bire birde bırakmak ve ortalarla pozisyon bulmak olduğu maçlarda. Nitekim dün akşam Dele Alli’nin yetmiş dakika boyunca yapamadığını Cenk’in üç dakikada yaptığı görüldü.

Napoli teknik direktörü Luciano Spalletti, hafta içi Ajax’ı bir kez daha yendikleri Şampiyonlar Ligi maçından sonra derslik bir açıklamada bulundu. Gazetecilerin basın toplantısında Napoli’nin hücum taktiklerini ve 4-3-3 dizilişlerini övmesinin ardından futbolda artık sistemlerin olmadığını, meselenin rakibin bıraktığı boşlukları doldurmak, o boşlukları hızlı bir şekilde tespit etmek ve rakibin vurulacağı en doğru ânı bilmekte olduğunu söyledi.

Spalletti gibi daha birçok teknik direktörün de söylediği gibi önemli olan dizilişler değil. Önemli olan sahadaki her oyuncudan en iyi verimin hangi pozisyonda ve rolde alınacağını bilmek. Avrupa’daki öğretici futbol akıllarından bir diğeri olan Ralf Rangnick’in, geçen yıl katıldığı Coaches’ Voice Antrenörlük Konferansı’nın açılış konuşmasında yaptığı açıklamalardaki şu bölüm de bu açıdan kıymetliydi:

“Hoffenheim’daki ikinci yılımda, baklava orta sahayla 4-4-2 oynadık. Forvetler Demba Ba ve Chinedu Obasi’ydi. Vedad Ibisevic çoğunlukla yedek kulübesindeydi. Ardından Obasi, Nijerya ile Olimpiyat Oyunları’na gitti. Ba ve Ibisevic ile aynı dizilişi oynadık ve sezon öncesi Ibisevic her maçta gol attı. Bir hafta sonra Chinedu geri döndü, bu yüzden bir sorunumuz bulunuyordu; elimizde çok iyi üç forvetimiz vardı. Antrenör ekibime dizilişi değiştirmemiz gerektiğini söyledim. Üç forvetle 4-3-3 oynamak zorundaydık. Ba ve Chinedu ile aramızda o zamanlar birkaç tartışmamız oldu, ama sonunda o kadar çok maç kazandık ve o kadar çok gol attık ki, altı ay sonra Bayern Münih'in önünde ligin zirvesine yerleştik.”

Beşiktaş’ın dün akşam maçı bitirdiği formasyon olan 4-4-2 dizilişini de aynı sebepten ötürü bu sezon daha sık kullanması gerekebilir. Çünkü Süper Lig standartlarının üzerinde üç santrforları var: Weghorst, Muleka ve Cenk. Üstelik Weghorst’un yanına ikinci bir oyuncuyu sokmakta zorlanılıyorken, Dele Alli bu konuda açıkça yetersiz kalıyorken ve ceza sahasına bu kadar çok orta gönderiliyorken, bu üçlüden ikisini yedek kulübesinde bekletmek daha da anlamsız görünüyor.

ÇÖZÜM İSTİFA DEĞİL

Son olarak, Beşiktaş’ın sahadaki en önemli oyun kurucusu Ghezzal olarak görülse de bu doğru değil. Elbette Ghezzal gibi bir özel yetenekten, büyük bir vizyonerden bu kadar uzun süre boyunca mahrum kalmak ve dün akşamki sakatlığından sonra bir süre daha ondan yararlanamayacak olmak büyük bir eksiklik. Ama Beşiktaş’ın son bir aydır eksikliğini en çok hissettiği oyun kurucusu başka bir oyuncu: Önde pres. Beşiktaş ilk beş haftada bu oyuncusu sayesinde rakiplerini hazırlıksız yakalıyor ve daha ilk yarılarda maçı bitiriyordu. Son bir aydır ise bu oyuncusundan yoksun olduğu için Beşiktaş’ın hücumları giderek tekdüzeleşti, hâliyle rakip savunmaların da işi kolaylaştı.

Fakat Beşiktaş taraftarlarının, henüz 10. haftada teknik direktörlerini istifaya davet etmeleri doğru değil. Çünkü bu bir çözüm değil. Elbette peş peşe üç doğrudan rakibin iç sahada mağlup edilememesi onları mutsuz etmiş olabilir. Aynı zamanda sahadaki kötü gidişattan da endişeli olabilirler. Ama şu an Ismaël’in istifa etmesini gerektirecek kadar olağanüstü bir durum söz konusu değil.

Belki bunu yapmak yerine, oyunda gördükleri gerilemeye daha yaratıcı bir şekilde müdahale edebilirlerdi. Örneğin zamanında Mustafa Denizli için besteledikleri o çok şık tezahürattan mülhem, şöyle denilebilir: "Ne zaman yüksek tempo diye bağırsak kursağımızda kalıyor. Söylesene bize hoca, takım niye artık önde basamıyor?”


Onur Özgen Kimdir?

1989, İzmir doğumlu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okudu. Gazetecilik hayatına 2008 yılında aylık sosyalist bir dergi olan RED Dergisi'nde başladı. Ardından sırasıyla Campaign Türkiye, FourFourTwo Türkiye, GOAL Türkiye ve Mackolik'te içerik editörlüğü ve yazarlık yaptı. Bir dönem BJK TV'de Avrupa futbolu üzerine yorumlarda bulundu. Son olarak ise GOAL Türkiye'de yazı işleri müdürlüğü görevini üstlendi. Şu anda Gazete Duvar ve Socrates Dergi'de futbol yazarlığı yapıyor ve Parodi Yayınları'nda yine futbol üzerine çocuklara yönelik kurgusal biyografi kitapları kaleme alıyor. Ayvalık'ta yaşıyor.