VİDEO

Vahap Coşkun: Aday çıkarmaması HDP'nin oyun alanını daralttı

Seçim sonuçlarını değerlendiren akademisyen Vahap Coşkun, HDP'nin 'kendi haritasını yeniden çizdiğini ancak bunun değişim için yeterli olmadığını' söyledi.

DİYARBAKIR - 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimleri geride kaldı. Seçim sonuçlarını, HDP'nin stratejisini ve Türkiye'nin önündeki yeni siyasi ortamı, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Vahap Coşkun'la konuştuk.

'DİYARBAKIR'DAKİ SONUÇLAR 3 ŞEKİLDE OKUNMALI'

Önce Diyarbakır'ın güçlü partilerinden bahsedelim. HDP 8 milletvekili çıkardı. AK Parti 3 milletvekili çıkardı ve CHP 20 yıl sonra 1 tane milletvekili çıkardı Diyarbakır'dan. Bunu nasıl değerlendirmek lazım? HDP'deki oy kayıplarıyla ilgili mi? CHP'nin, mesela Sezgin Tanrıkulu'nun çalışmasıyla ya da onun Diyarbakır'daki prestijiyle ilgili mi? AK Parti önceki seçimde de 3 milletvekili çıkarmıştı. Yeniden 3 milletvekili çıkardı. Bunlar ne anlama geliyor?

Diyarbakır'daki sonuçlara dair üç tur okuma yapmak lazım. Bunlardan bir tanesi, HDP'nin beklediği oy oranına ulaşamadığı. Hem oy oranı hem milletvekili beklentisi çok daha yüksekti ancak bu gerçekleşmedi. Dolayısıyla HDP'nin Türkiye genelinde olduğu gibi, Diyarbakır özelinde de seçmen ile olan ilişkisinde bir problemin varlığına işaret ediyor bu durum. Öncelikle bunu tespit etmek lazım.

İkincisi, AK Parti'de beklenen oy düşüşü yaşanmadı. Daha fazla düşeceği düşünülüyordu. Bunun sebeplerinden bir tanesi AK Parti'nin Hüda-Par ile yapmış olduğu işbirliği. Bu sayede Hüda-Par seçmenlerinin önemli bir kısmını kendi arkasında tahkim etti AK Parti ve kaybettiği seçmeni Hüda-Par seçmeni ile doldurdu. Bu AK Parti'nin kendi mevziisini korumasını sağladı.

Üçüncüsü de CHP'nin almış olduğu milletvekili. Sizin de belirttiğiniz gibi uzunca bir süreden beri CHP Diyarbakır'dan milletvekili çıkartamıyordu. Aslında bölgeden milletvekili çıkartamıyordu. Ama 2023 seçimleriyle birlikte CHP bölgeye ve Diyarbakır'a girmiş oldu. Diyarbakır'dan, Urfa'dan vekil çıkarttı.

CHP'nin bölge siyasetine dahil olmasının altında da bence üç önemli nokta var. Bir, HDP'nin siyasetinin geri çekilmesi. İki, AK Parti'nin Kürtler ile olan mesafesinin açılması. Üç, CHP'nin bir değişim dili kullanmaya başlaması, Kürtler ile arasındaki mesafeyi kısaltmaya yönelik bir siyaset izlemeye başlaması. Bunun sonucu olarak da Diyarbakır siyaseti çok uzun süreden beri gelen iki partili yapısından, üç partili bir yapıya evrildi. Dolayısıyla hem Diyarbakır'da hem bölgede siyaset arenasının bundan sonraki süreçte daha da renkleneceği, siyasal rekabetin daha da artacağını söylemek mümkün.

'HDP, CHP İÇİN 'YOL TEMİZLİĞİ' YAPIYOR'

Şimdi bu tespitleri biraz açmak gerekiyor. Örneğin HDP'nin oy kaybettiğini söylediniz. HDP Diyarbakır'da neden oy kaybetti?

Sadece Diyarbakır özelinde değil, Diyarbakır'da da tabii ki söyleyeceğim nedenlerin önemli bir etkisi var ama genel olarak değerlendirdiğimizde, bu seçimlerin HDP açısından bir başarı olarak nitelendirilmeyeceği açık.
2018 seçimlerinde HDP Türkiye genelinde yüzde 11.7 oy almıştı, şimdi yüzde 8.7'ye çekildi. 3 puanlık bir kayıp var burada. HDP gibi bir partinin kendi oylarının yüzde 25'ini kaybetmiş olması ciddi bir tehlike. Bu tehlikenin doğmasına sebebiyet veren hem yapısal nedenler var hem de konjonktürel nedenler var. Yani sadece 2023 seçimleri özelinde düşünebileceğimiz nedenler var.

Şimdi bu konjonktürel nedenlere baktığımızda öne çıkan bazı hususlar var. Birincisi, HDP bana göre 2018'den itibaren genel olarak muhalefetle, özel olarak da CHP ile çok angaje bir siyaset yürütüyor. Bu, HDP seçmenlerinin bir kısmının CHP'ye gitmesine ve özellikle büyükşehirlerde HDP seçmenlerinin CHP'ye kaymasına sebebiyet veriyor.

HDP'nin en önemli iddialarından bir tanesi 'üçüncü yol' iddiasıydı ancak muhalefet ile bu kadar yakın bir irtibat kurulması, HDP'nin 'üçüncü yol' iddiasını da boşa çıkarttı. HDP -tabiri mazur görürlerse eğer- 2018'den itibaren adeta CHP için 'yol temizliği' yapan bir siyaset izliyor. Bu, CHP'nin lehine işlerken, HDP'nin aleyhine işledi. Görünen tablo bu. Büyükşehirlerdeki oylara baktığınızda özellikle bunu çok net olarak görürsünüz.

'BARAJIN DÜŞMESİ REHAVET YARATTI'

İkincisi, seçim sisteminin değişmesi de HDP'nin aleyhine işleyen faktörlerden bir tanesi oldu. Yüzde 10 seçim barajı varken hem HDP'nin yönetimi hem HDP'nin tabanı çok daha motive bir şekilde seçime hazırlanıyordu. Her bir oyun hesabı yapılıyor, tek bir oyun zayi olmaması için muazzam bir çaba sarf ediliyordu. Ancak (baraj) yüzde 7'ye düşünce, bu, HDP üzerinde iki türlü etkide bulundu.

Bir taraftan "nasılsa HDP barajı aşar" rehaveti hem partiye hem seçmene geldi. Diğer taraftan da HDP'nin barajı aşması için stratejik oy veren seçmenler HDP'den vazgeçtiler. Kendilerine daha yakın gördükleri partilere gittiler. Örneğin TİP'e oy verdiler. Örneğin CHP'ye oy verdiler. Bu da HDP'nin oy oranının hatırı sayılır bir şekilde düşmesine sebebiyet verdi.

Yine HDP açısından düşündüğünüzde üçüncü faktör, adayların belirlenmesi noktasında HDP'ye yönelik tabandan yükselen ciddi eleştiriler vardı. Bunu milletvekili adayları için söylüyorum. Çünkü HDP, yerel demokrasi, yerelin sesinin güçlü bir şekilde merkeze aktarılması konusunda söylem düzeyinde son derece etkili bir performansa sahip. Ama iş, adayların belirlenmesine gelince bunu gerçeğe aktaramıyor. Merkezden belirlenen adaylar seçmen düzeyinde bir tepkiye sebebiyet veriyor.

HDP gibi bir parti için adayların çok önemli olmadığı, önemli olanın tırnak içerisinde "siyasal dava" olduğu söylenebilir. Ama aday tercihleri sizin daha fazla sayıda milletvekili çıkartmanıza veya daha az sayıda milletvekili çıkartmanıza doğrudan etkide bulunuyor. Bu da HDP açısından önemli problemlerden bir tanesini oluşturuyor. 

Bir diğer önemli nokta, dördüncü faktör, HDP'nin ittifak siyaseti. Ben HDP'nin ittifak siyasetini baştan beri sorunlu bulanlardanım.

'HDP'NİN İTTİFAK SİYASETİ SORUNLU'

İttifak siyaseti en baştan beri çok tartışıldı. Hem Kürdi ittifak hem Emek ve Özgürlük İttifakı'nın içindeki tutumu çok tartışıldı.

En önemli tartışma noktalarından bir tanesi, HDP'nin işbirliği yaptığı sol-sosyalist gruplara, kendi siyasi ağırlıklarının ötesinde, üstünde bir temsili vermesi. Bu HDP'nin tabanında da şikayet edilen konulardan bir tanesi. Burada da, yani 2023 seçimlerinde de bunun aynısını gördük ama bu genel sorunun ötesinde özel bir sorun var. O da TİP ile yaşanan sorun.

TİP, yüzde üç barajına yaklaştığını düşünerek kendi listesiyle seçime girdi ve HDP ile ittifak yapmaktan, HDP'nin listesinden seçime girmekten imtina etti. HDP ise TİP'i bu ittifakın içerisine aldı. Böylece TİP'in bir baraj sorunu kalmadı. Ve TİP, HDP'nin de son derece iddialı olduğu bazı merkezlerde direkt HDP ile yarışır hale geldi. Bu son derece garip bir ittifak modeliydi. Çünkü ittifaklar karşılıklı yapılır. İttifaka giren her aktörün bundan maksimum fayda elde etmesi üzerine kurulur. Ama bir tarafın tamamıyla kaybedeceği, diğer tarafın tamamıyla kazanacağı bir ittifak modelini HDP ilk defa icat etti ve bu HDP'nin aleyhine işledi.

TİP'in çıkardığı milletvekilleri de, TİP ile yarıştığı için kaçırdığı milletvekilleri de HDP'nin hanesine eksi yazıldı. Dolayısıyla bu ittifak siyaseti açısından da HDP'nin son derece yeni bir değerlendirme yapması gerekiyor.

Parti isminin Yeşil Sol Parti olarak belirlenmesinin, yine HDP'nin seçmen kitlesi düşünüldüğünde doğru bir tercih olmadığını söylemek gerekir. Çünkü HDP'nin tabanında muhafazakar, dindar seçmenlerin çok büyük bir ağırlık taşıdığı bellidir. HDP'ye oy verenlerin tamamının bir sol ideolojiye sahip olmadığı da bellidir. HDP kendi yedek partisini hazırlarken, ta logosuna kadar dikkat gösterirken, ismi konusunda bu kadar rahat davranmasının da stratejik bir hata olduğunu belirtmek lazım.

Bunlar, HDP'nin 2023 seçimlerine ilişkin olarak görebileceğimiz, ifade edebileceğimiz konjonktürel sorunları. Ama bunun ötesinde de HDP'nin çok ciddi problemleri var, yapısal problemleri var. 2015'ten beri Türkiye siyaseti de, genel olarak Kürt siyaseti de ciddi bir değişimden geçiyor, sosyoloji ciddi bir değişimden geçiyor. HDP bu ciddi değişime tekabül edebilecek bir siyaset üretmedi. 2015'ten bugüne kadar seçmene yeni bir söz, seçmeni harekete geçirecek, onu heyecanlandıracak yeni bir söz üretemedi. Parti içi demokrasisinde problem var, kapsayıcılığında problem var vesaire.

Dolayısıyla bu 2023 seçimleri HDP için tehlike çanlarının çaldığı bir seçim. HDP'nin oturup ciddi bir muhasebe yapması, hem yapısal hem konjonktürel sorunlarını gözden geçirmesi ve bana göre yeniden yapılanması gerekiyor. Çünkü artık büyüyen değil, küçülen bir parti kimliğine bürünürse, bu HDP'nin gelecek iddiaları açısından da son derece ciddi bir soruna işaret eder.

Gazete Duvar Diyarbakır Temsilcisi Vecdi Erbay ve Akademisyen Vahap Coşkun

 

'DEMİREL'İN SÖZÜ GERÇEKLİĞİ TEMSİL ETMEDİ'

Bunları tartışıyorlardır muhtemelen, çünkü çok değil, 10 ay kadar bir zaman sonra yerel seçimler olacak. Şimdi AK Parti üç tane milletvekili çıkardı. AK Parti'yi düşündüğümüzde aslında Kürtlerden bu kadar uzaklaşmış görünürken, ekonomik sorunlar, işsizlik bariz bir haldeyken 3 tane milletvekili çıkarma 'başarısı'... Onu da değerlendirmek lazım.

Diyarbakır özelinde kendi oyunu koruması ve milletvekillerini devam ettirmesi, Türkiye genelinde de AK Parti'nin lokomotifi olduğu Cumhur İttifakı'nın 323 milletvekiliyle Meclis'te çoğunluğu elde etmesini düşündüğümüzde, burada büyük bir başarının olduğunu teslim etmemiz gerekiyor. Hukuk alanında, ekonomi alanında, siyaset alanında, bürokrasi alanında yaşanan bunca problemlere rağmen, partinin lideri Sayın Erdoğan halkın hâlâ yüzde 52'sinin teveccühünü kazanıyorsa bunun dinamiklerini elbette tartışmak gerekiyor. Benim görebildiğim çeşitli sebepleri var bunun.

Bunlardan bir tanesi kimlik siyaseti. Türkiye'de kimlik siyaseti halen çok belirleyici bir unsur. Yani insanların taşıdığı kimlikler, milliyetçi olmaları, muhafazakar olmaları, dindar olmaları, Kürt olmaları onların parti tercihlerinde son derece etkili.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin Türkiye'de kutuplaştırmayı sosyal düzeyde de artırmasıyla birlikte, insanların kendi kimliklerine yapışmaları, kendi kimlikleri etrafında siyasete katılmaları çok daha belirgin bir hale geldi. O nedenle AK Parti tabanı da yaşanan sorunların farkında olmasına rağmen, "bizim dışımızda değil de bizim içimizden birisinin bizi yönetmesi gerektiği" düşüncesiyle AK Parti'nin etrafında kümelendi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı seçti.

Şimdi kimlik siyaseti bu kadar belirleyici olunca, demin sizin bahsettiğiniz sorunlar ikincil bir hale geliyor. Yani "evet ekonomik problemlerimiz var ama yine bizden biri seçilsin" diyen hissiyat daha ağır basıyor. Siyasal performanslar ikincil bir hale geliyor. Süleyman Demirel'in söylediği o çok ünlü söz, "boş tencerenin deviremeyeceği iktidar yoktur" ifadesinin, burada bir gerçekliği tam anlamıyla temsil etmediğini gördük. Çünkü ekonomik sorunlarına rağmen insanların kendi kimliklerine yapışması önemli. Bu faktörlerden bir tanesi.

Bir diğeri de elbette muhalefetin gösterdiği performans. Yani iktidar başarısız olabilir, daha kötü yönetebilir ama muhalefetin, halkın en azından çoğunluğuna kendisinin daha iyi yöneteceği konusunda bir duyguyu aşılaması, bir duyguyla harekete geçirmesi gerekiyor. Seçim sonuçları bize şunu gösterdi: Muhalefet halen daha iyi yönetebileceği konusunda halkın çoğunluğunu ikna edemedi.

Elbette başka faktörler de var AK Parti'nin elde ettiği sonucun arkasında. Devlet imkanlarının tamamıyla AK Parti'ye seferber edilmesi, muazzam bir propaganda mekanizmasının çalışması vs. Ama zaten muhalefet bunların hepsinin farkındaydı, bunları biliyordu, başka türlüsünü de düşünmüyordu. Yani AK Parti'nin başka türlü davranacağına dair herhangi bir beklenti var mıydı? Hayır. O zaman muhalefetten beklenen bunun tedbirlerini alması ve bunu da aşacak bir siyaset üretmesiydi. Ancak bu siyaseti üretemedi. Dolayısıyla seçmenlerin büyük bir kısmı bu sorunlarına rağmen, bu sorunların çözümünün yine de mevcut iktidarda olduğu düşüncesiyle, istikrar düşüncesiyle, muhalefetin iş başına gelmesi halinde daha iyi yapamayacağı düşüncesiyle iktidara oy verdiler ve 5 yıl daha ona bu yetkiyi sağladılar.

'KILIÇDAROĞLU'NUN CHP'Yİ DÖNÜŞTÜRME ÇABASI TAKDİR EDİLMELİ'

Cumhurbaşkanlığı seçimine gelecek olursak, birinci turda kazanan olmadı, ikinci tura geldi. Bölge için, daha önceki yazılarımda sözünü etmiştim ben de, "Kılıçdaroğlu Dersim'den sonra en çok oyu yine Diyarbakır'dan alacak" diye bir gözlemim vardı. Çok yanılmadım aslında, öyle bir şey oldu. AK Parti 3 tane milletvekili çıkarsa da, ilk turda yüzde 72, sonra yine yüzde 72'ye yakın bir oy aldı Kılıçdaroğlu. Ama bu sadece Diyarbakır'la sınırlı değil. Yani bölgenin 11 ilinde Kılıçdaroğlu önde bitirdi seçimi. Şimdi bunu nasıl değerlendirmek lazım? Bu 11 ilin, son 10 yıldır bölge insanının, Kürtlerin ve diğer muhaliflerin, AK Parti'nin uygulamalarından, Kürt siyasetine yaklaşımına tepkisinden dolayı bu uygulamalara itirazını gösteriyor diyebilir miyiz?

Üç sebebi var benim görebildiğim. Birincisi sizin söylediğiniz, yani AK Parti'nin siyasetine yönelik bir itiraz var. Ve bu itiraz kendisini sandıkta gösteriyor. Tayyip Erdoğan Türkiye'de çoğunluğu elde etmesine rağmen, bahsettiğiniz 11 ilde çok ciddi manada Kılıçdaroğlu'nun arkasında kalıyor. Bu, Erdoğan'ın Kürt seçmenlerle arasındaki bağın giderek zayıfladığını gösteren önemli emarelerden bir tanesi. Birinci sebep bu.

İkinci sebep HDP'nin de Kılıçdaroğlu'nu desteklemesi. Yani hem kurumsal olarak hem fiili olarak HDP'nin Kılıçdaroğlu'nu neredeyse kendi adayından daha fazla destekleyen bir siyasal çizgi izlemesi, HDP seçmenlerinin oraya akmasına sebebiyet verdi.

Üçüncü olarak da, demin de söyledim, CHP içerisindeki değişim. Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanlığı yarışındaki performansı tartışılabilir ama CHP'yi dönüştürme konusunda aldığı mesafenin takdir edilmesi gerekiyor.

Kürt seçmenler açısından adı cumhurbaşkanlığı içinde geçenler arasında en tercihe şayan olan isim Kılıçdaroğlu olarak gözüküyordu ve Kılıçdaroğlu bu anlamda oyunu aldı. Bölgede ciddi bir oy desteğini elde etti. Ama aldığı bu desteği, İç Anadolu'da, Karadeniz'de biraz daha yükseltemediği için yine genelde Erdoğan'ın gerisinde kaldı.

'ÜÇ PARTİNİN CHP LİSTESİNDEN GİRMESİ HATAYDI'

Seçim süreci de çok uzun değildi aslında, baktığımız zaman neredeyse son anda, 'mayıs ayında seçimler yapılacak' kararı verildi. Ama Millet İttifakı içindeki diğer partiler de İç Anadolu ve Karadeniz oylarını, CHP ya da Kılıçdaroğlu için neden kanalize edemedi?

Bence buradaki asıl problem şuydu, Cumhuriyet Halk Partisi'ne eli gitmeyen, her ne olursa olsun Cumhuriyet Halk Partisi'nin altı okuyla arasında bir irtibat kurmayan bir seçmen kitlesi var. Muhafazakar-dindar bir seçmen kitlesi var. Bu seçmen kitlesi için bir alternatif yaratmak gerekiyordu. Millet İttifakı'nın yapısı bu alternatifi yaratmaya müsaitti. Eğer Gelecek Partisi, Deva Partisi ve Saadet Partisi, CHP listelerinden değil de ayrı bir blok olarak seçime girmiş olsalardı, o zaman AK Parti'nin siyasetlerinden rahatsız olan, AK Parti'nin son dönemde girmiş olduğu yolu takip etmek istemeyen seçmenler için bir alternatif oluşturabilirlerdi. Ancak onlar CHP listelerine girerek burada ciddi bir hata yaptılar.

AK Parti'nin 2018'den bugüne kaybettiği oy yüzde 7, az buz bir oy kaybetmiş değil. Yani bir parti yüzde 7 oy kaybediyor. Eğer AK Parti'ye alternatif olarak bir muhafazakar blok olsaydı, bu yüzde 7'yi alma konusunda muazzam bir şansı olurdu. Ama CHP listelerine girince bu partilerin böyle bir şansı da olmadı, o oyları muhalefete çekme imkanı da olmadı.

Şimdi Türkiye siyasetinde şöyle bir durum var. Kimlikler oturmuş, ittifaklar oturmuş, neredeyse üç Türkiye tablosu var ve bu üç Türkiye arasında geçişler son derece sınırlı oluyor. Bu geçişleri artırabilmek için sizin alternatif üretmeniz lazım. Bu partiler CHP listelerinden seçime girdikleri andan itibaren alternatif üretmekten vazgeçtiler. Dolayısıyla seçmeni "biz CHP'deyiz, CHP'ye güvenin, gelin altı okun altına oy verin" diye bir çağrıda bulundular ama bu, seçmen nezdinde herhangi bir anlam ifade etmiyordu. Onların kendilerinin bir siyasal yapı oluşturmaları ve seçmeni ona davet etmeleri gerekiyordu. Bunu yapmadılar. Bu çok büyük bir hata oldu.

Bu, şimdi sanırım hem CHP cenahında hem bu partiler cenahında açıklı yüreklilikle teslim ediliyordur. O nedenle bu alternatifi oluşturmayınca seçmen yine bildiği, eleştirileri olsa bile en azından tanıdığı partide kesinlikle kalmayı tercih etti.

'KÜRT MESELESİNDE KISA VADEDE DEĞİŞİM OLMAYACAK'

Milletvekilleri seçildi, ardından cumhurbaşkanı belli oldu. 5 yıl daha kimin yöneteceği belli artık. Peki bundan sonra Türkiye siyasetinde bir değişiklik bekliyor musunuz? Bizim mesela en temel sorunlarımızdan, ülkenin temel sorunlarından bir tanesi nedir? Kürt meselesidir. Kürt meselesiyle ilgili hükümetin, cumhurbaşkanının bir strateji değişikliği yapmasını bekliyor muyuz mesela?

Kürt meselesi şu anda sadece Türkiye'deki Kürtlerle ve Türkiye'yle sınırlı bir mesele değil. Özellikle çözüm sürecini düşündüğünüzde, denkleme girmesiyle birlikte Suriye konusu çok önemli bir hale geldi. Ben, eğer bir politik değişiklik olacaksa, bunun Suriye sahasındaki değişimlere bağlı olarak gerçekleşeceğini düşünüyorum. Yoksa kısa vade içerisinde çok ciddi bir politik değişim söz konusu olmayacak.

Hükümetin politikasını değiştirebileceği en muhtemel alan bana kalırsa ekonomi. Çünkü ekonomik tablonun giderek kötüleşmesi, bütün ekonomik ibrelerin aşağıyı göstermesi, hükümeti daha rasyonel bir politika izlemeye zorunlu kılıyor. Bu anlamda Cumhurbaşkanı'nın Mehmet Şimşek'i mutlaka kadronun içerisine dahil etme ısrarı da bu rasyonelleşme çabasının bir dışavurumu olarak okunabilir. Dolayısıyla ekonomide bir değişim görebiliriz ama Kürt meselesinde kısa vade içerisinde bir değişim görmek zor. Bu ancak dışarıdaki gelişmelerle bağlı olarak düşünülebilir.

Eğer gelişmeler Erdoğan'ın siyaset değiştirmesini gerektirecek bir kıvama gelirse siyaset değiştirir. Erdoğan'ı tanımlayan en önemli özellik, onun pragmatist bir lider olması veya şartlara uyum sağlama kabiliyetinin son derece yüksek olması. Dolayısıyla tekrardan Kürt meselesinin daha yumuşak bir yol içerisinde çözülmesi noktasında şartlar olgunlaşırsa bu da değişebilir. Ama dediğim gibi bunun için şartlara bakmak lazım.

Değişimin asıl konuşulacağı yer zannediyorum muhalefet. Muhalefette ciddi bir değişim potansiyeli var. Bu değişim potansiyeli kendisini üç noktada gösteriyor. Bir, aktör değişimi. Örneğin Cumhuriyet Halk Partisi mevcut kadrosuyla mı devam edecek yoksa orada bir yenilenmeye gidilecek mi?

Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlığı sürecek mi yoksa parti içerisinde bir başkanlık değişimi yaşanacak mı? Bu değişim sancılı bir şekilde mi olacak yoksa bir konsensüsle mi gerçekleşecek? Bunlar önümüzdeki en önemli sorunlardan bir tanesi. Değişim talep edenlerin seslerinin giderek yükseldiği bir döneme giriyoruz Cumhuriyet Halk Partisi açısından. Dolayısıyla aktör düzeyinde bir değişimi bekleyebiliriz.

İkincisi, siyasetler düzeyinde bir değişim. Ben Kılıçdaroğlu'nun açmış olduğu helalleşme siyasetinin son derece doğru olduğunu düşünüyorum. CHP'nin o yüzde 25'lik kabuğunu kırıp daha geniş toplumsal kesimlere ulaşabilmesi, oy havuzunu genişletebilmesi için. Ancak bu siyasetin daha derinleştirilmesi ile bunun mümkün olabileceğini düşünüyorum. Peki bu saatten sonra bu siyaset devam mı edecek yoksa eski ezberlere geri mi dönülecek? Çünkü muhalif medyaya baktığımda eski ezberlere geri dönülmesi noktasında çağrı yapan çeşitli yazılar, yorumlar da okuyorum. Kılıçdaroğlu'nun farklı toplumsal kesimlerle ilişki kurmasının ciddi bir hata olduğunu söyleyen, klasik Kemalist politikaya sıkı sıkıya sarılması gerektiğini söyleyen yorumlar da var. Dolayısıyla bu siyaset değişikliği de kendisini gösterecek.

Ve üçüncüsü, ittifak modelleri konusunda bir değişiklik olur mu? Millet İttifakı var olan hal ile mi devam edecek? Acaba bu muhafazakar partiler, AK Parti'den kopan partiler kendi içlerinde yeni bir ittifak yaratabilecekler mi? Gelecek ve Deva Partisi'nin Meclis'te ortak bir grubu olacak mı? Vesaire... Bunların hepsi ciddi tartışma konuları ve Türkiye siyaseti bu değişimlere bağlı olarak yeniden tanzim edilecek gibi görünüyor.

Kürtlerin oyları seçim startı verildiğinden bu yana hep konuşuldu, tartışıldı. Seçimler bitti hâlâ da konuşulup tartışılıyor aslında. HDP'nin durumunu konuştuk. Bundan sonra ne yapması lazım HDP'nin? Ne yapabilir? Çünkü ittifaklar da denedi. Örneğin cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemal Kılıçdaroğlu'nu destekledi. Bundan sonra ne yapacak? Ne bekliyor Kürtleri ya da HDP'yi?

Her seçimden sonra Türkiye'nin haritasına baktığınızda, o üç Türkiye'yi görmeniz mümkün. Çok basitleştirerek söylersek, AK Parti'nin Türkiye'si, CHP'nin Türkiye'si, HDP'nin Türkiye'si. Böyle bir resim, böyle bir tablo ortaya çıkıyor.

'HDP 15-16'LARI ZORLAMALI'

Aslında sizin dediğiniz o haritaya bakınca aslında Kürtlerin kaybetmediği de çıkıyor ortaya. Yani biraz oy kaybı yaşamış olsa da yine de kendi haritasını çizmiş.

Evet, zaten Kürt siyasetinin kendisini devam ettirebilme kapasitesi var. Zorluklara karşı mücadele etme, yeni şartlara uyum sağlama becerisi var. Ama problem artık bu değil. HDP'nin problemi veya HDP'nin iddiası artık sadece yüzde 8-10 oy alan bir parti olmak değil. Bunu aşması gerekiyor. Oy havuzunu genişletmesi gerekiyor. Yüzde 15-16'ları zorlaması gerekiyor. Nitekim seçimden önceki iddiası da buydu. "Biz Türkiye'de artık 'kingmaker' olacağız, kralı biz belirleyeceğiz, kazananın kim olduğuna biz karar vereceğiz" iddiasıydı. Ama seçimin neticeleri maalesef bu iddianın ortadan kaldırılmasına sebebiyeti verdi.

'HDP'NİN EN BÜYÜK HATASI...'

Bunun nedenlerinden birisi kendi adayını göstermemesi olabilir mi?

Benim en büyük eleştirim odur. Çünkü üçüncü yol iddiasını taşıyorsanız eğer, bu iddiaya uygun bir siyaset de izlemeniz gerekiyor. Eğer HDP bundan iki yıl önce bu noktada daha net bir tavır ortaya koymuş olsaydı, zannediyorum hem seçim sürecinde hem seçim sonrasında daha güçlü bir konumda olacaktı. Çünkü, evet seçim 2023'te yapıldı ama biz 2020'den itibaren seçimi konuşuyoruz. Yani üç yıllık bir seçim sürecinden geçtik. Dolayısıyla politikaların belirlenmesi açısından oldukça uzun bir zaman vardı bütün partilerin önünde, HDP'nin de önünde. Eğer HDP makul bir tarihte, cumhurbaşkanlığı seçiminde kendi adayıyla gideceğini, parlamento seçimlerinde zaten herhangi bir ittifaka ihtiyaç duymayacağını, cumhurbaşkanlığı seçimi eğer ikinci tura kalırsa o ikinci turdaki duruma, tabloya, şartlara bağlı olarak kendi tavrını o zaman belirleyeceğini söylemiş olsaydı, zannediyorum hem seçmenlerini daha fazla harekete geçirebilirdi, mobilize edebilirdi, hem de seçim sonucunda tarafların bir şekilde müzakere etmek zorunda kalacakları bir aktör haline gelebilirdi. Bu önemli derecede HDP'nin oyun alanını daraltı.

HDP'nin temel iddiası şuydu buna karşı olarak: Türkiye'de asıl önemli olan değişimi gerçekleştirmektir. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu'na destek vererek bu değişimin en önemli parçalarından bir tanesi haline gelmekti. Ancak HDP'nin CHP'ye veya Kılıçdaroğlu'na bu kadar eklemlenmesi, Kılıçdaroğlu aleyhine bir ortamın da ortada olmasına sebep verdi. İktidarın seçim sürecine bakın, temel iddiası neydi? "Kılıçdaroğlu HDP'nin adayıdır, Kılıçdaroğlu Kandil'in adayıdır, Kılıçdaroğlu terörünün adayıdır" üzerinden bir propaganda yürüttü. Yine HDP'nin bu belirleyici olmaya yaptığı vurgu, örneğin Sinan Oğan tarafından, örneğin Zafer Partisi tarafından, Ümit Özdağ tarafından çok büyük bir tehlike olarak algılandı ve "sakın ola ki Türkiye'nin anahtarını Kürtlere vermeyin, Türkiye'nin karar vericisi konumuna HDP'yi getirmeyin" üzerinden bir siyaset yürüttü.

Onlar kazandı diyebilir miyiz?

Bu onların kazanmasına sebebiyet vermese bile değişim yanlılarının kaybetmesinin sonucunu yarattı.

'SOYLU'NUN DEVAM EDİP ETMEYECEĞİ ERDOĞAN'IN TEK BAŞINA ALACAĞI BİR KARAR DEĞİL'

Nasıl bir kabine bekliyorsunuz? Çünkü bu Türkiye'nin önümüzdeki yıllardaki siyasetini de belirleyecek bir şey olacaktır muhtemelen.

Aslında herkesin merak ettiği üç önemli bakanlık var. Ekonomi nasıl olacak? İçişleri Bakanlığı kime verilecek? Savunma Bakanlığı nasıl idare edilecek? Çünkü bunlar kritik bakanlıklar. Diğer bakanlıklar konusunda -onlar da elbette ki önemli ama- toplumun asıl merak ettiği konu bu. Ekonomi konusunda demin de konuştuğumuz gibi, bir rasyonelleşme çabası içerisine gireceğini tahmin ediyorum hükümetin.
Bu anlamda Şimşek ve kadrosu ikna edilebilirse muhtemelen ekonomi yönetimine onların getirilmesi söz konusu olabilir. Cumhur İttifakı'nın Meclis'te 323 vekil gibi bir çoğunluğa sahip olması Erdoğan'ın elini güçlendiren unsur. Bazı milletvekillerini örneğin kabinede değerlendirebilir. Bu anlamda mesela Savunma Bakanlığı'na tekrar Hulusi Akar'la devam etme konusunda elinde bir fırsat var. İçişleri Bakanlığı konusunda ise herhalde kamuoyunun en merak ettiği konu Soylu'nun devam edip etmeyeceği. Bu bence salt Erdoğan'ın da karar vereceği bir konu değil. Bu Cumhur İttifakı'nın içerisindeki güç dengelerinin de belirleyici konulardan bir tanesi.

Eğer Soylu devam ederse İçişleri Bakanlığı'na, o zaman iç politikada çok büyük bir değişimin olmayacağını, bugüne kadarki siyasetin olduğu gibi devam edeceğini düşünebiliriz. Burada önemli noktalardan bir tanesini daha vurgulamak lazım. Türkiye 10 ay sonra tekrar seçime girecek. Erdoğan'ın balkon konuşmalarına baktığımızda, geçmiş balkon konuşmalarından farklıydı. Geçmişte seçim sürecinin bittiğini söyleyerek, daha kapsayıcı bir dil kullandığına tanık olmuştuk Erdoğan'ın. Ama burada halen kutuplaşmaya yatırım yapan, halen kendi tabanını diri tutmaya çalışan bir Erdoğan var. Yani sanki seçim bitmemiş, halen devam ediyormuş gibi.

Seçim devam ediyormuş gibi, muhalefet liderlerini yuhalatmak, birtakım ithamlarda bulunmak... Yani seçim bitmiş de seçilmiş gibi değil, seçim halen devam ediyormuş gibi bir ruh haliyle konuştu. Ve orada da bütün parti teşkilatlarına ve seçmenlerine ilk hedefin 10 ay sonra yapılacak yerel seçimler olduğunu gösterdi.

Buradan benim çıkarttığım ilk intiba, izlenen siyasetin genel güzergahında çok büyük bir değişikliğin olmayacağı, Erdoğan'ın bu ruh halini 10 ay sonraki yerel seçimlere kadar korumak isteyeceği yönünde olacaktır. Bundan sonrası artık muhalefetin bu oyunu değiştirecek bir siyasal hamle gerçekleştirmesiyle söz konusu olabilir. Muhalefetin başarılı olması için.

Muhalefet başarılı oldu diyelim, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'ni aldı. Ama kayyım atamalarını övünerek anlatan bir hükümet vardı. Yeniden öyle bir şeyle mi karşılaşacağız?

Oradan çıkacak olan tablo son derece önemli. Eğer yerel seçimlerde de muhalefete karşı keskin bir zafer elde ederse iktidar, o zaman bu uygulamalarını sürdürmek konusunda eli daha da rahatlayacaktır. Çünkü bu uygulamaların halk nezdinde de kabul edileceğini görecektir. Ancak eğer yerel seçimlerde muhalefet, bugünkü tabloyu tersine çevirecek bir sonuç elde ederse, örneğin daha fazla sayıda belediyeyi kazanırsa, o zaman bu toplumsal muhalefet, aynı zamanda kurumsal bir muhalefet haline de gelecek. Dolayısıyla politikalarında bir değişikliği de zorunlu kılacaktır. Sonuç bu anlamda iktidarın nasıl bir yol izleyeceğini de tayin edecek gibi gözüküyor.