YAZARLAR

Uzun, derin ve gerçek bir sıyrık

Centre Pompidou'daki An Engaging Eye (Gören Göz) sergisi, Paris'te Alice Neel'e adanan ilk kişisel sergi. Sanatçının 1920’lerdeki üretimlerinden 1984’teki vefatına kadar geniş bir dönemi kapsayan retrospektifte 65’ten fazla eser ile Neel’ın sanatını tanımanın yanı sıra dostları, ailesi, hayatından gelip geçenler, politik duruşu ve sosyal aktivizmi ile de tanışıyoruz.

“Siyasette ve hayatta her zaman kaybedenleri, ezilenleri sevmişimdir.
Başarının kokusunda sevmediğim bir şey var.”
Alice Neel

II. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş dönemlerinde ABD’de komünist parti üyesi olmak, iki dünya savaşı arasındaki dönemde kadın sanatçı olarak var olmaya çalışmak, sadece sanatı üzerinden hayatta kalmaya çalışmak, sanat dünyasında herkesin soyut resim konuştuğu, göstermek, almak istediği bir dönemde “eski moda” olarak kabul edilen portreler yapmaya devam etmek, üstelik bu portrelerin öznelerinin toplumdan dışlanmış bireyler, çıplak hamile kadınlar, siyasi isimler, bohem yazar ve sanatçılar olması... Kabul edilmeyecek ne varsa hepsini varoluşsal olarak benimseyen ve uygulayan ressam Alice Neel ile tanıştırayım sizi.

Beğendiğim kadınları yazmaya devam ediyorum... Son dönemde bu gazeteye Danielle Jacqui, Carolee Schneemann’ın hayatları ve eserlerini yazmıştım. Bugün Alice Neel’ı bu listeye katmaktan heyecan duyuyorum. 1900 doğumlu, geçen yüzyılın fantastik ve çalkantılı tarihinin aktif olarak bir parçası olmuş bu kadın, sanat hayatının çok büyük bir kısmında, yukarıda sayıp döktüğüm nedenlerden dolayı görmezden gelinmiş. Belli ki tarih, Alice Neel’ın parlama zamanını 1984’teki vefatından yaklaşık 20 yıl sonra, 2020’ler olarak belirlemiş ki Neel’ın hayatı boyunca hayalini kurduğu The Met’te solo sergisi, kendisi göremese de 2021’de gerçekleşti. Ardından sergi San Francisco De Young Müzesi’ne, sonra da Guggenheim Bilbao’ya taşındı. Benim Neel ile karşılaşmam, 2022’nin sonlarında Paris’te bulunan Centre Pompidou’daki An Engaged Eye (Gören Göz diye çevirsem tam olmayacak ama kast edilen anlamı bulacak gibi) sergisi sayesinde oldu. Paris’teki sergi bu hafta bitti ve aynı sergi, yaklaşık 3 hafta sonra aynı içerik ve farklı bir adla -Hot Off the Griddle- (Fransız ve İngilizlerin ad konusunda bile anlaşmaları beklenemezdi!) Avrupa’nın bir başka önde gelen sanat kurumlarından birinde, Londra’da Barbican Center’da açılacak. Yani zaman, Alice’ten bahsetme zamanı! Hem bakarsınız Avrupa’yı dolaşıp İstanbul’u pas geçmemiş David Hockney sergisi gibi baharda bir Alice Neel haberi de alıveririz!

VAR OLMAK, AKLINI KORUMAK İÇİN RESİM YAPMAK

Alice Neel, uzaktan baktığınızda kendisiyle hiç alakası yokmuş gibi gözüken, alt-orta sınıf sıradan bir Amerikan ailesinde beş kardeşin dördüncüsü olarak 1900 yılında Pensilvaya’da doğmuş. Daha çok Phoebe Hoban’ın yazdığı Alice Neel biyografisi 'The Art of Not Sitting Pretty’den (Bir köşede güzel ve uysal bir kız gibi oturmama sanatı) anladığım kadarıyla, Alice’in hayattaki tüm amacı, çocukluğundan beri içgüdüsel olarak, her zaman ama her zaman resim yapmak olmuş. Kendisini anlamayan ailesinin sıkıcı, karanlık ve basık bulduğu aile evine sığmayan, bambaşka bir ruhmuş Alice. Bu farklılık, kendisi için kolay olmamış. Evlenip ülkesine gittiği ve sonra tekrar ABD’ye beraber döndüğü Kübalı eşi ressam Carlos Enríquez’den olan ilk çocuğu, kötü şartların (iki ressamın sürekli parasız olması, doğru düzgün beslenememeleri, evin soğukluğu, Alice’in bebek bakımı yerine resimlerine odaklanması) getirdiği hastalık sebebiyle bebekken ölmüş. Ardından doğan ikinci kızlarını ise Enríquez alıp Küba’ya götürmüş. Yine daha çok resmine odaklanan (ve kızı Isabetta’yı hayatı boyunca çok az gören) Alice, o dönem pek ses etmese de, bütün bunlar kısa bir süre sonra çok derin bir depresyona girmiş. Filmlerde gördüğümüz kadar korkunç akıl hastanesi şartlarında (yatağa bağlamalı, intiharlı, berbat koşullu) yaşayan Alice’i resim yapma içgüdüsü kurtarmış. “Normal” bir insan gibi reaksiyon vermeyen, yaşa(ya)mayan Alice’in hayatı böyle birçok çalkantıya sahne olmuş. Biyografisini yazan Hoban’a göre, bütün bu olaylar, bir ressam olarak Neel'in duyarlılığının özünü oluşturan üç unsuru oluşturmuş: Küba’da yaşadığı dönem radikalizmini kalıcı olarak harekete geçirmiş, akıl hastanelerindeki yıkıcı deneyimleri, ona psikolojik savunmasızlık ve çöküntü hakkında ilk elden bilgi vermiş ve ABD’de yaşanan Büyük Buhran dönemi (ve Alice’in kronik olarak parasız olması), zaten doğuştan gelen sosyal vicdan duygusunu güçlendirmiş. Böylece akvitist, hümanist, sıra dışı; ezilenleri, dışlanmışları, entelektüel ve bohem çevreden dostlarını bize hem fiziksel hem ruhsal çıplaklıklarıyla sunan, 20. yüzyılın en önemli portre sanatçılarından biri, Alice Neel var olmuş.

Marxist Girl, Alice Neel

'SORUN ŞU Kİ ALICE, SEN BİR ROMANTİK DEĞİLSİN'

Böyle demiş yazar Malcolm Cowley, Alice Neel’ın içinde 5 adet fallus bulunduran Joe Gould portresini gördüğünde. Evet, Alice Neel’ın resimleri asla romantik değil. Çarpıcı, şaşırtıcı, radikal ve en çok da kendine has. Neel’ın portresini yaptığı insanların “içini gördüğü” söylenirmiş. Bir insanın bedenindeki hatta ruhundaki kusurlar, yaralar, bakışlardaki hüzün, kızgınlık, özgüven eksiklikleri Neel’ın portrelerine yansıyor. Neel, tüm bunları yansıttığı insan portreleri sunuyor bize. Öğretildiğimiz anlamda "güzel” mi? Değil. Ama bildiğimiz insanı, “gören bir göz” ile tekrar ve bu kez gerçekten bakarak bizim de görmemiz sağlanıyor. Tüm eksiklerimiz ve çıplaklığımızla birbirimizi gördüğümüz bir dünya, psikolojik etmenlerin, duygusallığın yoğun olduğu portrelerde sunuluyor. Soyut değil, çok gerçek. Realist değil, dışavurumcu. Avrupa’nın empresyonist ve karanlık stilinden etkilenen Neel’ın resimlerine baktığınızda, resimlerin onun elinden çıktığını bir bakışta anlıyorsunuz.

Centre Pompidou'daki An Engaging Eye (Gören Göz) sergisi, Paris'te Alice Neel'e adanan ilk kişisel sergi. Sanatçının 1920’lerdeki üretimlerinden 1984’teki vefatına kadar geniş bir dönemi kapsayan retrospektifte 65’ten fazla eser ile Neel’ın sanatını tanımanın yanı sıra dostları, ailesi, hayatından gelip geçenler, politik duruşu ve sosyal aktivizmi ile de tanışıyoruz. Sergi, Neel’ın hayatında odaklandığı, sınıf ve toplumsal cinsiyet eşitlik mücadelelerini ele alan çalışmalarını ayıran iki bölümden oluşuyor. Neel’ın kapak resmettiği dergilere, kendisi ile ilgili haberlere, film prodüksiyonlarına ek olarak, 1970'lerin sonlarında Fransız sanatçı Michel Auder tarafından sanatçı hakkında yapılan bir filmden alıntılar da yer alıyor sergide.

Serginin ilk bölümünde 1920’lerden 80’lere kadar Amerikan sosyal ve politik hayat gözlerinizin önünde genel geçer bir tarih anlatımı olarak değil de, kişiler üzerinden anlatılan samimi bir hikâyeye dönüşüyor. Özellikle bu kişiler, kenar mahallelerden, göçmen mahallelerinden, kültürel hayattan seçildiği için, o dönemki hayatın “gerçek” akışını görüyorsunuz. Lağımlar akan bir New York, bambaşka bir Greenwich Village, ekonomik çöküntünün getirdikleri, çeteler, fakirlikten ölen çocuklar, AIDS’ten ölen dostlar... Hepsi ama hepsi, tüm açıklığıyla ortada duruyor. Sergide yer alan resimlerden birinde 1936’da düzenlenen bir komünist yürüyüşte açılan “Naziler Yahudileri Öldürüyor” pankartını görüyorsunuz resmin tam ortasında. Bu resim ile ilgili bir eleştirmen, “İlginç bir resim ama mesaj çok gözümüze giriyor” demiş. Neel ise buna cevap olarak, “Bu çok göze giren mesajı alabilselerdi binlerce Yahudi ölmezdi” diye cevap vermiş. Her şey her zaman çok gözümüze giriyor ama biz görmüyoruz. Neel göstermeyi seçiyor.

.

Serginin yoğunlaştığı diğer konu olan toplumsal cinsiyet mücadelesi, yine herkesin gördüğü ama görmediği bir konu olarak tekrar “gösteriliyor” sanatçı tarafından. Neel, genel geçer estetik kurallara uymayan, gerçek bedenlerimizin yansıtıldığı çıplak kadın portreleri yapıyor bol bol. Biz kadınların üzerinden “erkek bakışının” yükünü atmak istiyor. Kusurlarımızı, doğallığımızı bize geri veriyor. Nesneleştirilmiş kadınlar yerine gerçek kadınlar resmediyor. Özellikle o dönem çok sansasyon yaratan (ve bugün de yapılsa hala yaratacak) çıplak hamile kadın portreleri yapıyor.

“Bu hayatın bir gerçeği. Hayatın çok önemli bir parçası ve ihmal edildi. Bir özne olarak bunun tamamen meşru olduğunu hissediyorum ve insanlar sahte bir alçakgönüllülükten ya da hanım evladı olduklarından bunu asla göstermiyorlar, ama bu hayatın temel bir gerçeği. Ayrıca plastik olarak çok heyecan verici... Bence bu insan deneyiminin bir parçası. İlkellerin yaptığı ama modern ressamların kaçındığı bir konu çünkü kadınlar her zaman cinsel obje olarak gösterildi. (Cinsel objenin aksine) Hamile bir kadının kendi üzerinde bir iddiası vardır; o satılık değildir.”

Alice Neel seçimleri, çalkantıları, kendini uzunca bir süre zorlayan hayat koşulları ile belki herkesin örnek alacağı bir isim değil ama yaratıcılığı, gerçekliği ve kendi olma ısrarı ilham veren, bu dünyaya derin, uzunca ve kaybolmayacak sıyrıklarla ismini bırakmış bir sanatçı. Merak edenler için Alice Neel’ın Londra şovu Hot Off The Griddle 16 Şubat-21 Mayıs 2023 tarihleri arasında Barbican Center’da olacak.


Irmak Özer Kimdir?

Sabancı Üniversitesi Toplumsal ve Siyasal Bilimler bölümü mezunu olan Irmak Özer, lisans eğitiminin ardından Atina Üniversitesi'nde Güneydoğu Avrupa Çalışmaları (MA) alanında ve London School of Economics and Political Science'ta Karşılaştırmalı Politika (MSc) alanında iki adet yüksek lisans programını tamamlamıştır. Kültür-sanat alanında uzun zamandır çeşitli mecralara yazılarıyla katkıda bulunan Irmak Özer, hurriyet.com.tr, Art50, Milliyet Sanat, İstanbul Life gibi önemli basılı ve çevrimiçi yayınlarda sergi değerlendirmeleri ve söyleşiler ile katkı sağlamakta ve ilgili platformlarda konuşmalar yapmaktadır. Irmak Özer, kültür-sanat alanında uzmanlaşmak için İstanbul Üniversitesi Kültürel Miras ve Turizm bölümünü (AA) ve Koç Üniversitesi'nde Arkeolojik Varlıkların Korunması ve Kurtarılması sertifika programını tamamlamıştır. Irmak Özer İsviçre'de yaşamakta ve Uluslararası İlişkiler alanında çalışmaktadır.