Sadece yakınlarını değil, hayallerini de yitirdiler

Adalet binası önünde yapılan açıklama, derdini anlatmaya çalışan insanlar, ağlayanlar. Adalet tesis edilen yerde yaşanılan bir başınalık ne yazık ki artık sıradan. Evet; şirketlerin, holdinglerin istediği yerde bir devlet beliriyor, sana, bana, ona tuzak. Adliye dışına taşan adalet talepleri bu yüzden. Çünkü aranılan, tahayyül edilen sosyal devlet içeride yok.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Çorlu Adalet Sarayı’nın önünde bir grup insan. 8 gündür 10:00- 12:00 arası adliyenin önündeler. 8 Temmuz 2018’de, 25 kişinin yaşamını yitirdiği 328 kişinin yaralandığı Çorlu tren katliamında yakınlarını kaybeden insanlar bu insanlar. Talepleri, suçluların yargılanması. Yaşanan şey ağır olsa da yargının bu durumda yapacağı şey basit.

Fakat…

Avukat Kemal Aytaç, adalet nöbetini kast ederek, “İki yılı aşkın süredir İstanbul’da avukatlar Adliye Sarayının içinde değil, dışındalar. Adaletin yerine getirilmediğini duyuruyorlar, toplumla bunu paylaşmaya çalışıyorlar” diyor.

Kısa konuşmasının bir yerinde söylediği önemli: “Adalet adı altında insanlara tuzaklar kuruluyor.”

ADLİYE ÖNÜNDEN GEÇMİŞLİĞİM YOKTU

9 yaşındaki oğlu Oğuz Arda Sel’i tren faciasında kaybeden Mısra Öz’e, olaydan önceki hayatını soruyorum. Biraz tahmin, politikleşen bir kadın var karşımda çünkü. “Benim ne devletle, ne siyasetle ne mahkemeyle işim vardı” diyor. “Gördüğüm tek avukat teyzem ve kuzenimdi. Adliye önünden geçmişliğim yoktu. Türkiye’nin başka yüzünü gördüm. Siyasetin ne olduğunu biraz bilirdim ama hukuk, siyasetin de altındaymış.”

.

Emine Canbaz, iki kız kardeşini (Derya Kurtuluş, Emel Duman) ve iki yeğenini (Bihter Bilgin, Beren Kurtuluş) bu faciada kaybetmiş. 2,5 ay çalışamadığını söylüyor. Hayata dönmek zorundaydım diyor: “O kadar büyük maaşlar alırken böyle ihmallere göz yuman insanların hesap vermesi gerekiyor. Mecbur işe döndüm. 6 aylık bebeğiyle kaybettiğimiz kardeşimizin 3 yaşında oğlu kaldı. Diğer kardeşimin 10 yaşında oğlu kaldı. 2 ay komada kaldıktan sonra annesinin öldüğünü öğrendi. Gidenler mi, kalanlar mı? Hangisine adaletsizlik?”

Emine hanımın ortaya bıraktığı soru olayın başka yüzünü de anlatıyor. Bu olaydan sonra memleketine dönen aileler olmuş. Kendi acısının yanında, eşini kaybeden, iki çocuğuyla kalan, yardım isteyen Ersal Gül’ün eşinin hikayesini anlatıyor Emine hanım. Memlekete has bir şey olsa gerek, kimse yaşatılan acıyla bırakılmıyor. Yalnız bırakarak süründürme devam ediyor.

BURADAKİ KİMSEYE YASINI YAŞAMA İZNİ VERİLMEDİ

İsmail Kartal, kazada anne ve babasını kaybetmiş. “Kaza diyesimiz yok çünkü katliam olduğunu belgelediler. Bilirkişi raporuyla, vermiş oldukları takipsizlik kararıyla bunu belgelediler” diyor. Başından beri dik durmaya çalıştığını anlatıyor. Dik durmanın yorucu olduğunu söyleyince, “Özümüzü parçaladılar, beden olarak yorulmamız mümkün değil” diyor. Yasını yaşayabilmiş mi peki?

“9 aydan beri buradaki hiç bir insan yasını yaşayamadı. Buradaki kimseye yasını yaşam izni verilmedi. 2 gün içerisinde alanı toparladılar. İnceleme yapılmasına dahi fırsat verilmedi. Birilerinin bir şeyleri koruma çabası içerisinde olduklarını daha o an anladık. Yani biz yakınlarımızı daha toprağa gömmeden onlar zaten bizi toprağa gömmüşlerdi.”

AYAKKABILARINDAN TANIDIM

İsmail bey, babasını teşhis edememiş. “Ayakkabılarından tanıdım” diyor. Almışlar o ayakkabıları. “Annemin zaten bacağı kopmuştu” diyor. Böyle şeyleri konuşunca soru da sormak zorlaşıyor. “İnsanlar ne yaşadıklarımızı bilsinler. Bilsinler ki bir daha böyle katliamlar yaşanmasın. Koltuklarında keyifle oturmaktan ziyade görevlerini getirmiş olsalardı, tedbir alınsaydı bizde burada olmayacaktık” diyor.

Nükhet Karasu, annesini kaybetmiş. 11 saat sonra çıkarılmış trenin altından. “Artık burada kimse yok dediler. Hastaneleri dolaştım. Hiç bir yerde bulamayınca morgun önünde beklemeye başladık. Annem sabaha karşı çıkarıldı” diyerek anlatıyor o günleri. “Ağlayamıyorum” diyor Nükhet hanım. Niye? “Adalet arayışımız yüzünden sürekli her mecrada bulunmaya çalışıyoruz. Maalesef sesimizi duyan yok. Ne çekiyorsunuz diye, soran yok” diye yanıtlıyor.

Nükhet Karasu (sağda), 11 saat sonra trenden çıkarılabilmiş.

HAKİM BEYDEN GÖRÜŞME TALEP ETTİK, KABUL ETMEDİ

Çocuğunu ve kız kardeşlerini kaybeden Zeliha Bilgin, “Hayaller gitti, hayatlar bitti. Bana bunun açıklamasını kim yapacak? Evladımı kaybettim, kardeşlerimi kaybettim. Yeğenimi kaybettim. Biz bunları yaşamak zorunda değildik. Bizler burada adalet aramak zorunda değiliz. Dün hakim beyden bir görüşme talep ettik ama bizi kabul etmedi. Neden kabul etmedi. Bize sözler verildi. Ben birilerinin korunmasını kabul etmiyorum” diyor.

Avukat Kemal Aytaç’ın dediği gibi, biz bir grup insan, adalet binasının içinde değiliz, dışındayız. Acıyı yaşayanların hesabı kapanmamış. Yas sürecine geçilememiş. Kapanmayan hesabın yası nasıl tutulur? Orada başka zorlu mücadale var.

BİR KISIM ŞÜPHELİLER HAKKINDA TAKİPSİZLİK KARARI VERİLDİ

Çorlu tren faciasında, alt düzey 4 memur hakkında dava açıldı. Bakım onarım müdürü, köprüler şefi, yol bakım şefi ve bakım onarım memuru. Bir kısım şüpheliler yönünden ise takipsizlik kararı verildi. “Bir kısım şüpheliler.” Bu ne demek? Tabir çirkin olsa da, ölenlerin yakınlarına gösterilen “yem” diyelim.

Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şube Başkanı Gökmen Yeşil takipsizlik kararı için şunları söylüyor: “Hazırlanan bilirkişi raporları ışığında kusurları tespit edilen bütün şüpheliler hakkında dava açılmalı ve hepsi yargılanmalıydı. Takipsizlik kararında bir dizi usulsüzlük yapıldı. Savcılık bu kararında siyasetçiler, bürokratlar ve üst düzey TCDD yöneticileri şeklinde kavramlar kullanıyor. Ceza yargılamasında siyasetçiler diye bir tanımlama olamaz.”

ARANILAN DEVLET İÇERİDE YOK

Dönemin ulaştırma bakanı, Ulaştırma bakan yardımcısının sorumlular arasında olduğu dosyaya eklenmiş. Keza TCDD genel müdürü, müdür yardımcısı ve diğer yöneticiler de. Bir kısım şüpheliler sanırım bu saydıklarım. Yani ihmal zincirinden azade bırakılacaklar.

Adalet binası önünde yapılan açıklama, derdini anlatmaya çalışan insanlar, ağlayanlar. Adalet tesis edilen yerde yaşanılan bir başınalık ne yazık ki artık sıradan. Evet; şirketlerin, holdinglerin istediği yerde bir devlet beliriyor, sana, bana, ona tuzak. Adliye dışına taşan adalet talepleri bu yüzden. Çünkü aranılan, tahayyül edilen sosyal devlet içeride yok.