Türkiye ve Nazi Almanyası

Corry Guttstadt ile Türkiye Yahudileri'ni ve Holokost'u konuştuk. Guttstadt, "Asker nakliyatında öncelikli olması gereken vagonlar, savaşı kaybetme pahasına Yahudileri yok etmek için kullanıldı" dedi.

Cevat Rıfat Atilhan, çıkardığı antisemit Millî İnkılâp dergisinde Almanya’da “der Stürmer”’den aldığı karikatür klişelerini değiştirerek kullandı.
Google Haberlere Abone ol

Kazım Gündoğan

DUVAR - Türkiye düşün dünyasında üzerinde en az konuşulan ve tartışılan konulardan biri Türkiye Yahudileri ve Holokost sürecinde Türkiye'nin tavrı konusudur. Bunun nedenleri konusunda net şeyler söyleyebilmem zor. Zira benim de içinden geldiğim sosyalist düşün dünyasında bu konu yeterince bilinen veya araştırılan bir konu olmadı. Böyle olunca sağlıklı düşünce üretimi gerçekleşmedi, üretilen fikirler sınırlı kaldı ya da resmi tarih tezinin gölgesinden kurtarılamadı.

Pek çok alanda olduğu gibi bu konuda da Türkiye resmi tarih yazımı/söylemi uzak ve hastalıklı haliyle etkinliğini sürdürmektedir. Bu konuya dikkatleri çekmek, hakikatin bilinmesini sağlamak ve yeni bir tarih bilinci ve yazımına katkıda bulunmak amacıyla bu alanda uzun yıllardır çalışmalar yapan, eserler üreten akademisyen, yazar Corry Guttstadt ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

1920’li ve 30’lu yıllarda Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan Yahudilerin üçte biri, hatta yarısı ülkeye terk etti ve özelikle Fransa’da çok canlı bir hayat kurdular.

O yıllarda Avrupa’ya göç eden Türkiyeli Yahudilerin sayısı 25 ile 30 bin arası tahmin ediliyor ki hem sayıları hem hayatları çok önemli. Bugün Türkiye’de yaşayan 12 bin kişilik Yahudi cemaatinin iki katı insan gidiyor. Olağanüstü bir göç dalgası… Gittikleri yerlerde yeni cemaatler, dernekler ve işler kurdular, yani onların hayat hikâyeleri Türkiyeli Yahudilerin tarihinin önemli bir parçasını oluşturuyor. Daha önce de farklı sebeplerle göç edenler vardı. Mesela bazıları 1900’lü yılların başında okumak için gitti. Osmanlı Telgraf Ajansı'nın kurucusu olacak Salih Gürcü, öğrenci olarak Paris’e gitti, Almanya’da felsefe okuyan Fernando Gerassi ressam oldu ve Pablo Picasso’nun yakın dostuydu. Bu ilk dönemde tüccarlar, Berlin, Lyon, Paris, Marsilya’ya göç etti. Bütün o şehirlerde oryantal dedikleri –çünkü Türkiye henüz kurulmamıştı- Yahudi cemaatleri kuruldu, sinagoglar açıldı. Jöntürkler'in 1909 yılında askerlik görevini azınlıklar için de mecbur kılmasından sonra da çok sayıda Yahudi göç etti. Yine de en büyük göç dalgası Cumhuriyet kurulduktan sonra yaşanmıştır. Göç edenlerin çoğu fakir insanlardı, işportacı veya işçi olarak geçiniyorlardı. Tüccarların çoğu ise halı tüccarıydı, hatta Avrupa’daki, örneğin Berlin’de, Lyon’da, Brüksel’de, Paris’teki Türkiye Yahudi cemaatlerinin kurucularının belki yüzde ellisi halı tüccarıydı ya da halı tamirciliği veya yıkamacılığı yapıyordu. Başka mesleklere sahip olanlar da vardı. Örneğin Paul Misraki, Fransa’nın 20. yüzyıl sinema müziğinin en önemli bestecisidir. Çoğunuz onun film müziklerini bilirsiniz ama kimse onun bir Yahudi ailenin çocuğu olarak İstanbul’dan Paris’e geldiğini hatırlamaz. Yine İstanbul kökenli Ray Ventura, dönemin en meşhur orkestrası “Ray Ventura et ses collégiens”da müzik ve beste yapıyordu. Paris Rue Popincourt’taki sinagog, en eski Türk Yahudi sinagogudur. Türkiyeli Yahudiler sadece Paris’te dört ayrı sinagog kurmuşlardı. Dört yüzyıldır Seferad Yahudileri'nin kültürel merkezi Osmanlı iken 1930’lu yıllarda Fransa, Seferadların kültürel merkezi oldu. Fransa’da “Union Universelle des Communautés Sépharadites” isimli uluslararası bir Sefarad çatı örgüt kurdular ve bir dergi çıkardılar: Le Judaïsme Sépharadi. Bu faaliyetlerde öncülük yapanlar genellikle Türkiyeli Yahudilerdi. Mesela Ovadia Camhy, Nissim Oavadiya, Robert Mitrani…

Yahudiler'in yoğun olarak yaşadığı ülkelerden biri olan Almanya’da 1933 yılında Adolf Hitler liderliğinde Naziler iktidara geldikten sonra Türkiye Almanya ilişkileri nasıldı ve bu ilişkiler her iki ülkedeki Yahudi toplumunu nasıl etkiledi?

Öncelikle soruya bir itiraz: Almanya, Yahudilerin “yoğun olarak” yaşadığı bir ülke değildi, Almanya’da Yahudiler küçük bir azınlıktı, 600 bin Yahudi yaşıyordu, yani toplam nüfusun sadece yüzde 0,7’sini oluşturuyorlardı. Türkiye-Almanya ilişkileri de dönemsel olarak değişmekteydi. 1925 yılına kadar 1. Dünya Savaşı'nda müttefik oldukları için uluslararası antlaşmalara göre ilişki kurmaları yasaktı. Yani ilişkiler yeniden 1925-1926’da başladı ki yoğun olduğu da söylenmez. 1920’li, 30’lu yıllarda Türkiye, Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkeler Sovyetler'le ilişkilerini sürdürüyordu ve tek bir ülkeye bağlı olmamaya da dikkat ediyorlardı. 30’lu yıllarda Almanya, Türkiye için öncelikle ekonomik açıdan en önemli ülke konumuna geldi. İngiltere, Türkiye’yi bu bağımlılıktan kurtarmak için farklı iktisadi yöntemler geliştirmeye çalıştı ama pek başarılı olamadı. İlginç bir ayrıntı, Naziler iktidara geldikten ve Almanya’nın her alanını hegemonya altına aldıktan sonra dahi Türkiye’nin yurt dışına en çok öğrenci gönderdiği ülke Almanya olmuştur. Bu konu üzerinde çalışılmamıştır. Herkes Türkiye’ye gelen Alman bilim insanlarını çalışıyor ama Nazi Almanya’sında eğitim almış olan Türk bilim insanlarının bu eğitimin kendi görüş ve çalışmalarında nasıl etkileri olduğunu bilmiyoruz.

İlişkilere dönersek: Türkiye’nin Almanya ile ittifak içinde olduğu söyleniyor ki bu da yarı yanlış çünkü 1939 yılında Türkiye önce Fransa ve İngiltere ile bir anlaşma yaptı. Almanya bütün Balkanları işgal ettikten sonra hem tehdit altında hem dönemin Alman Büyükelçisi olan Franz Von Papen’in entrikası üzerine Haziran 1941’de Türkiye, Almanya ile bir dostluk anlaşması yaptı. Yani Türkiye'nin hem Batılı müttefiklerle hem Almanya ile bir antlaşması vardı, dolayısıyla tarafsız kalıyordu.

Bu ilişkilerin her iki ülkedeki Yahudi toplumunu fazla etkilemediğini düşünüyorum. Nazi Almanya’sı kendi antisemitist politikasını sürdürüyordu. Yahudileri, toplumun her alanından dışlamaya çalışıyordu. Almanların 1941’de Sovyetler'e saldırmasıyla Yahudilere yönelik Jenosit politikası başladı. Sovyetler'e girerken, oradaki Yahudileri de topyekûn katletti, sonrasında da deportasyon ve imha kampları kurmaya başladı. Bu antisemitist imha politikasıyla tabii ki Türkiye’nin alakası yoktu.

Türkiye’deki antisemitist akım, Almanya’dan belli ölçüde destek aldı. Örneğin Cevat Rıfat Atilhan’ın Almanya’dan çok para aldığı söylenir, ama bu çok abartılıyor. Hatice Bayraktar’ın yaptığı titiz araştırma bunun yanlış olduğunu gösteriyor. Atilhan Almanya’ya sadece bir kere gitmişti. Nazi liderleriyle değil -liderler onu karşılamadı-, bazı şahıslarla buluştu ve Almanya’nın en antisemitist gazetesi “Der Stürmer”den baskı için bazı kalıp, yani karikatür klişeleri aldı. Alman elçiliği Türkiye ile ilişkilerini bozmamak için dikkat ediyordu. Cevat Rıfat Atilhan gibi birini açıkça desteklemekten uzak kaldılar. Ancak Türkiye’deki antisemitist kişiler ve gazetelerin ruhen Almanya’dan ilham aldıkları doğrudur. Almanya’da veya ABD’de basılan antisemitist kitaplar o dönemde Türkçeye çevrildi ve epey çoğaldı.

Türkiye’de 1934 İskân Kanunu ve Trakya olayları ile Almanya da “1935 Nürnberg Irk Yasaları” arasında “etnik temizlik” anlayışı bakımından bir paralellik kurmak mümkün müdür?

Hayır, bence böyle çok yakın bir paralellik kurmak yanlış olur. 1934’te Türkiye’de çıkarılan İskân Kanunu zaten çok önceden, yani Osmanlı’nın son döneminde başlamış olan ırkçı, milliyetçi politikanın devamıdır; 1934 yasası eski halinin ıslahıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin böyle bir yasa için Nazi-Almanya’sından bir “ilhama” ihtiyacı yoktu. Tabii ki çok geniş bir anlamda diyebiliriz ki benzer bir milliyetçi, ırkçı politika Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemde sadece Türkiye ve Almanya’da değil birçok Avrupa ülkesinde de – Polonya, İtalya, Macaristan, Romanya vs. - mevcuttu. Ama özellikle İskân Kanunu ve Nürnberg Yasaları arasında bir paralellik yoktur. Almanya’nın antisemitist yasaları Yahudileri toplumun her alanından radikal bir biçimde dışlamayı ve yok etmeyi hedefliyordu, hatta nesiller önce ihtida etmiş ve Yahudiliğinden tamamen kopmuş insanları bile bu uygulamalara dahil ettiler. Buna karşın İskan Kanunu'nun amacı, toplumu “Türkleştirmek”’ti. Bir Kürt aileyi ya da bir Kürt köyünü, topraklarından hatta aile fertlerini birbirinden koparmak amaçlanıyordu ki, böylece dilini, kültürünü ve Kürtlüğünü unutsun, “Türk” olsun. Bu da tabii ki vahşi ama farklıdır.

Almanya’da Nazi faşizminin Yahudileri düşman olarak görmesi ve bir soykırıma tabi tutmasının nedenleri neydi ve Holokost/Soykırım ne zaman ve nasıl başladı? Bu soykırımın Yahudilere ve insanlığa bıraktığı enkaz nedir? Holokost kavramını açarak başlamanızı rica ediyorum.

“Holokost”, eski Yunanca bir kelimedir ve aslında ateşte yakılan kurban anlamına gelir. Tarihte bazen katliamların kurbanları için de kullanılıyordu. Fransız veya Almanlar tarafından yazılan bazı kitaplarda “Holokost” kavramı, Ermeni Soykırımı için kullanılıyordu ama genel anlamda çok yaygın değildi. 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde, hatta sonraki on yıllarda Yahudi Soykırımı için “Holokost” pek kullanılmıyordu. “Yahudi Katliamı,” “Yahudi Kıyımı” ya da “Soykırım” denilmekte idi. Holokost kavramının o kadar popüler ve yaygın olması, aslında bir Amerikan dizisiyle başlıyor. 1978 yılında ABD’de yapılan “Holokost” adlı bir televizyon dizisi, 1979’da Almanya’da en popüler yayın saatinde yayınlandı. Dizi, farazi bir Alman Yahudisi Weiss ailesinin kaderini anlatarak, Yahudi Soykırımı'nın yani bugünkü deyimle “Holokost” un boyutlarını çok geniş Alman kitlelerine gösterdi. Almanya toplumu için bir dönüm noktasıydı. Savaştan sonraki ilk otuz yılda Almanlar'ın çoğunluğu Holokost’la yüzleşmemeye direndi. Almanlar kendilerini (savaşı kaybettikleri için) “mağdur” olarak algılıyorlardı. O dizinin etkisiyle ve eş zamanda başka gelişmelerden ötürü Almanya’da nihayet Almanların ne yaptıkları, soykırımın boyutu ve suçu kavranmaya başladı. Zaten sonraki yıllarda, özellikle 80’lerde, Holokost Araştırması, Holokost Anması gibi kavramlar yaygınlaştı, uluslararası düzeyde kabul edildi. Şahsen bu kavramı çok uygun buluyorum çünkü yaygın anlamıyla, tanrıya verilen bir kurban değiller katledilen Yahudiler. Mesela İsrail’de veya Fransa’da İbranice, “felaket” anlamına gelen “Şoah” kavramı kullanılıyor. Bugün uluslararası düzeyde Şoah ve Holokost, eş anlamlı kullanılıyor.

Asıl sorunuza, yani Holokost nedir, boyutları, kökleri, gelişmesi nasıldır'a gelirsek, bu soruya böyle bir söyleşide cevap vermek çok zor çünkü çok kapsamlı bir soru. İnsanlık tarihinde görülmemiş bir soykırımdır. Bir halkı “sadece” bir ülkede değil, bütün dünyada yok etmeyi amaçlayan bir çabadır ki bu çabanın bir yönü de insanları öldürmek için fabrikalar kurulmasıdır.... Tarihçiler ve siyaset bilimcileri on binlerce kitap yazdı; nedenleri, gelişmesi, dönüm noktaları hâlen tartışılıyor. Burada sadece üç noktaya dikkat çekebilirim. İlki, “Nazilerin Yahudi Soykırımı işlemesinin nedenleri, kökleri ne?” sorusuna dair: Naziler gökten düşmedi. Onları harekete geçiren ideoloji, Antisemitizmdir ve o da çok eskiye dayanıyor. Hıristiyan Avrupa’da, Ortaçağda, Yeniçağda hep vardı ve 19. yüzyılın sonları, 20. yüzyılın başlarında, eski dini motiflerden beslenen Yahudi düşmanlığı, çağdaş, ırkçı, biyolojik bir Antisemitizme dönüştü. “Çağdaş Antisemitizm”, Yahudileri sadece dışlayan, hor gören bir düşmanlık değildi; onun ötesinde bütün dünyayı, modernite ve kapitalizmin bütün sorunlarını onunla izah eden bir ideoloji olup vardığı yer: “Yahudiler, kapitalizmden, komünizmden, kentleşme, modernleşmeyle beraber getirilen olumsuzluklardan sorumludur.” 19. yüzyılın sonlarında sadece Almanya’da değil, Fransa’da ve başka ülkelerde Antisemitist partiler oluştu ve meşruiyet kazandılar. Ayrıca Birinci Dünya Savaşı’nda mağlup olan Almanya’da, savaş sonrasında anti-cumhuriyetçi, anti-demokratik ve çok geniş antisemitist aşırı sağ-faşizan bir hareket gelişti. 1933’te Naziler iktidara geldiğinde geniş sağ faşizan örgüt ve kitlelerin desteği vardı. İlginç bir parantez, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki yıllarda, sağ-faşizan kümeler ve Nazi partisi, Kemalist hareketi olumlu bir örnek olarak görmüştür. Almanya, Versay Antlaşması sonucunda toprak kaybedip yoğun tazminat parasını öderken “Türkiye, Sevr Antlaşması’nı yırtıp atmış, savaş açmış” diyerek Türkiye’deki milliyetçi hareketi kendilerine örnek olarak gördüler.

Konuya dönersek, Holokost’un gelişmesi, Naziler'in Yahudileri yok etme kararının nedenleri gibi konuları tarihçiler hala tartışıyor. Bazıları, Naziler'in başından beri Yahudiler'i yok etmeyi planladığını savunuyor. Başkaları, Naziler'in Yahudi politikasının gittikçe radikalleştiğini ve soykırımın aldığı boyutların ancak savaşın koşularında mümkün olduğunu vurguluyor. Holokost, Naziler iktidara geldikten sonra adım adım gelişti. Önce Yahudiler'in haklarını ellerinden aldılar; kamu görevlerinden, kültür alanından, tıp ve birçok meslekten uzaklaştırdılar. Sonra mal ve mülklerine el koydular, 1939’da Polonya’yı işgal ettikten sonra oradaki Yahudileri gettolarda topladılar. Almanya’da yaşayan Yahudileri evlerinden atarak önce “Judenhaus” (Yahudi-evi) dedikleri toplu evlere, sonra Polonya’daki gettolara sürdüler. Savaş başladıktan, yani Almanya Polonya’yı işgal ettikten sonra soykırım başladı ve Sovyetlere saldırmasıyla (1941’de) asıl korkunç boyutunu aldı. Bunu mümkün kılan bazı unsurları da belirtmeliyim: Birincisi; Almanlar, Polonya’ya saldırmadan birkaç hafta önce Almanya içerisinde bir ötenazi programına başlamışlardı. Bedensel ve zihinsel engellileri öldürmüşlerdi ki bu, Holokost’a doğru ilk adımdı. Kurbanlar Yahudi değildi ama masum insanları öldürmek Nazi devletinin bir politikası olmuştu. Ayrıca Almanya’da Slav halklara karşı korkunç bir ırkçılık gelişmişti. Sadece Nazilerden değil, kendilerine Nazi demeyen çok sayıda ırkçı Alman bilim insanı ırkçı bir ideoloji savunuyordu: “Doğu’daki alan, bizim yaşam alanımızdır. Slav halklar, Polonyalı, Rus ya da Yugoslav olsun, alt ırklardır. Bu toprakları işgal etmek, Almanlaştırmak ve Slav halkları oradan sürmek ya da öldürmek bizim hakkımızdır” diyorlardı.

Bu ideoloji Polonya ve sonrasında Sovyetler’e, Yugoslavya’ya karşı yürütülen savaşın yöntemlerini çok etkiledi. Toplu katliamlar işledi Almanlar. Doğuda, yani Slav halklara karşı uygulanan işgal yöntemleri, Batı Avrupa ülkelerini işgal politikasından çok farklıydı. Mesela Polonya’nın Yahudi olmayan Hıristiyan bilim insanlarını ve elitini de yok etmeyi hedefliyorlardı Almanlar.

Dolayısıyla Holokost’u diğer ırkçı imha politikalarının çerçevesinde görmek gerekiyor. Ayrıca, Holokost birçok bölgede farklı yürütüldü. Mesela Orta ve Batı Avrupa Yahudileri, 1942’den itibaren Polonya’da kurulan ölüm fabrikalarına (Auschwitz, Sobiboretc.) tehcir edilip, orada öldürüldü. Litvanya, Letonya, bugünkü Ukrayna ya da Romanya gibi Doğu Avrupa ülkelerinde Yahudilerin çoğu, yaşadıkları yerde, Alman “Einsatzgruppen” yani SS- birlikleri tarafından, bazen de yerel halk veya faşist grupların desteği ile vurularak öldürüldü. Holokost’u başka soykırım veya katliamlardan farklı kılan en önemli nokta, Almanların işgal edilen Polonya topraklarında ölüm fabrikaları kurmalarıdır. Yani gaz odalarına sahip olan, sistematik bir şekilde insanları öldürmeyi amaçlayan ve “ölüm fabrikaları” olarak çalışan kamplar oluşturuldu.

Bir başka önemli nokta, Alman bürokrasisinin her kolunun ve devletin her kurumunun soykırımın lojistiğine yardım etmesidir. Böylece Almanya, devleti ve toplumuyla bir soykırım ülkesine dönüştü. Alman savaş mantığına aykırı olarak, asker nakliyatı için öncelikli olması gereken tren vagonları, savaşı kaybetme pahasına Yahudileri taşımak ve yok etmek için kullanıldı. Soykırım, Almanlar tarafından işgal edilmiş, günümüzde 35 farklı Avrupalı ülke sınırları içinde sistematik bir şekilde işlendi. Sadece Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde savaştan önce yaklaşık yedi milyondan fazla Yahudi yaşıyordu ve beş milyona yakın Yahudi burada öldürüldü, bunlardan 3 milyonu sadece Polonya’daydı. Wannsee Konferansı protokolünün gösterdiği gibi, Naziler tarafsız ülkelerin Yahudilerini de yok etmeyi amaçladılar.