Toplumsal kriz anlarının günah keçisi sosyal medya

Son yıllarda toplumsal kriz ihtimalinin görüldüğü hemen her olayda, hükümet üyelerinin demeçlerinin vazgeçilmez odaklarından birini sosyal medyada yapılan paylaşımlar oluşturuyor. Krize karşı gösterilen ilk tepkilerden biri sosyal medya paylaşımları sebebiyle başlatılan soruşturmalar oluyor. Sosyal medyada dezenformasyonun varlığına şüphe olmasa da hükümet yetkililerinin demeçleri, savcılık soruşturmaları toplumsal krizi yatıştırıyor mu, derinleştiriyor mu?

Google Haberlere Abone ol

Son aylarda ülke gündemini meşgul eden iki büyük olay: 24 Ocak'ta Elazığ'da yaşanan deprem ve 27 Şubat'ta İdlib'te askerlerin hayatını kaybetmesi. İki olay da hükümetin son yıllarda geliştirdiği sosyal medya söylemini ve pratiklerini analiz etmek açısından yerinde örnekler.

24 Ocak akşamı Elazığ ve Malatya'yı vuran depremin ertesi günü basın toplantısı düzenleyen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, deprem bölgesindeki can kayıplarına ve hükümetin faaliyetlerine dair bilgi verirken sosyal medyada provokatif paylaşımlar yapanlar hakkında da soruşturma başlatılacağını duyurmuştu. Aynı gün, Gaziantep'te 2 kişi sosyal medyada korku ve panik oluşturacak gerçek dışı paylaşımlarda bulundukları gerekçesiyle gözaltına alındı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da provokatif paylaşımlar yapıldığı gerekçesiyle 26 hesap hakkında soruşturma başlattığını duyurdu.

'YASAKLAMA' REAKSİYONU

Depremden yaklaşık bir ay sonra, 27 Şubat akşamı İdlib'te, Türkiye'nin askeri unsurlarına saldırı olduğu haberi henüz gelmeye başlamışken sosyal medya kullanıcıları hiçbir platforma erişememeye başladı. Daha sonra NetBlocks'un tespitine göre yaklaşık 16 saat boyunca Türkiye'den Facebook, Instagram, Twitter ve YouTube'a erişim kısıtlandı. Yine aynı olay sonrası İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, sosyal medyada gerçek dışı ve provokatif paylaşımlar yaptığı iddiasıyla 12 kişi hakkında soruşturma başlattı. Gözaltına alınan 6 kişiden üçü savcılık sorgusundan sonra tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildi ve mahkeme tarafından da adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

Sosyal medya, iletişim teknolojileri tarihinde bugüne kadar görülmemiş bir hızla mesajların yayıldığı, teknik olarak herkesin ufak bir maliyetle yazılı, görsel veya sesli medya üretip yayabildiği, egemen devletlerin, bilgi akışını kontrol edemediği bir noktaya düşüyor. Bu bağlamda devletler farklı reaksiyonlar göstermekle birlikte az gelişmiş demokrasilere sahip toplumlarda bu durum internetin genel olarak yavaşlatılması, belli adreslerin, hizmetlerin kısıtlanması veya tamamen yasaklanması olarak kendini gösteriyor.

Hem Elazığ hem de İdlib’e bakarak Türkiye'de işlerin nasıl yürüdüğüne dair belirgin bir izlekle karşılaşıyoruz. Işık hızıyla başlatılan soruşturmalar, o anki bilgi, dezenformasyon veya medya yayılımının önüne geçemese de, bu paylaşımları yapanların karşılaştıkları adli süreçler, daha sonraki paylaşımlar için, internet kullanıcılarının hafızasında öyle veya böyle yer ediyor. Özellikle sıcak gündem ve siyasi karar alma mekanizmalarında bulunan kişileri eleştiren paylaşımların 'cezasız' kalmayacağı önkabulü giderek yaygınlaşıyor. Yürütmede görevli kimselerin verdikleri demeçler sonrası yargı organlarının harekete geçmesi, toplumdaki bu önyargıları pekiştirdiği kadar, kullanılan üslup itibariyle toplumsal kriz anlarında öfkenin ve dikkatin yöneltildiği, bilinmeyen, her halükarda kötü sayılan sosyal medya platformlarına ve yapılan paylaşımlara yönlendiriliyor.

Özellikle toplumsal kaygının artmaya başladığı, krizin derinleştiği noktalarda, işin kötüye gitmesinde niyeti ve kimliği bilinmeyen, sosyal medyadaki bir takım kötü insanların paniğe yol açtığı söylemi giderek artıyor. Bu vurguyla beraber de sosyal medya linçleri, gözaltı kararları, özel bilgilerin ifşası, mahremiyet ihlalleri gibi olaylar da artıyor.

DEZENFORMASYON KRİZİ DERİNLEŞTİRİYOR

İdlib'te askerlerin hayatını kaybetmesi gibi toplumda büyük bir infial yaratması öngörülen kriz anlarında ise erişim sağlayıcıların belli sosyal medya platformlarına erişimi yavaşlattığı veya fiili olarak tamamen kestiği durumlarla karşılaşıyoruz. Bu gibi durumlarda yaygın medya kanallarına güveni azalmış, yeteri kadar bilgiyi edinemediğini veya bilginin sansürlenerek verildiği şüphesinde olan insanlar, sosyal medyadan daha doğru bilgi alabileceğini veya daha sağlıklı yorumlara erişebileceğini düşünüyor.

Tam da kaygı, korku ve şüphenin arttığı bu anlarda erişimin tamamen kesilmesi, kaygıyı daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyor. Kamu yetkililerinden gelen bilgilerin, olanı tamamen anlatmadığı, durumun daha vahim olduğu kaygısıyla sosyal medyada gördükleri gerçek dışı bilgileri yayabiliyorlar. Esasında sosyal medya erişiminin kısıtlanması, kriz anında toplumun sakinleşmesi veya kirli bilgiye daha az maruz kalmasını değil, tam tersine kaygının artmasına ve çok daha fazla dezenformasyona maruz kalarak krizin derinleşmesine yol açabiliyor.

Krizin derinleşmemesi, toplumun rağbet ettiği dijital mecraların erişiminin kısıtlanmasından ziyade, açıklama yapmaya yetkili siyasi erk temsilcilerinin toplumu sıklıkla gerçek durum hakkında bilgilendirmesiyle sağlanabilir. Aksi durumda, İdlib örneğinde gördüğümüz gibi hayatını kaybeden asker sayısının çok daha fazla olduğu ama gizlendiği gibi söylentiler, Elazığ’dan ve İdlib'ten olduğu iddia edilen, bağlamından koparılmış, başka bir zaman ve olaya ait görüntüler çok çabuk yayılabiliyor. Toplumun hızlı ve doyurucu bilgiye en çok ihtiyaç duyduğu bu tip toplumsal kriz anlarında, kaygının artmaması ve dezenformasyonun kamuoyunu ele geçirmemesi için hukuki olarak dayanağı belirsiz erişim kısıtlamalarının değil, şeffaflık ilkesi çerçevesinde yetkililerce bilgi paylaşımının artması gerekir.