YAZARLAR

Tecavüz failleri: ‘Bize bişey olmaz biz devletiz’

Üniformalı mesleklerden olan failler, erkek şiddetine dair tüm suçlarını kolaylıkla devlet görevlisi olmakla perdeliyor. Devlet kendi içindeki çürük elmaları temizlemek yerine koruduğu için alabildiğine yaygınlaştı. Kadın örgütlerine başvuran pek çok şiddet mağduru kadın, faillerin kendilerini artık görüntülü şantajın yanı sıra devletle tehdit ettiğini söylüyor.

Yıllar öncesine ait geniş aile hikayelerimizden birisi son günlerde yine aklıma düştü: “Etme, eyleme Başefendi. Gel, sen şunu al, bizi bırak.” Eniştem olan Başefendi rüşveti kabul etmediğinde ise: “Ben bunun yarısını beş, on kişiye bölüştürür yine kurtulurum. Ön kapıdan siz sokarsınız, arka kapıdan biz çıkarız. İşte o zaman sen kendine gidecek yer ara.” Ve olaylar aynen böyle geliştiği için bizim enişte acele emekliliğini isteyip ülkenin öbür ucundaki memleketine döner. 50-60 yıl önceye dair Anadolu hikayelerinden, sıradanlaşmış olaylardan birisi. Halk arasında sözü dolandırmadan, lafı uzatmadan kısaca ‘ön kapıdan siz, arka kapıdan biz’ şeklinde Anadolu özdeyişine dönüşmüş bu olay benim bebeklik yaşlarımda olmuş. Gençliğimde öğrendiğim vakit ‘böyle devlet olmaz’ diyerek ‘düzene çeki düzen’ yollarındaydım. Pek çoğumuzun duyduğu gibi ben de rahmetli babamdan ‘düzelmez kızım, böyle gelmiş böyle gider’ nasihatlerini işitiyordum. Ve o zaman anlatmıştı, bacanağının yaşadıklarını. Hatta isim vermiş ve o şahsın halihazırda milletvekili olduğunu anlamıştı. Fakat o günlerin bu hikayeleri bugünlerin başka olaylarının yanında adeta zemzemle yıkanmış gibi. Biliyoruz bozuk düzen durağan değil olmadı hiçbir zaman. Daha da bozularak gidiyor, sınırsızca bozulmaya devam ediyor.

Salt Şenyaşar ailesine yaşatılanlar bile tek başına devletleşen aşiret ya da belki daha yerinde bir isimle aşiretleşen devlet kavramını kullanmaya sürüklüyor bizi. Ki çok çok daha fazlasının olduğunu benzer örneklerle biliyoruz. Emine Şenyaşar’a ameliyat sonrası acil şifa dilerim. Ve umarım ki yıllardır tuttuğu nöbet, adaletin tecellisi ile son bulur, oğlu Fadıl özgürlüğüne kavuşur. Hukukun bizzat yönetenler eliyle darp edildiği aşiretleşen devlet düzeninde güçlü ve geniş ailelerin bile daha büyük aileler karşısında çaresiz kaldığı zamanlardayız. Bu ortamda kadınları düşünmek gerek. Aile, toplum ve devlet karşısında gencecik kadınların tek başınalığını…

Feminist söylemin gökten inmeyip kadın yaşamından fışkırdığı örneklerden birisi: “Gelsin baba, gelsin koca, gelsin devlet, gelsin cop! İnadına isyan, inadına isyan!” Kadın eylemlerinin ünlü feminist sloganı güncelliğini koruyor. Sadece cop yerine artık gaz denmekte. Devlet aklını değil sadece silahlarını geliştirdiği için… Geliştirmek dedimse sadece bugünün teknolojisine uyarlamasından söz ediyorum elbette kelimenin olumlu manasında bir ilerlemeden değil. Çünkü en eski, en insanlık dışı, en çirkin savaş silahının da yargı eliyle meşruiyet kazandığını söylemek zorundayım: Tecavüz. Geçmiş çağların iğrenç savaş silahı olan tecavüz, günümüzde terörle mücadele alanında geçer akçe olarak görünüyor diyecek kadar çok olay yaşanıyor bu ülkede.

ÜNİFORMALI ŞİDDET: ŞEYTAN ÜÇGENİ

Kadınlara ve çocuklara yönelik cinsel saldırılarda eril faillerin şantaj yöntemiyle tecavüzü sürekli kıldıkları bilinen gerçeklerden. Video çekmek yoluyla tecavüz anını görüntülerken failler, aynı zamanda kendi suçları için delil oluşturmaktan hiç endişe duymuyor. Çünkü korunacaklarını biliyorlar. Koruyanlar kimler, nasıl bir koruma derseniz ilkin kadınların ve çocukların yalnızlığını hatırlamak yerinde olur. Saldırganı değil saldırıya uğrayanı suçlu gören toplumsal algıya güveniyor failler. Bununla bitmiyor. Toplumsal baskı altında ezilen aile de saldırıya uğrayan kadınları, kız çocuklarını suçluyor ve cezalandırıyor. Adı çıkmasın, duyulmasın kaygısıyla en acilinden yaşlı koca bulunuyor. Özellikle çoklu tecavüzlerde otuz, kırk yaş büyük kart zamparalarla evlendiriliyor, genç kadınlar ve kız çocukları. Şeytan üçgeninde yapayalnız, çaresiz… Fail, baba, koca…

Peki ya fail üniformalı olduğunda ve hatta “devlet benim” dediğinde… Üçgenin tepesinde devlete karşı hakkını aramak zorunda kalan şiddet mağduru kadın ve kız çocuğu, şeytan üçgeninden bir başına çıkmayı başarabilir mi? Kadın örgütlerinin, kadın hakları savunucularının desteğiyle yasal haklarını ve kendisi için adaleti arayabilir mağdurlar. Ve öyle de yapıyorlar.

Üniformalı mesleklerden olan failler, erkek şiddetine dair tüm suçlarını kolaylıkla devlet görevlisi olmakla perdeliyor. Devlet kendi içindeki çürük elmaları temizlemek yerine koruduğu için alabildiğine yaygınlaştı. Kadın örgütlerine başvuran pek çok şiddet mağduru kadın, faillerin kendilerini artık görüntülü şantajın yanı sıra devletle tehdit ettiğini söylüyor. İpek Er vakasına rağmen Musa Orhan’ın serbest kalışını örnek gösteren faillerin “Bize bir şey olmaz biz devletiz” tehdidini savurduğunu söylüyor kadınlar. Kamu kurumları kendi içlerindeki eril şiddet faillerini, tecavüzcüleri hukuk yoluyla görevden almadığı için. Yargı, kamu görevlisi olan eril şiddet faillerini, hukuku rafa kaldırarak serbest bıraktığı için. İktidar, yürütmekle yükümlü olduğu şiddet yasasını uygulamak yerine aşındırdığı, yasa aleyhine verilen siyasi beyanları desteklediği için. Erkek şiddetiyle mücadele amacıyla hazırlanmış şiddet yasasını budama hazırlıklarına giriştiği için. Hatta kadınların hukuk öznesi, özerk bireyler olarak eşit haklarını tanıyan Aile Hukukunu “sil baştan” yazmaya giriştiği için. Çünkü eşitliğin yerini eşitsizliğin alacağı bu girişimle kadınların kıskacında olduğu şeytan üçgeninin tahkim edileceğini failler de bildiği için. Yani cezasızlıkla ödüllendirileceklerini bildikleri için. Erkek şiddetine cezasızlık politikası uygulayan iktidarın ülkeyi getirdiği yer ise: Kadın bedenini terörle mücadele alanı saymak.

TECAVÜZ FAİLİ KORUCU: DAĞ’A ÇIKMASINI ÖNLEDİM

Üniformalı şiddetin yanına eklenen korucu şiddeti de yargı koruması altında. Üniformalılar ve korucular devleti koruma görevinde ama kadına şiddet söz konusu olduğunda onlar da devlet koruması altında. Kadın karşıtı simbiyotik ilişki tahkim ediyor şeytan üçgenini. Kadın karşıtı, ataerkil din yorumlarıyla bir kat daha güçlendirilmiş bir tahkimat bu söz ettiğim. Örneğin Mardin’de 22 yaşındaki genç kadına tecavüzünü video kaydıyla şantaj yaparak sürekli hale getiren bir korucu haberi gündemde. Korucu Yakup A, zamanla arkadaşlarını da tecavüz eylemine dahil ederek sistematik işkenceye dönüştürüyor. Genç kadın, sürekli tecavüz işkencesinden kurtulmak için devlete başvuramıyor çünkü karşısındakiler “biz devletiz, bize bir şey olmaz” diyorlar. Kadını intihara sürükleyen bu çaresizlik ve failler. Ancak hayata döndürüldükten sonra ortaya çıkıyor sistematik tecavüz. O da ailesi kendisinden 40 yaş büyük birisiyle evlendirmek istediğinde kaçarak karakola gidiyor. Soruşturma başlıyor. Ancak fail ifadesinde tecavüz suçu, 'terörle mücadele' kapsamına giriveriyor. Korucu dahil üç failin tutuklandığı soruşturma soncu açılan davada hakim tutuklu üç sanığın hepsini salıveriyor. “Üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve yoğunluğu nazara alınarak bu aşamada belirlenen yerlere başvurmak adli kontrolünün ağır olacağı…” Şantaj amaçlı kullanılan tecavüz görüntüleri dosyada yer aldığı halde, delil bulunmadığı söylenebiliyor kararda. Zira fail korucu, “dağa çıkacaktı bunu önlediğim için iftira atıyor” buyurmuş ifadesinde. Malum bugünlerde sihirli sözcük oluyor, dağa çıkmayı önlemek ya da dağdan indirmek…

Bir başka üniformalı şiddet olayı da Nusaybin’de yaşandı. Kendisini mühendis olarak tanıtan bir uzman çavuş, 4 çocuğa yönelik cinsel istismar suçundan gözaltına alındı. Çocukların otomobiline bindiği görüntüler dosyada. Tabii ki anında getirilen gizlilik kararı sonrası bakalım bu davanın sonucu ne olacak. Gazetelere yansımayan, devletle başa çıkamayacağı düşüncesiyle uğradığı şiddeti açıklayamayan onlarca, yüzlerce benzer olay bulunduğuna da şüphe yok.  Korkunç bir çürümüşlük kokusu yayılıyor ortalığa ve bu ortamda kadın karşıtı bir aile hukuku ve anayasa hazırlığı sürüyor…


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.