YAZARLAR

Taliban savunusundan Anayasa değişikliğine giden yol

İki yılı aşkın süredir düzenli olarak artan şüpheli kadın ölümleri olgusu trans kadın cinayetlerinin gözden kaçırılması politikasının ürünü olabilir. Kadın katillerinin ‘yakalanamayışı’ ile birlikte düşünmek gerekiyor bu aile politikasını. Ve elbette tüm bunları Erdoğan’ın söyleyişine atıfla Taliban ile aramızdaki o pek az farkı kapatmaya yönelik bir adım olma ihtimaliyle değerlendirip, anayasa değişiklik teklifiyle sürdürülebilir kılınmak istendiğini de görmek gerekir.

Türkiye’de bulunan Afgan kadınların uzun zamandır bizleri uyarmaya çalıştığı büyük risk gerçekleşti maalesef. Kadınların eğitim-öğretimden tümüyle yasaklanması Taliban’ın sadece bir buçuk yılını aldı. Yönetimi ele geçirmesine göz yumulan bile demek doğru değil. Afganistan’ın resmen bile isteye teslim edildiği Taliban, işgalci Batılı devletlere güya kadınların haklarına dair güvence vermişti. Ki ABD ve NATO, Afganistan işgaline meşru gerekçe olarak “Afgan kadınları kurtarmak” iddiasını kullandığı içindi, diplomatik çevrelerde bu söylemin öne çıkarılması. Kadınlar biliyordu Taliban’ın değişmediğini ve yirmi yıl önceki yönetimi sırasında gerçekleştirdiği tüm uygulamaları birer birer sahneye koyacağını ısrarla söylediler. 25 Ağustos 2021’den bu yana söylemeye devam ediyorlar ancak büyük güçlerin çıkar ilişkileri ağının karanlık dehlizlerinde boğuluyor sesleri. Bir yandan açlık, kıtlık, sefaletle boğuşuyor Afgan halkı. Öte yandan ekonomik krizden çıkış yolunun eğitimden geçtiği gerçeğine gözünü kapatan Taliban cahilliğe gömüyor kadınları. Ve Türkiye de bir ekonomik kriz çemberine sıkışmışken Diyanet İşleri Başkanı da “Batının ilmi bize faydadan çok zarar verdi” diyebiliyor.

Türkiye’de Taliban savunuculuğunun en yüksek makamlardan başladığını hatırlayalım. “Taliban ile aramızda pek fazla fark yok” demişti Erdoğan o yönetimi ele geçirdiği günlerde. Dışişleri Bakanı da benzer açıklamaların yanı sıra Kabil Havalimanı yönetimi gibi konularda işbirliği arayışına girdi. İktidar medyası körü körüne destekledi Taliban yönetimini. “Kadınların hayatlarında değişen bir şey yok” mesajı vermek üzere Afganistan’dan yayınlar yapıldı. Özellikle kadın gazetecilere yaptırıldı Taliban propagandası, hatırlanacağı üzere. İsmailağa Cemaatinden adeta resmi ziyarette bulunan heyet gidiş gelişleri yaşandı. Taliban sözcüsü Türkiye’ye getirilip Diyarbakır’da Alimler ve Medreseler Birliği toplantısında “ulemaya ders” verdirildi. SADAT organizasyonuyla gerçekleştirildiğine dair duyumlar olan bu toplantıya Hizbullah da katıldı. Gonca Kuriş dahil mezar evlerde cesetleri bulunan 41 kişinin işkenceyle öldürülmesinden yargılanıp, hukuk oyunlarıyla denetimli serbestlikten yararlanan ama ne hikmetse bir kere bile imzaya gitmediği halde yakalanamayanlardan birisiydi. Gel gör ki Vakıf Başkanı olarak bu toplantıda ev sahibi sıfatıyla toplantı açış konuşması yaparak kamuoyu önüne çıkıverdi. Hizbullah uzantılı Hüdapar başkanı da oradaydı.

Bu yıl Ekim'in ilk haftasında gerçekleşen bu toplantıda en çok eğitimden şikâyet edildi. Eğitim ve öğretimin nesilleri bozduğu, gençleri kurtarmak için laik eğitim kurumları yerine Medreselere büyük görev düştüğü iddia edildi. AKP iktidarının yarı resmi Şeyhülislamı Hayrettin Karaman da oradaydı ve o da konuştu benzer açıklamalar yaparak. Derken bir de ne görelim iktidara yakın uzak fark etmeksizin dindarların WhatsApp gruplarında Taliban sözcüsünün iddiaları üzerinden bir Taliban övgüsü cezbesine kapılındı. Yazışmalardan çevrimiçi toplantılara kadar uzanan geniş yelpazede Taliban övgüsü bir Doğu-Batı karşıtlığı saplantısıyla ciddi ölçüde Taliban politikalarını savunma yarışına dönüştü. Türkiye’de iktidarın, kamu diplomasisi yeteneğini tüm gücüyle Taliban övgüsü ve savunmasına vakfettiğini söylemek hiç yanlış olmaz.

Derken 6 yaşındaki çocuğa imam nikahlı cinsel istismar olayını yıllar sonra bir iddianameden haberleştiren gazetecilik başarısıyla duyabildik. İrkildik ama şaşırmadık. Taliban savunucuları bu olayı da savunmaya kalkıştı elbet. Aileyi koruma sevdasına kapılan çok oldu ama mızrak çuvala sığdırılamadı. Afganistan’da kadınlara üniversite öğrenimi yasaklandığına dair açıklamalar geldiğinde bile “durun bakalım fasıktan gelen haber doğru olmayabilir” sözleriyle Türkiye’deki dindarların tepkisini sönümlendirme faaliyeti başladı hemen. Taliban resmi açıklama yapıyor ama bu ülkedeki savunucuları haber sol gazetelerde yayınlandığı için inanmayın diyor. Bu denli çarpık savunmalara tabii ki daha makul gibi görünen açıklamalar da eşlik etmekte. Örneğin Hayrettin Karaman “ikinci bir duyuruya kadar” ibaresi içerdiğine dikkat çekiyor Taliban savunmasında. Hemen kızmayın bekleyin ne yapacaklar bakalım, gerekli düzenlemelerden sonra izin vereceklerdir, minvalindeki sözlere rağmen ciddi bir olumlama da serdetmiş. İslam toplumu ve yönetimi düzenliyorlarmış, batılı laik düzen algısıyla eleştirilmeleri yanlışmış. Bir de Osmanlıcılık kibriyle, milleti-i hâkime edasında “ağabey” öğüdü veriyor Taliban yönetimine. Osmanlı da Hanefî fıkhını uyguladığı için “hiç değilse Osmanlı son dönemi hükümlerini uygulayın” mealindeki sözlerle kendisini körü körüne Taliban savunucularından ayrı ve yukarıda bir yerlere çekmeyi ihmal etmeden. Ne de olsa usulde ve uygulamada âvâm-havâs ayrımı ulemanın temel prensibi olmuştur, İslam’ın sınıf farkını yok eden nassı hilafına toplumsal üst sınıf alt sınıf ayrımını dini yorumların temeline inşa etmişlerdir. Nitekim Taliban da bu ayrımdan şaşmaz.

Ülkedeki kadınlara önce orta öğrenimi yasaklayıp sonra bu yasağı geçtiğimiz günlerde üniversite ve ilkokula kadar genişlettikleri gibi parkları, sokakları, camileri de yasakladılar. Ancak Taliban yöneticilerinin kızları İngiltere gibi yabancı ülkelerde laik eğitim sisteminden yararlanıp üniversitelere gidebiliyor. Riyakarlığı din edinmiş Taliban politikalarını övgüyle destekleyenlerin yaşamı da farklı değil elbette. Kendilerine jetski motorlu tatil, kız çocuklarına okul yasağı ve 6 yaşında evlilik. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim bu bağlamda H.K.G.’nin büyük bir cesaretle kendisini kurtarabilme başarısına erişmesi, o cemaatin üst düzey ailelerinden birisine mensup olmanın getirdiği imtiyazlarla mümkün olabilmiştir muhtemelen. Sınıfsız, imtiyazsız toplum düzeni öneren İslam adına ayrımcılık ve ayrıcalıklara dayalı bir getto düzeni inşa edildiği içindir ki o camiada sayısını bilmediğimiz çocuk ve kadın için sömürü düzeni devam ediyor.

İktidar ise Anayasa m.24 ve 41 değişiklikleriyle Taliban’ın inşa ettiği toplum düzenine kapıyı aralayacak bir teklif sundu bu ülkenin meclisine. Başörtülü kadınların haklarını güvenceye almak değil önerdiği değişiklik. Başörtülü kadınları inanç eksenli bir çembere alırken başörtüsüz kadınların kıyafet özgürlüğünü dilediğince kısıtlama yetkisini kamu idaresine veriyor. İki ayrı çemberle birbirinden uzağa savruluyor kadınlar ve hepsi daha geniş bir çembere ataerkinin kuşatmasına hapsediliyor, anayasa değişikliğinin içeriği tam olarak bu. M.41 ile de aile kurumu düzenleniyor. Hani hep söylerim bu ülkenin ataerkil muhafazakarları aile dediği zaman gerçekte kast ettikleri erkek egemenliğidir. Madde değişikliğinde ve daha pek çok yerde geçen “toplumun temeli ailedir” ifadeleri daima toplumun ataerkil düzenini pekiştirmek istiyor. (Bu arada gözden kaçmasın kuşkusuz muhafazakâr olmayan ataerkiller de aile yerine yazık ki “eşitlik” ilkesini erkek egemenliği anlamında kullanabiliyor. Kadın erkek muhafazakâr olmayan ataerkiller “eşitiz madem…” şeklindeki kurnazlıkla eşitlikçi toplum inşasına itiraz ederler, bu da parantez içinde aklımızda bulunsun.) Ailede erkek egemenliğini tanıyıp ataerkil toplum düzenine anayasal meşruiyet kazandırıyor. Aile maddesi ayrıca erkek çok eşliliğine kapı aralama riskine sahip. Kadın ve çocuk hakları, erkek egemen aile kurumundan dışlanma tehlikesiyle karşı karşıya. Ataerkil pazarlık yeniden kurulmuş ve devlet, evdeki egemen erkek için özel alan özerkliği tanımış izlenimi veriyor m.41. Devlet, ev içi şiddetle mücadele yükümlülüğünü evdeki egemene yani şiddetin failine devretmek niyetinde, diyebiliriz. Aile çatısı altındaki her türlü şiddete karşı mücadele mekanizmalarını işlevsizleştirme kurnazlığına kadar uzanan tehlikeli bir madde bu. Özellikle LGBTİ+ eğilimli çocuklar başta olmak üzere ailedeki tüm kadın ve çocukların ev içi şiddetle başbaşa bırakılacağı bir düzen getiriliyor. Toplum hayatında bırakın eşcinsel evlilik çabasını yaşam hakkı güvencede olmayan bireyler için hayat çok daha zorlaşacak. Devlet destekli o LGBTİ+ karşıtı aile mitinglerinin kurumsal açıklamasında yer almasa da katılımcıların mikrofon ve kameralara yansıyan sözlerinde “devlet bunlara son vermezse toplum ne yapacağını bilir” sözlerini hatırlamak bile yeter tehlikenin büyüklüğünü görmek için. Nitekim önceki gün haberlere yansıyan Diyarbakır’da bir trans kadın seks işçisine yaşatılan şiddet, bu şiddete bağlı darp raporu almak için gittiği hastanede sağlık ve emniyet çalışanlarının nefret içeren söz ve davranışları tehlikenin ne denli somut gerçek haline geldiğini gösteriyor. Yeni değil üstelik bu yaklaşım daha sistematik bir yerden giderek yükseltilen politik bir tutum.

Kadın cinayetleri politiktir söylemi trans kadın cinayetleri politiktir önermesini de içerir. Erkek şiddeti politiktir ve şiddetle mücadele politikasındaki değişim de politiktir. Örneğin iki yılı aşkın süredir düzenli olarak artan şüpheli kadın ölümleri olgusu trans kadın cinayetlerinin gözden kaçırılması politikasının ürünü olabilir. Bu bir ihtimal. Veri paylaşılmadığı için somut bilgiye erişemesek de bu ihtimal akla yatkın geliyor. Ve bu aile politikasıyla çok uyumlu görünüyor. Hele de artık son bir yılda iyice belirginleştiği üzere kadın katillerinin ‘yakalanamayışı’ ile birlikte düşünmek gerekiyor bu aile politikasını. Ve elbette tüm bunları Erdoğan’ın söyleyişine atıfla Taliban ile aramızdaki o pek az farkı kapatmaya yönelik bir adım olma ihtimaliyle değerlendirip, anayasa değişiklik teklifiyle sürdürülebilir kılınmak istendiğini de görmek gerekir.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.