YAZARLAR

'Sürtük' çirkinliği dindarların iktidarla ilişkisini nasıl etkiler?

Siyasi yelpazedeki değişimleri anlamak için öncesi ve sonrasıyla “sürtük” çirkinliğinin sonuçlarını gözlemek bile yeterli olabilir. Türkiye siyaseti açısından kırılma anı olarak isimlendirmeyi hak edecek kadar büyük bir yakışıksızlık çünkü. Seçmen davranışının buna kayıtsız kalacağını düşünmek safdillik olur.

Toplumsal Etki Araştırmaları Merkezi – TEAM, dindar seçmenler araştırması yayınlamıştı, 2021 Kasım bulgularıyla. Siyasi atmosferin değişim hızını düşününce o tarihten bugüne bazı bulgular değişmiş olabilir. Ancak her parti için az çok geçerli olduğu gibi AKP, MHP tabanında yer alan dindar seçmenler arasında da kemikleşmiş oy verme davranışına ilişkin değişmeyecek eğilimler var şüphesiz. TEAM bulguları içinde benim özellikle önemsediğim dindar seçmenin korkuları oldu. Korku yerine belki kaygı demek daha yerinde olur. İstanbul, Konya, Kayseri, Yozgat, Samsun, Sivas, Malatya, Elazığ, Bingöl, Erzurum, Gaziantep ve Kocaeli’nde yapılan araştırmanın raporuna buradan ulaşabilirsiniz. Rapor incelendiğinde görüleceği üzere dindar seçmenler de yekvücut değil. Dindar seçmenler arasında bulgulardan çıkarabileceğimiz sonuçlardan birisi AKP-MHP çizgisi ile Gelecek, DEVA, Saadet çizgisi arasındaki farklılaşmanın görünürlüğü. Cumhur ittifakı ve Millet ittifakı arasındaki kutuplaşma, klasikleşmiş ismiyle dindar-seküler karşıtlığı yerine dindarlar arasında bir farklılaşmanın ortaya çıkmasına yol açmış ki beklenen bir durum elbette.  Ancak önemsediğim kısım iki ittifakın arası açılırken, seçmen davranışlarında ittifaklar içerisindeki yakınlaşmanın belirginleştiğini görmek oldu. Erdoğan siyaseti bırakırsa kötü olur diyenlerin kaygıları ile çok daha düşük oranda olmakla birlikte bırakırsa iyi olur diyen dindar seçmenlerin beklentilerinde ekonomi, pahalılık, yönetim sorunları ön planda. Ancak birbirinin zıttı yönünde şekilleniyor.

“Katılımcılara, Erdoğan’ın siyaseti bırakmasının muhtemelen olumsuz etkileri sorulduğunda, ekonomi ve yönetimde gerileme temaları öne çıkıyor. Dindar seçmen ekonomik sıkıntıların farkında olsa da muhalefeti yönetim kapasitesi konusunda daha yetersiz görüyor ve ülke yönetiminde Erdoğan’a kerhen de olsa daha çok güveniyor. Erdoğan’ın gidişini istemeyen büyük kesim iktidar değişince ülke ekonomisinin batma noktasına geleceği kaygısını taşıyor ve bu kaygı seçmenlerin iktidardan uzaklaşması eğilimini azaltıyor. Bu kaygıdan dolayı oy vermeyerek iktidarı cezalandırma eğiliminden uzak duruluyor. Buna mukabil, hizmetlerin yarım kalması, dini yaşamın kısıtlanması gibi konular daha arka planda kalıyor. Muhalefetin devraldığı belediye hizmetlerinde başarısız konuma düşmemesi ve son yıllarda dindarlar dahil tüm kesimlerle temas ederek ittifak ve diyalogu genişletmesi bu konularda kaygıların büyümesinin önüne geçmiş gibi görünüyor.”

Erdoğan giderse yönetim krizine girileceği, ondan daha iyi yönetici olmadığı görüşü kesinlikle ucube sistemin tek karar vericili yönetiminin seçmene yansıması. Tam tersini düşünenler arasında ise 6’lı masa içindeki dindar muhalif partilerin söylemini andıran beklentiler öne çıkıyor. Ekonomi düzelir görüşünden adalet sağlanır görüşüne kadar bu üç partinin yaklaşımı ile seçmen arasındaki benzerlik dikkat çekici. 6’lı masayı oluşturan partilerin birbirine tutunması temelsiz değil. Saadet, Gelecek ve DEVA’nın mutabakat masasında yer alışı tabandan gelen bir itkiyle gerçekleşmiş olabilir, bulgulara bakılırsa. Hadi bu çok iddialı bir yorum denirse bu partilerin tabanlarına mutabakat masasına ilişkin meramlarını çok iyi anlattıkları ve karşılık bulduklarına şüphe yok en azından. Erdoğan siyaseti bırakırsa iyi olur diyen dindar seçmenler arasında hayli geri planda kalan bir gerekçe ise laiklik. Türkiye dindarlığında laiklik, olumsuz çağrışımları dikkatten kaçırılmaksızın olumlu bir yer tutar kanaatindeyim. Ancak laiklik ilkesinin gerekliliğini dile getirenler azdır. Araştırma bulgularından birisi, olumlu anlamda, "laiklik gelir, sorunlar azalır, adalet sağlanır" şeklinde nispeten geri planda kalan söylemin varlığı bence çok önemli. 20 yıllık iktidarında dindarları bile dinden yorgun düşüren AKP’nin belki en büyük başarısı dindarlara laik devlet niteliğinin önemini kavratmış oluşu. Şimdilik cılız sesler şeklinde duyulsa bile bence çok önemli.

Her ne kadar laiklikle, adaletsizliklerle ilgili özel yorum içermediği için kısmen eksik bulsam da rapordaki yorumlar okunmaya değer. Erdoğan siyaseti bırakırsa iyi olur diyenlere ilişkin TEAM ekibinin değerlendirmeleri ise şöyle: “Erdoğan giderse iyi olur diyenler, ekonomi ve refah ile ülke yönetiminde değişimi öne çıkarıyor. Göçmenler, adalet, eğitim, yolsuzluk, torpil, siyasal kutuplaşma, özgürlükler, sistem ve kurumlar ile ülke huzuru Erdoğan’ın gidişiyle iyileşme beklenen diğer alanlar. Erdoğan’a olumsuz yaklaşan dindarlar arasında genel olarak ülkenin tüm alanlarında işleyişi bozduğuna dair bir algı söz konusu. Kur artışı ve enflasyonun kontrol altına alınamaması ve her kesimde yaşanan hissedilir refah kaybı ve istihdam sorunları Erdoğan’ın gidişiyle birlikte ekonomide iyileşme beklentisinin diğer alanlardan açık ara önde olmasına yol açıyor.”

Dindar-seküler kutuplaşmasının ve kısmen de olsa kimlik siyasetinin eski itibarını kaybedişi ülke için olumlu işaretler. Erdoğan bu eskimiş siyasetin değer kaybından endişeyle yalpalıyor ve her hamlesiyle dindarları biraz daha birbirinden ayrıştırıp istemediği halde demokrasi zemininde muhalefeti ve kitleleri müştereklerde birleşmeye itiyor. Artık sadece kemikleşmiş seçmen kitlesi üzerinde etkili olabiliyor, ama bu kitleyi de aşındırdığını düşünebiliriz. Kadın örgütlerine, aktivist, sanatçı, siyasetçi kadınlara yönelik baskının yanı sıra Kılıçdaroğlu’na saldırının akıl almaz derecede hafifsenişini ortaya koyan yargı kararı, Canan Kaftancıoğlu’na verilen ceza, İmamoğlu davası her biri muhalefeti yolundan çekme çabası olarak görülüyor. Ve bu haliyle adaletsizlikler karşısında toplumsal tepkinin büyümesine istemeden hizmet ediyor. Eskilerin dilinde Allah zulmünü arttırsın şeklinde bir beddua vardır ya tam olarak Erdoğan’ın üstüne yapışmış gibi görünüyor. Gezi gibi toplumsallaşmış bir eyleme katılan kadınlar için kürsüden yaptığı “sürtük” ithamının çirkinliğine, yakışıksızlığına, münasebetsizliğine bakılırsa kendi kitlesini aşındırmakta da gittikçe daha başarılı oluyor diyebiliriz. Kim bilir belki siyasi yelpazedeki değişimleri anlamak için öncesi ve sonrasıyla “sürtük” çirkinliğinin sonuçlarını gözlemek bile yeterli olabilir. Türkiye siyaseti açısından kırılma anı olarak isimlendirmeyi hak edecek kadar büyük bir yakışıksızlık çünkü. Seçmen davranışının buna kayıtsız kalacağını düşünmek safdillik olur. Öncesinde başlayan dindarlar arası ayrışma bu çirkin yakıştırma sonrası Erdoğan aleyhine ivme kazanabilir.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.