Soyadı eşitliği yerine yeni ayrımcılık katmanı getiremezsiniz
İktidar kulislerinden eşitlik yerine başka bir ayrımcılık katmanı oluşturacak yeni öneri pompalanıyor topluma. Neymiş efendim “tanınmış kadınlar” için kendi soyadı bir istisna olarak kabul edilebilirmiş. İktidar soyadı eşitliği sağlamak yerine kadınların soyadı konusunda kadınlar arasında ayrıca bir ayrım yöntemi öneriyor!
TBMM 28’inci dönem yeni yasama yılı salı günü başlayacak. Meclis gündemindeki konular merak konusu haliyle. Geçen yasama yılının son oturumlarında gördüğümüz çirkinlikle, çirkeflikle, pişkinlikle hak gaspını sıradanlaştıran iktidar tutumunu bir kere daha kınayarak başlamak gerekir. Ahmet Şık’ın kürsü hakkı, kürsü dokunulmazlığı, sokak çetesi tarzıyla ihlal edilmiş, TİP milletvekili hatip ve saldırıyı önlemek için araya giren DEM grup başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit yaralanmış, Meclise, kürsüye kan bulaşmıştı. AKP grubunun en kavgacı vekillerden birisini Meclis İdare Amiri olarak seçmesi, böyle günlerde kullanışlı olacağı düşüncesiyle gerçekleşmişti belki. Ancak AKP grubuna bile yakışmadı sergilenen saldırı. Kimseye de yakışmazdı çünkü Meclis sözün, düşüncenin konuşma hakkının yeri. Tekme, tokat, yumrukla iş gören sokak çetelerinin serbest dövüş ringi değildi.
Üstelik demokrasiye çalınan kara lekelerden birisinin temizlenmesi için konuşuluyordu. Can Atalay’ın milletvekilliği, Hatay seçmeninin seçme hakkı gasp edilmişti. Anayasa çiğnenmiş, Anayasa Mahkemesi’nin uyarısı olan bu konudaki kararları yok sayılmıştı. Bu vahim yanlıştan dönülmesi için çabalayanların kaba kuvvetle engellenmesi, iktidar politikasının hem suçlu hem güçlü tavrını sevdiğini gösteriyor. Yine de yeni dönemde böylesi tablolar yaşanmasını istemediğimiz bilinsin. Açılış gündemi kapanış saldırısının kınanması olmalı.
Ayrıca sokakta, evde, işyerinde, parkta, bahçede her alanda kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin önlenmesi için siyasi iradeye 6284 sayılı şiddet yasasını etkin uygulama görevi Mecliste bir kere daha hatırlatılarak başlamalı yeni yasama yılı. Narin ve Sıla bebek vakaları bu kadar tazeyken çocukların korunması ve onlar için adaletin sağlanması da iktidarın sorumluluğu olarak Meclis kürsüsünden tekrar tekrar haykırılmalı açılışta. Gönlümden geçen cinsiyet temelli şiddete ve cinayetlere, çocuk istismarına, iş cinayetlerine karşı mücadelenin yükseltilmesi, sendikal haklarını, doğayı, hayvanları savunanlar için Meclis açılışında tüm milletvekillerinin saygı duruşunda bulunması.
İktidar blokunun planları farklı tabii. Onlar partilerinin içine düştüğü çözülme eğilimini baskılayacak yeni hikaye yazmayı planlıyor. Fakat müflis tüccar misali eski defterleri karıştırmaktan öteye gidemiyorlar. Yine Anayasa hikayesi etrafında teşkilat ve taban konsolidasyonundan başka tavşan çıkaramıyorlar şapkadan. Muhalefet partilerinin ortak tutum almasını ve hatta her partinin kendi içinde bölünmesini sağlayacak elverişli bir aparat olarak gördükleri Anayasa gündemine yüklenecekler. Ve, boza boza bitiremedikleri yargı deformasyonu tıpkı anayasa gibi iktidarın bitmeyen şarkısı. 9’uncu yargı paketi gündemin ilk sıralarında karşımıza tekrar getirilecek gibi görünüyor. Reform adıyla hukuk düzenini hallaç pamuğu gibi atmaya doyamadıkları, paketleyip rafa kaldırmayı pek sevdikleri yargı erkini yürütmenin ideolojisine tam bağımlı kılma yönünde ilerleyecekler elbette.
9’uncu yargı paketi aynı zamanda kadın gündeminin de ilk sırasında. Özellikle kadının soyadı hakkındaki madde, 9 numaralı yargı deformasyonundaki en dikkat çekici sorun. Fakat bu konuya gelmeden önce pakette yer alan ve komisyondan da geçmiş olan iki ayrı maddeyi hatırlatmak istiyorum. Birisi soy bağı ile ilişkili olan babalık hakkı konusunda anneye son derece sembolik ve sıradan, yaptırım içermeyen bir “rol” atfedilmiş olması. Ki soybağı konusuyla soyadı arasındaki doğrudan ilişki yazık ki genellikle dikkatlerden kaçıyor. Soyun devamında ananın çocuğa katkısı hiç yokmuş gibi… İkincisi, kadınlar için can yakıcı olacağı su götürmez bir gerçek olarak hakaret davalarında yapılan değişiklik. Akçeli işler kapsamına alıyor devlet. Hakaret davalarında iyi para dönüyor olması, boşaltılan hazineye bir gelir kalemi daha ekleme uyanıklığı devletin. “Önce parayı devlete yatır sonra çok istiyorsan davana devam et” anlamına gelen madde. özünde kadınlara yeni bir tuzak. Eskiden halk arasında “laf atma” olarak isimlendirilen sözlü taciz günümüzde sosyal medyayı da içeren şekilde kamusal alanda her yaştan kadın için önemli sorunlardan birisi. Kadınlar önceki kuşaklar gibi sineye çekmiyor bunu. Hemen şikayetçi oluyor, dava açıyorlar-dı. Madde bu haliyle geçerse dava açmanın maddi külfeti ikiye katlanacağı için ekonomik eşitsizlik ve derin yoksulluğun kadın hali dikkate alındığında sözlü taciz faillerinin bir kere daha teşvik edilmiş olacağı açıkça görülür. Hedef bu mu? Kadınların sözlü taciz karşısında geçmiş nesiller gibi sessiz kalması mı isteniyor?
Soyadı dayatmasına gelince, eşitsizliğin kurucu unsuru olduğu için kadına yönelik şiddetin ve cinayetlerin asli faili olduğunu bir kere daha belirteyim. Kadına evlendiği erkeğin soyadını alması dayatıldığı için özellikle boşanmak istediği, boşanma aşamasında olduğu veya boşandıktan sonra kendisine yeni bir hayat kurmak istediği için işlenen kadın cinayetlerinde faillerin temel motivasyonunu “soyadımı verdiğim kadın” ana fikri oluşturuyor. Toplumsal kalıp yargıları sürdürmeyi amaçlayan erkeğin soyadı dayatması, bu haliyle şiddeti, kadın cinayetlerini cinskırım olarak tanımlanacak şekilde sistematik ve kolektif cezalandırma yöntemi olduğu gerçeğini görünür kılıyor. Anayasa Mahkemesi bu gerçeği görmüş, Anayasanın eşitlik maddelerini ve ailede eşlerin eşitliği ilkesini dikkate alarak, kadınlar için evlilikte kendi soyadından sonra gelmek üzere erkeğin soyadını alma şartını iptal etmişti. Kadınlar hiçbir değişiklik olmaksızın evlendiğinde de boşandığında da kendi soyadını kullanabilmeli tıpkı erkekler gibi. Hatta nüfus kütüğü değişikliği gibi absürt uygulama da kalkmalı. Kadın doğduğunda kaydolduğu nüfus kütüğünde kalmalı. Tıpkı erkekler gibi. Eşitlik bunu gerektirir. Hele bu dijital çağda, tek tıkla herkesin kişisel verilerine ulaşılabiliyorken kadınların evlendiğinde kütüğünün başka bir ile bilmediği bir mahalleye savrulması anlaşılır şey değil. Kişisel verileri koruma kanununa rağmen tüm kişisel verilerimizin çalındığının, buluta depolandığının Bakan tarafından da itiraf edildiği bu günlerde hala eski sistemle kadınların oradan oraya savrulması çok saçma değil mi? Bu ülke nüfus idarelerinde kürek mahkumlarını mı çalışırıyor ki anlamsız yeni iş üretiliyor memurlara? Üstelik bu kayıtlar oradan oraya aktarılırken ne çok insan hatası yapılıyor ve bazılarını düzeltmek yıllarca sürüyor. Bırakın kadın doğduğu yerde kalsın tıpkı erkek gibi.
İktidar Anayasa Mahkemesi iptal kararını soyadı konusunda da tanımadı. Anayasanın eşitlik ilkesini çiğnedi. Meclise sevk ettiği yasa taslağında -ki bu da kendi yazdığı Anayasa maddesine aykırı ama hep yapıyor- eşitlik ilkesine aykırı olduğu için iptal edilen maddeyi aynen yazmayı seçmişti. Komisyon görüşmelerinde yapılan hata o kadar güzel açıklandı ki iktidar vekilleri itiraz edemedikleri için “biz bu haliyle komisyondan geçirelim, nasıl olsa genel kurulda düzelir” şeklinde bir garabet bahaneye sığındılar. Taslaklar niçin önce komisyonlara gönderilir? Komisyon, kendisini ve yasama süreçlerini işlevsiz kılmayı göze alarak tepeden gelen talimatı çiğnememek için Meclis İç Tüzüğünü çiğnediler, üstelik kurnazlıklarını pek beğenerek, memnun, mütebessim yüz ifadeleriyle poz vererek. Komisyonda tasfiye edilmeyen cinsiyetçi maddenin Genel Kurul aşamasında eşitlik yönünde evrilmesi için kadınlar iş başında. Erkeğin soyadı dayatması yerine kararın kadınlara bırakılması, kadın istediği takdirde hiçbir itirazla karşılaşmadan evlilik hayatında da salt kendi soyadını kullanacak şekilde düzenleme yapılması gerekiyor.
Ancak iktidar kulislerinden eşitlik yerine başka bir ayrımcılık katmanı oluşturacak yeni öneri pompalanıyor topluma. Neymiş efendim “tanınmış kadınlar” için kendi soyadı bir istisna olarak kabul edilebilirmiş. AYM, kadın hareketleri ve bu ülkenin eşitlikçi insanları soyadı eşitliği sağlanmalı diyor. İktidar soyadı eşitliği sağlamak yerine kadınların soyadı konusunda kadınlar arasında ayrıca bir ayrım yöntemi öneriyor! Yargı reformu paketleri hakkında yıllardır yargı deformasyonu ismini boşuna kullanmıyorum. Tüm ilkeleri ters yüz etme becerisiyle bir ayrımcılığı ortadan kaldırıyormuş gibi görünerek yanına ikinci ayrımcılığı kurnazlıkla ekliyor. Becerebilirse… Kadınlar kendi soyadı hakkından, soyadı eşitliğini sağlayacak adımlardan vazgeçmediği gibi iktidarın ikinci ayrımcılık girişimini önlemeye hazırlanıyor.
EŞİK-Eşitlik İçin Kadın Platformu, eşitliğin sağlanması yönünde sadece meclise ve merkezi yönetime değil aynı zamanda yerel yönetimlere de görevlerini hatırlatacak bir çalışma gerçekleştiriyor. Çalışmanın ana teması Anayasanın bağlayıcılığına dayanıyor. AYM kararlarının da tüm kurum ve kişiler için bağlayıcı olduğu gerçeğinden yola çıkılarak, nüfus idarelerini ve evlendirme dairelerini iptal kararı doğrultusunda ve kararın gerekçesi dikkate alınarak eşitlikçi işlem yapmaya çağırıyor. Tabii ki bu sözlü bir çağrıdan ibaret değil. Kurumları işletecek olan yurttaş baskısı. Evli olsun olmasın her kadın ve tabii ki eşitlik yanlısı erkekler bu konuda sorumluluk almalı ve üstüne düşeni, yerel yönetimlere, evlendirme dairelerine ve nüfus müdürlüklerine dilekçe vererek, dilekçesinin kayda geçmesini sağlayarak yerine getirebilir.
Nüfus idarelerine verilecek dilekçelere ilişkin örnek metin EŞİK sitesinde yayında. Nikah kıyma yetkisi olan belediyelere verilecek dilekçe örneği de isteyenler için içerik bilgisi oluşturmak amacıyla, bugünlerde sitede yer alır sanırım. Türkiye’de kadınlar çok uzun yıllardır soyadı eşitliği için mücadele ediyor. Günümüzde bu fırsat yakalandı. Kaçırmayalım. Unutmayalım ki soyadı değişikliği kadınları kimliksizleştiriyor. Adımız kimliğimizin, kimliğimiz kişiliğimizin ve özgüvenimizin inşasında etkendir. Aynı zamanda eşitsizlikten kaynaklanan cinsiyet temelli şiddetle mücadele yollarından birisidir, kendi soyadımıza sahip çıkmak. Ve elbette kadına yönelik şiddetin, kadın cinayetlerinin bir cinskırım politikası olduğu gerçeğini dikkate alarak hem kendimiz hem kızlarımız ve kadın-erkek herkes için eşitsizlik politikasını geriletecek bu adımı topluma borçlu olduğumuzu unutmayalım.
Berrin Sönmez Kimdir?
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.
Narin’i saygıyla uğurlayamadık bari hakkını layıkıyla arayalım 20 Eylül 2024
İktidar teğmenleri tehdit ile özgüven kazanamaz 13 Eylül 2024
İstanbul Sözleşmesi’nden BRICS’e: Eksen meselesi 06 Eylül 2024
İstiklal armağan aldık istikbale cinskırım mı bırakacağız? 30 Ağustos 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI