Zehir ve panzehir: Süper Takımlar

Bu konu aslında son 20 senenin meselesidir ama son iki yıldır NBA dünyasının bir numaralı tartışma konusu haline gelmiştir. Amerika'da birkaç emekli oyuncu olan TV yorumcuları ve birkaç gazetecinin dışında herkes bu konuda üç maymunu oynamaktadır.

Google Haberlere Abone ol

"Bükemediğin eli öpeceksin", "Bir elin nesi var iki elin sesi var" ne derseniz deyin. NBA'de “Süper Takım”lar diye bir gerçek var. Bu gerçek kısa vadede reyting üretiyor gibi görünse de basketbol kültürünün ruhuna aykırı ve NBA uzun vadede bir kangrenle karşı karşıya kalacak gibi duruyor.

Süper Takımlar! Bu konu aslında son 20 senenin meselesidir ama son iki yıldır NBA dünyasının bir numaralı tartışma konusu haline gelmiştir. Amerika'da birkaç emekli oyuncu olan TV yorumcuları ve birkaç gazetecinin dışında herkes bu konuda üç maymunu oynamaktadır. Tıpkı Türkiye'de futboldaki “yabancı kuralı” meselesi gibi. Bazı sözde gazeteci diye geçinenler düşüncelerini açık açık söylemekten korkmakla kalmıyor bir de rüzgarın eseceği yönü öğrenmek için pusuya yatıyorlar. Yani ona göre görüş belirtecekler. Biraz gazetecilik yapın kardeşim!

Yalnız size şu kadarını söyleyeyim; bu tip işler yani eyyamcılık dünya haritası üzerinde gördüğünüz tüm ülkelerin medyasında yaşanıyor. Dönelim yazımızın konusuna. “Super Teams” yani “Süper Takımlar”

NBA'i çok uzun süredir takip edenler, Amerikan sporlarıyla biraz olsun yakından ilgilenenler bir şeyi çok iyi bilir ki Amerikan spor kültürü tamamen “kahramanlık” öyküleriyle bağdaştırılır ve tanımlanır. Çizgi roman kültürü gibi. Süpermen hikayesi gibi, bir adam çıkacak herkesi kurtaracak. Yahut bir Batman veya Batman & Robin öyküsü gibi. Bir büyük kahraman ve onun yanında ikinci bir küçük kahraman teması gibi. Davut ve Golyat'ın karşılaşması benzetmeleri zaten tam bir klasiktir.

NBA tarihinde çok büyük oyuncular ve rekabetler gelip geçmiştir. Birçok süper yıldız özel hayatlarında tabir-i caizse “kanka” olsalar da sahada birbirlerinin düşmanıydılar. Michael Jordan'lı Chicago Bulls yıllarca Doğu Konferansı'nda Isiah Thomas'lı “Bad Boys” Detroit Pistons'a elenip dururlardı. Michael Jordan kalkıp sırf şampiyonluk kazanacağım diye düşmanlarıyla güçlerini birleştirecek değildi ya? Ancak o adamları yenerek “o adam” olabilirdi çünkü. Patrick Ewing, New York Knicks'e bir türlü şampiyonluk kazandıramadı. Michael'la çok yakın dostlardı evet ama 90 yıllarda hep Doğu Konferansı'nda Chicago engeline takılırlardı. Ewing, kalkıp şehrini bırakıp Chicago'nun yolunu tutabilirdi ama yapmadı. Charles Barkley, Karl Malone, say say bitmez. O zamanlarda kısaca racon böyleydi. Yazılı olmayan kanunlar esastı. Bir sürüye bir lider... Bu verilebilecek yüzlerce örnekten ikisi. Gün gelir “Dostlar ve düşmanlar” olarak ayrıca bir yazı yazılabilir ama biz şimdilik dönelim mevzumuza.

KISA-YOL TUŞLARI

2007'ye doğru şöyle aklımızın köşesinde bir şeyleri gözden geçirelim. Kevin Garnett, o dönem Kobe Bryant ve birkaç oyuncunun dışında ligin en elit ve hatta en çok “fark yaratan” oyuncularından biri. Yanlış anlamayın 2004 yılında ligin En Değerli Oyuncusu ödülünü de aldı. Yıllarca Minnesota Timberwolves takımını sırtladı ve bir NBA Finali'ni göremedi. Milwukee ve Seattle'da yine güzel yıllar geçiren ve NBA tarihinin en iyi şutörlerinden hatta kimilerine göre en iyisi Ray Allen, Kevin Garnett ile beraber zaten süper bir yıldızı olan Boston Celtics'in yolunu tuttular ve bir tür Süper Takım oldular. Daha sezon başlamadan şampiyonluğun favorisi oldular. Yanıltmadılar da. 2008 Haziran ayı olduğunda şampiyonluk kupası bu üçlünün ellerinde fotoğraflanıyordu. Bu üç oyuncu sıradan oyuncular değillerdi, sıradan yıldız da. Franchise Player yani “Camia Oyuncusu”ydular. Bir camianın, bir takımın profil resmi hatta marka yüzüydüler. Hatta o şehirlerin yüzüydüler. Bir şampiyonluk yüzüğü için bu kolay olmaması gerekiyordu.

Mesela bu konular açıldığında herkes bana 2004 Lakers örneğini veriyor. Zaten Shaq ve Kobe'si olan dominant takım Lakers'a iki efsane oyuncu Karl Malone ve Gary Payton katılmıştı. Ama bu tam uygun bir örnek teşkil etmiyor. Çünkü Karl Malone'un son sezonuydu, neredeyse emeklilikten dönüp oynadı. Payton ise artık yıldız statüsünde değil gibiydi.

LeBron James'in “Michael Jordan” olup olmayacağı tartışılırken, Kobe Bryant'ın da Lakers'ı 2009 ve 2010'da art arda iki şampiyon yapması LeBron James için Cleveland'da ayaklarının altında bastığı zeminin erimesine neden oluyordu ve bir değişim gerekiyordu. 2010 yazı olduğunda herkes LeBron'un bir hamle yapmasını bekliyordu ama bu kadarının gerçek olabileceği kimsenin aklının ucundan geçmezdi. Soluğu Miami'deki yakın dostu Dwyane Wade ile beraber aldı ve Heat formasını giydi. Yanına da Toronto'nun süper yıldızı Chris Bosh'u aldılar, birkaç takviye ve “BAM!” bir “nükleer güç”e dönüştüler. Wade, Miami'yi 2006'da Shaq ile beraber şampiyon yapmıştı o yüzden LeBron, Wade'in takımına gitmiş gibi oldu.

Ligde yükselen genç yıldız Kevin Durant ile Russel Westbrook, 2012'de NBA Finali'ne ulaştılar ama karşılarına bir “Süper Takım” çıktı ve Heat eze eze, bir hezimet yaratarak şampiyon olmayı başardılar. Amerikan kamuoyu için kısa vadede bir sıkıntı görünmüyordu. Reyting'ler tavandaydı, medya bir hayli malzeme bulabiliyordu. Ama işlerin başka yöne doğru gittiğinin kimse farkında değildi henüz. LeBron, Miami'de iki ardından da Cleveland'a bir şampiyonluk kazandıktan sonra ligde çok ciddi bir güç yükseliyordu. Golden State Warriors...

DEĞİŞEN DEVRAN

Golden State Warriors'ı, herkesin antipatiyle bakıp eleştirdiği ortamda ban açıkçası çok takdir ediyorum. Süper Takımlar aslında ikiye ayrılırlar:

1) Oluşturulan Süper Takımlar

2) Tesadüfen oluşan Süper Takımlar

Şimdi Boston Celtics ve Miami Heat'li yöneticilerin yaptığı ve başardığı süper bir takım kurmak. Transferle, takasla ne derseniz deyin. Ama bugünkü Golden State'in yaptığı böyle bir şey değil. Stephen Curry, bu takıma 2009'da Draft ile geldi. Klay Thompson da öyle. Draymond Green hele iki turdan 35'inci sıradan seçildi. Bu takım bir araya geldiğinde kimse bu adamların bu seviyeye ulaşabileceğini ve böyle bir takıma dönüşebileceğini aklının ucundan geçirmedi. Bu kadroyla bir sezon şampiyon oldular, bir sonraki sezon ise Jordan'lı Chicago Bulls'un normal sezon rekoru olan 72-10'u kırdılar. Bir sonraki sezonda Kevin Durant'ı kadrolarına dahil ettiler ve bu sefer gerçek anlamıyla durdurulamaz ve önlem alınamaz oldular.

Kevn Durant, bundan yıllar evvel karşısına Süper Takım'la çıkıp paramparça eden LeBron James'i bu sefer kendisine yapılanı yaptı ve Golden State ile son iki yıldır LeBron'lu Cleveland'ı NBA Finali'inde sahadan sildi. Öyle ki bu yaza girerken verdiği demeç aslında her şeyi anlatıyordu. Gazeteci Durant'a LeBron'un yanında ona yardımcı olabilecek fazla oyuncu olmadığını, Golden State ise dengesiz bir şekilde güçlü olduğu ve ligi çok kolay domine ettiği ve edeceği ile ilgili soru sorduğunda Durant'ın verdiği cevap çok net oldu: “Önce o başlattı!” Yani kısaca dedi ki devran döndü, sen yaparken iyi miydi?

TEK YÖN MÜ TERS YÖN MÜ?

Peki şimdi ne olacak? Eskiden sezon başlarken şampiyon olabilecek, en azından aday olarak minimum 7-8 takım vardı. Şimdi konu şuraya geldi: Golden Şampiyon! Peki onları kim yenebilir? Ya da biri yenebilecek mi? Tutun o seviyede iki takım mevcut, düşünsenize yine de şampiyonluk için maksimum üç aday olmuş oluyor. Yıldızların birbirlerini yenmek yerine bir araya gelip “kısa-yol” tuşu kullanmaları ne kadar etik? Ne kadar anlamlı?

Yazımızın başında çizgi romanlardan örnek vermiştik. Süpermen ve Batman hikayeleri, vesaire. Şimdi iş beyaz perdede bu işlerin gidişiyle aynı paralellikte ilerliyor diyebilirim. Son yıllarda çizgi roman filmlerine bakın hiçbiri “solo” değildir. The Avengers, Justice League, vesaire. Herkes yancılarıyla gidiyor kavgaya, NBA yıldızları gibi. Halbuki eskiden ne kadar güzeldi. Bina yanarken Süpermen binaya geri dönerdi. Bir adam bir şehrin kaderini değiştirirdi. Eskiden NBA komisyonu bu işleri daha sıkı denetliyordu ama artık o yönetmelikleri de delmeyi öğrendiler. Bu işin sonu nereye varacak bilinmez ama NBA o eski görkemli havasından bir hayli uzaklaştı diyebiliriz. Eğer NBA komisyonu ve takım sahipleri bu işlere el atıp doğru manevralar yapmazsa ne gerçek bir yıldız olacak ortada ne de bir NBA. Çünkü NBA'in en önemli özelliği yıldızlarının, şampiyonluk kupalarından çok fazla parlamasıydı.