Siyasal haklar bağlamında feminist mücadele ve İslami feminizm

Mücadeleyle elde edilmiş kadın kazanımları tehdit altındayken Cumhuriyet'in ikinci yüzyılında Müslüman feministlerin varlığına ve güçlenmesine tüm kadınlar ve toplum daha çok ihtiyaç duyacaktır.

Google Haberlere Abone ol

Osmanlı kadın hareketinin siyasal haklar mücadelesi II. Meşrutiyet'in ilanıyla görünür hale gelir. 1876 tarihli ilk Anayasa (Kanun-ı Esasî) yeniden yürürlüğe konularak başlayan II. Meşrutiyet döneminde ele alınan ilk işlerden birisi anayasa değişikliği oldu. Hukuk tarihinde 1909 Anayasası adı verilecek kadar geniş çaplı değişiklik yapılırken, Osmanlı kadınları da oy hakkı mücadelesine girişmişti. II. Meşrutiyet'in özgürlük ortamında yayın hayatına başlayan çok sayıda kadın gazete ve dergilerinde oy hakkı savunusu yapan haber ve makale yayınlandı. Kurulan kadın dernekleri, faaliyetlerinde kadınların siyasal haklarına da yer verdi. Oy hakkı kazanmak için yürütülecek mücadelenin yöntemi üzerine farklı görüşlerin tartışıldığı konferanslar düzenlendi. Kadınlar, dönemin hükümet binası Bâbıâli’ye yürüyerek taleplerini bizzat iletip müzakere ettiler. İngiltere ve Amerika ile eşzamanlı siyasal hak talepleri o tarihlerde oy hakkı ile sınırlıydı. Bu süreçte oy hakkı talebinin 1909 Anayasası’nda yer almayışı büyük öfkeye yol açsa ve hayal kırıklığı yaratsa da Osmanlı kadın hareketinin mücadelesiyle istihdam, eğitim, aile hukuku gibi alanlarda önemli kazanımlar elde edildi. 1917 Aile Hukuku Nizamnamesi ve yine 1917’de yüksek öğretim hakkı anlamına gelen, kadınların misafir öğrenci statüsüyle derslere katıldığı bir düzenleme gerçekleştirdi Darülfünun. Darülfünun (üniversite) derslerine katılma hakkı, Tanzimat Dönemi’nde ilk Kız Öğretmen Okulları açılışı dahil olmak üzere Osmanlı Devleti’nin son asrında, giderek yaygınlaşan güçlü bir mücadelenin eseriydi. Millî Mücadeleye kadın katılımını da yükselten Osmanlı kadın hareketi sayesinde kadınlar, pek çok kazanımın yanı sıra siyasal hak arayışı deneyimiyle de güçlendi

100 YIL ÖNCE ÜLKENİN İLK SİYASİ PARTİSİNİ KADINLAR KURDU

Güçlenen siyasal haklar mücadelesi, Cumhuriyet ilan edilmeden önce bile oy hakkının ötesine geçip eşit yurttaşlık ilkesiyle toplumsal yaşamın ve siyasi faaliyetlerin, kadınların tam katılımıyla gerçekleşmesi yönüne evrilmişti. Öyle ki Cumhuriyet’in ilanından aylar önce, 1923 Haziran'ında Nezihe Muhittin ve arkadaşları ilk siyasi partiyi kuranlar oldu. Parti tüzüğünü içeren bir dilekçe ile kuruluş izni talebini İçişleri Bakanlığı'na (Dâhiliye Vekâleti) ilettikleri zaman Büyük Millet Meclisi’nde henüz hiçbir siyasi parti yoktu. Milletvekilleri (Mebuslar) iktidara ve muhalif duruşa yakın olanlar ancak numaralı grup olarak anılıyordu. 1.Grup iktidara yakın olanlar 2.Grup ise muhalif duruşta konumlanmış olanlara verilen isimdi. Kadınlar Halk Fırkası bu nedenle sadece kadınların siyasal hak mücadelesinde bir ilk değil aynı zamanda Cumhuriyet’in siyasi partiler tarihinde de bir ilk olma özelliğine sahip. Verdiği kuruluş dilekçesi Cumhuriyet’in ilanından önceye rastlasa da başvurudan yaklaşık on ay sonra Cumhuriyet’in Bakanlık tarafından kuruluş talebi reddedilen ilk partisi oldu. Nimet Remide, Latife Bekir, Şukufe Nihal ile birlikte Nezihe Muhittin başkanlığındaki Kadınlar Halk Fırkası kuruluş talebi kabul görmese de ilerleyen aylarda 1. Grubun Cumhuriyet Halk Fırkası adını almasıyla birlikte bu partiye verdiği ilhamla isim annesi de olmuş gibi görünüyor. Ancak sonuç reddedilme nedeniyle yine hüsrandı. 

SESSİZ DEVRİM 

Önemli olan şu ki aylar boyunca İçişleri'nde cevap verilmeksizin dilekçenin bekletildiği süreçte Cumhuriyet ilan edilmiş, rejimi belirlenen devletin yeni anayasasını hazırlama çalışmaları başlamıştı. O tarihte adı hala Meclis-i Kebir-i Milli olan Büyük Millet Meclisinde Anayasa Komisyonu (Teşkilât-ı Esasî Encümeni) teklif taslağı yazımına girişmişti. Resmi tarihe, ders kitaplarına yansımasa da kadınların siyasal hakları açısından muazzam bir gelişme yaşandı Anayasa Komisyonu'nda. Genel Kurul’a sunulacak Anayasa teklifini hazırlayan komisyon, üyelerinin mutabakatı ile kadın erkek eşitliğini esas alan siyasal haklar maddeleri düzenledi. Tutanaklardan, Genel Kurul görüşmelerinde maddelerin teker teker görüşmeye açılması ve oya sunulmasını okurken görüyoruz ki metinde sessizce devrim yapılmış. Örneğin m.10 “18 yaşını ikmal eden her Türk mebusan intihabına iştirak etmek hakkını haizdir/18 yaşını dolduran her Türk, milletvekili seçimlerine katılma hakkına sahiptir” ifadesiyle cinsiyet eşitliğini sağlamış. Cumhuriyet öncesi kadınların siyasal haklar mücadelesinin odak konusu olan oy hakkı, teklif edilen anayasa metnine aynen alınmış. Ve daha güzel olanı ise itirazsız oy birliğiyle (müttefikan) kabul edilmiş BMM Genel Kurulu’nda. Sessiz devrim olarak isimlendirmemin bir nedeni de bu şekilde, milletvekilleri arasında bir tartışmaya yol açmadan kabul edilmiş olması. Kadınlar Halk Fırkası’nın kurulduğuna dair bilgiler, İçişleri'nde bekletilen dilekçesi, parti tüzüğü ve Osmanlı son döneminde verilen siyasal haklar mücadelesi Komisyon üyelerinin malumuydu kuşkusuz ve bir hakkı teslim etme sorumluluğu ile maddeyi cinsiyet eşitliği esasıyla yazdıkları sonraki tartışmalardan anlaşılıyor. Fakat bilindiği üzere ülkemizde kadınlar 1924 yılında kazanmadı seçme hakkını. Çünkü bir sonraki maddeye geçildiğinde Mebusların zihninde “aydınlanma” yaşandığı başlayan tartışmalardan anlaşılıyor.

ANAYASA KOMİSYONU ÜYELERİ KENDİLİĞİNDEN BU ŞEKİLDE YAZAMAZDI BU MADDELERİ

M.11 “Otuz yaşını ikmal eden her Türk mebus intihabedilmek salâhiyetini haizdir. / Otuz yaşını dolduran her Türk milletvekili seçilme yeterliliğine sahiptir.” Evet maddede görüldüğü üzere Anayasa Komisyonu kadınların seçilme hakkını da teslim etmiş. Tıpkı erkekler gibi vatandaşlık ve yaş baremi dışında hiçbir ölçüte gerek görmeden, siyasal haklar bağlamında cinsiyet eşitliğini sağlayan bir madde yazılmış. Konunun bu aşamasında bir soluklanıp Nezihe Muhittin ve arkadaşlarını, 1800’lerden bu yana mücadele eden tüm kadınları saygıyla analım. Çünkü biliyoruz ki Anayasa Komisyonu üyeleri kendiliğinden bu şekilde yazmaz, yazamazdı bu maddeleri. 1908’de başlayan oy hakkı mücadelesi, Millî Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasının ardından kadınların eriştiği hak bilinci tümüyle eşitlikçi politikaya evrildiği için yazılabildi bu maddeler. Ve daha önemlisi yasal izin bekleyen, kurulmuş bir parti, Kadınlar Halk Fırkası mevcut olduğu için komisyon üyeleri böyle yalın eşitlikçi ifadeler kullanmış olmalı. 

BİR ANLIK TEREDDÜTLE AÇILAN ÇATLAKTAN, KADIN VE EŞİTLİK KARŞITLARI KOLAYCA SIZDI

Genel Kurul görüşmeleriyle tepe taklak edilme nedenlerine gelince kısmen spekülatif yorumla; yönetimin, kadınlara oy hakkı tanıma eğiliminde olduğu, ancak komisyonun bir adım öteye geçip seçilme hakkını, mutlak eşitlik perspektifiyle eklemesinin rahatsızlık yarattığı söylenebilir. Oturumu yöneten Meclis Başkanı, seçme hakkını düzenleyen 10’uncu maddeyi tartışmaya açmaksızın oya sunmuş. Ancak sıra seçilme hakkını içeren 11’inci maddeye geldiğinde ise oya sunmadan önce tartışmaya açmasıyla yönetici kadronun kadınların seçilme hakkını tanımak yönünde tereddüt yaşadığını düşündürüyor. Salt Meclis Başkanı’nın tavrı mı yoksa Atatürk dahil tüm yönetici kadronun bakış açısı mı olduğu elbette tutanaklardan kestirilemez. Ancak görünen gerçek şu ki bir anlık tereddütle açılan çatlaktan, kadın ve eşitlik karşıtları kolayca sızdı ve salt seçilme hakkını değil, geri dönerek, oylanıp geçmiş olan maddeyi bile iptal etmek suretiyle kadınların seçme hakkını da gasp ettiler 1924 Anayasası’nda. Ve bunu “başardıklarında” eşitlik karşıtlarının Genel Kurul salonunu alkışa boğdukları görülür tutanaklarda. Ve Recep Bey’in (Peker) “Kadınların haklarını tanımadınız bari alkışlamaktan utanın” sözüyle 100 yıl önce haklarımızın nasıl gasp edildiği tarihe geçmiş olur. Bu anekdottan ikinci 100 yıl politikacıları umarım gereken dersi çıkarır. Meclisteki ufacık bir tereddüt anı, bırakılan bir boşluğun kesinlikle kadın ve eşitlik karşıtları tarafından doldurulup, kadın haklarının gaspı için fırsata dönüştürülmesi, yeniden anayasa ve aile hukuku, medeni yasa tartışmalarının yaşandığı 2023, 28’inci dönem TBMM üyeleri için ibret alınması gereken bir tarihi deneyim.

Rasyonel politika izlemekle bilinen Atatürk ve kurucu kadro, büyük sosyal dönüşümleri tedricen gerçekleştirme eğilimindeydi, bilindiği üzere. Geçmişe kıyasla devrim niteliğindeki adımların her biri toplumu yavaş yavaş hazırlayarak gerçekleştirildi. Bu açıdan bakınca önce seçme hakkı tanınıp sonraki yıllarda usulca seçilme hakkına geçilmesi planlanmış olabilir. Nitekim anayasa deneyimiyle yaşanan hüsrandan altı yıl sonra 1930’da yerel yönetimlerde kadınların siyasal hakları Mahalli İdareler Kanunu’nda değişiklik yapmak yoluyla tanındı. Muhtar ve ihtiyar heyeti üyesi olma hakkının kadınlara verdiği güç ve seçilmiş kadınların ulaştığı başarı ve toplumsal kabul ile sonraki yıllarda genel seçimler için seçme ve seçilme hakkı tanındı.

SİYASAL HAKLARDAKİ YASAL EŞİTLİK TEMSİLDE EŞİTLİK GETİRMEDİ

1934 tarihli değişikliğin sağladığı kadınların milletvekili seçme seçilme hakkıyla birlikte siyasal haklar yönünden kadın eşitlik mücadelesi hedefine, yasal düzenlemeler açısından ulaşmış oldu. Fakat eşit temsil yönünden ikinci yüzyıla ancak minik bir kaplumbağa adımı ölçeğinde kadın temsiliyetiyle giriyoruz. Kadınların siyasal haklarını tamamlayan yasal düzenlemeyi takiben yapılan ilk genel seçimde, 1935 yılında Meclis’e 17 kadın milletvekili girdi. Ara seçimlerde bu sayı 18’e yükseldi. Ve Cumhuriyet’in ilk yüzyılı boyunca genel seçimlerde kazanan kadın milletvekili oranı yüzde 4,9 ile yüzde 0,9 arasında gidip geldi. Ancak 2000’li yıllarda Meclis’teki kadın milletvekili oranı çift haneli sayılara ulaşabildi. İlk yüzyılın son genel seçimlerinde, 2018 yılında oluşan 27’nci dönem TBMM’de ise bu 17 sayısı oran olarak ancak yüzde 17,1 olmuştu. Yüzüncü yılda, 14 Mayıs 2023 seçimlerinde ise kadın milletvekili oranı yüzde 20,1 ile TBMM üyesi Milletvekillerinin sadece beşte biri ile sınırlı kaldı. Türkiye’de kadınların siyasete ilgisi ve seçilme talebi az değil. Yüzyıldan daha uzun süreli siyasal haklar mücadelesi ve yüzyıl önce yaşanmış deneyimle bu ülkenin kadınları siyasi partilerde emek veriyor. Pek çok siyasi partinin yerel ve merkez teşkilatlarında çalışan kadın sayısı, erkek politikacılara yakın olarak değerlendirilebilir. Ancak her alanda varlığı net olarak bilinen cam tavan sendromu kaynaklı engeller, kadınların siyasi hayatta da karar mekanizmalarına yükselmesini engelliyor. Merkezi siyasetteki bu tablonun yerel siyasette çok daha fazla etkili olduğu da bilinen gerçeklerden. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının ilk yerel seçimleri 31 Mart 2024’te yapılacak ve geçmişe bakarak sayısal verileri hatırlamak, gelecek yerel yönetimlere kadınların nasıl hazırlaması gerektiğini anlamak iyi olabilir.

YEREL SİYASETTE KADIN VARLIĞI

Pek çok ülkede kadınların siyasal katılımı yerel yönetimlerden başlayarak yükseldi genellikle. Bizde siyasal hakların ilk olarak yerel yönetimler için tanınması bu genel gidişe uyumlu görünür. Ancak siyasal hakların kazanıldığı ilk yılları dışarıda bırakırsak, Cumhuriyet’in ilk yüzyılında yerel siyasette kadın varlığı, merkezi siyasetteki kadın varlığının çok gerisinde kaldı. 

Türkiye’nin ilk kadın muhtarı Aydın Çine Karpuzludere’de seçilmiş Gül Esin (1901-1990) olarak görünür kayıtlarda. Gerçi aynı yıl Muğla ve başkaca illerde de ilk kadın muhtar ünvanlı isimler yerel gazetelerde geçmiş olmasına rağmen Halkevi kayıtlarında Gül Esin adı yer alır. Resmi kayıtlara geçmese de farklı isimlerin de basında yer alması bize, yerel seçimlerde siyasal hakların tanındığı ilk andan itibaren kadınların yerel yönetime ilgi gösterip aday olduğu ve seçildiği gerçekliğinden yola çıkarak, kadınların siyasal katılıma istekli olduğunu söyleme şansı verir. Ancak kadınlar istekli, ilgili ve seçildiklerinde başarılı olduğu halde yerel yönetimlerin her kademesindeki kadın varlığı olarak bugün bile acınacak haldeyiz. Örneğin yerel yönetimlerde 1930-2019 yılları arasında yapılan 19 yerel seçimde 32 bin erkek belediye başkanına karşılık sadece 156 kadın belediye başkanı seçildi. 2019 yerel seçimlerindeki kadın varlığı ise şöyle:

Bin 389 belediye başkanının sadece 37‘si (yüzde 3),

50 bin 157 muhtardan bin 119’u (yüzde 2,14),

Bin 272 İl genel meclis üyesinin 48’i (yüzde 4,79),

20 bin 745 belediye meclis üyesinin 2 bin 283’ü (yüzde 11,01),

30 büyükşehir belediye başkanının sadece 2’si kadındı

Kadın katılımı açısından merkezi siyaset ve yerel siyaset arasındaki büyük fark, siyasette sosyal ve ekonomik statünün oynadığı büyük rol ile ilişkili olmalı. Siyasal hakların tanındığı ilk yıllardaki bazı örnekler müstesna olup, kadın hakları ve konumuza özel siyasal hakların kazanılması için yürütülen mücadele gibi hakların kullanımı da başlarda genel olarak kentli orta sınıf eğitimli kadınlarla sınırlı kaldı. Bu nedenle de merkezi siyasette, eşit temsilin çok gerisinde kalsa bile daha çok kadın görmek mümkün oldu. İlk yüzyılda siyasetin mutfağında çalıştırılıp, partilerin arka kapılarında bekletilen kadınların temsilde ve karar mekanizmalarında cinsiyet eşitliğine erişmesini engelleyen pek çok etken var kuşkusuz. Cam tavan sendromu kadar geleneksel cinsiyet rolleriyle inşa edilmiş toplumsal ve siyasal düzenin cinsiyet eşitliğine geçit vermeyen antidemokratik yapısı özellikle yerel siyasette kadın katılımı önündeki en büyük engellerden birisi. Diğer yandan kadınların siyasete katılımı önündeki engeller arasına başörtüsü yasaklarını da eklemek gerekir. İlk yıllar hariç ilk yüzyılın çok uzun bir döneminde, toplumda yetişkin kadınların yarıdan fazlası başörtülü ve siyasete katılımı yasaktı. Cumhuriyet kadınların siyasal haklarını 1930 ve 1934 yıllarında tanıdı diyoruz ama bu tarihi gerçeklik tüm kadınları kapsamıyor. Başörtülü kadınlar siyasal haklarına on yıl önce 2013’te kavuştu zira. Cumhuriyet tarihinin “zencileri” Kürtler ve dindarlar için durum hayli farklıydı. Ve özellikle 1990’lardan itibaren Türkiye kadın hareketlerine eklemlenme yoluyla hem Kürt kadınlar hem dindar kadınlar, eğitim, çalışma, kamu görevi ve siyasal haklarda diğer kadınlarla eşitlenmek için feminist mücadele ile haklarına erişim yolları aradılar. Etnik köken, din, dil, kültür, ideoloji ve sınıf farklarından kaynaklanan ayrımcılıklar eksik olmadı hayatımızda. Ancak bu yazıda konuya bildiğim yerden, dindar kadınların mücadelesinden devam edeceğim.

SİYASAL HAKLARDA KADINLARIN ‘ÖTEKİ’ YARISI: DİNDAR KADINLAR, TÜRKİYE’DE İSLAMİ FEMİNİZM

Cumhuriyet’in laiklik ilkesi her daim Hanefi-Sünni laiklik olarak uygulandı. Bu Hanefi-Sünni laiklik aynı zamanda cinsiyetçi idi. Laiklik kavramı özgürlük ve eşitlik ilkelerini içkindir ama uygulama, demokratikleşme sorunlarımıza da bağlı olarak genellikle baskıcı oldu. Dindarların erkekleri nafile biraderlik sözleşmesinin de yardımıyla bir şekilde sisteme katılmayı başardı çoğunlukla. Ancak kadınlar için kapılar öyle kolay açılmadı. Özellikle 12 Eylül ve 28 Şubat darbe yönetimlerinde başörtüsü yasakları aracılığıyla şiddetli baskı uygulandı dindar kadınlara. Siyasal haklardan sadece seçme hakkı kaldı kadınlara. Yani yüzyıl geride kalmış oy hakkı, dindar kadınlar için yeterli görüldü darbeciler tarafından. Ve bu haliyle darbecilerin elindeki laiklik uygulaması, zaman zaman Hanefi-Sünni laiklik olmaktan çıkıp şeriatçı laiklik görünümü aldı. Eğitim, çalışma, kamuda görev alma ve siyaset yapma haklarını yok sayan başörtüsü yasakları, laiklik gerekçesiyle uygulandığında dindar kadınlar insan haklarından yoksun bırakıldı. Kendilerini şeriatçı olarak tanımlayanlarla laiklik adına kadınları engelleyenlerin cinsiyetçilikte ortaklaşmasına şeriatçı laiklikten daha uygun bir isim bulunamaz. Kadın olduğu için başörtülü olanlar başörtülü olduğu için kolektif cezalandırma yoluyla toptan haklarını kaybediyor, siyaset yapamıyordu. Laiklik ilkesinin şeriatçıları mutlu eden kadın karşıtı uygulanışı elbette eğitim ve çalışma hakları gibi siyasal hakları için de mücadeleyi gerekli gördü dindar kadınlar için. Toplum hayatının her alanında demokratik katılım taleplerini yükselten dindar kadınların feminist teoriler bağlamında savunu yöntemleri geliştirmesi ile İslami feminizmin doğuşuna şeriatçı laikliğin vesile olduğu söylenebilir. 

GONCA KURİŞ’İN KAÇIRILIP AĞIR İŞKENCE İLE ÖLDÜRÜLMESİ İSLAMİ FEMİNİZMİN GELİŞMESİNİ ENGELLEDİ

Türkiye siyasetinde İslamcılık ideolojisinin yansımalarından birisi olan Millî Görüş hareketi partilerinin teşkilatlarında aktif çalışan pek çok dindar kadın seçilme hakkını kullanamasa da siyasi deneyim elde etti. Eğitim ve çalışma hakları için dindar kadınlar hem kendi aile ve yakın çevrelerine hem de devlet kurallarına ve toplumun geri kalanına karşı mücadele vermek zorundaydı. Fakat siyasal haklar konusunda özellikle İslami camianın ideolojik çıkarları söz konusu olduğu için kadınlar siyasi parti ile çalışmak konusunda baskıyla karşılaşmadı, hatta teşvik gördü. Seçilme haklarını kullanamadıkları için ise evin mutfağından çıkıp siyasetin mutfağına girmiş oldular. Ancak kendi mahallesine ve partisine karşı kadın hakları savunusu yaptıklarını söylemek yanlış olur. Yaptıkları şey kendileri için hak ettiklerine erişim çabasıydı. 1990’larda bu tablo değişmeye başladı, siyasete emek veren veya kadın örgütleri ile sivil alanda faaliyetlere katılan kadın hakları savunucuları arasında feminist pratiklere tutunanlar giderek arttı. Ve İslami kesimin ideolojik çıkar veya zorunluluk halleri dışında kadınlara evi dayatan anlayışlarına karşı mücadele başladı. Dindar kadınların dinin içinden konuşarak kadını ikincilleştiren geleneksel yorumları eleştirdiği, feminist yapı söküm ve yeniden inşa metoduyla giderek kendi din yorumlarını geliştirme yolunu açtıkları söylenebilir. Ancak Hizbullah tarafından Gonca Kuriş’in kaçırılıp ağır işkence ile öldürülmesi İslami feminizmin gelişmesini engelledi. Bu ülkede İslami feminizmin gelişmesini geciktiren ciddi bir tehdit ve travmatize eden korkunç bir baskıydı Gonca Kuriş cinayeti. Ancak gelişimi engelleyen tek etken olduğu da söylenemez. 

MÜSLÜMAN FEMİNİSTLERİN VARLIĞINA VE GÜÇLENMESİNE TÜM KADINLAR VE TOPLUM DAHA ÇOK İHTİYAÇ DUYACAK

Dünya genelinde İslami feminizmin laik ülkelerde geliştiğini görürüz. Dini yasa altında yaşayan ülkelerin vatandaşları olan kadınların diasporada yaşarken, özgürlük ortamında İslami feminist kuramlar geliştirdiği bilinir. Ağır dini baskının kadınlar üzerindeki etkisini yaşayıp, yakından bilen feminist kadınların dini yasaya karşı verdikleri mücadele, demokratik ve laik ülkelere sığındıklarında feminist teori üretme yöntemiydi. İslam dini kurallarıyla kadınların hayatı tanzim edilirken -elbette geleneksel ve baskıcı din yorumlarının egemen olduğu bir ortamdan söz ediyoruz- bu din gerekçeli kadın karşıtlığına karşı üretilen feminist teoriler Müslüman ülkelerde yaşayan kadınlar için feminist mücadelenin kuramsal temelini oluşturuyordu. Ve yaşadıkları ülkelerde örneğin İran’da kadın direnişleriyle pratik ediliyor. Türkiye’de ise durum farklıydı. Dindar kadınlara bakışını, cinsiyetçilikte şeriatçılarla yarıştıklarını söyleyerek eleştirebileceğimiz bir laik sistem vardı örneğin. Laik hukuk düzeninde yaşanan dini baskılar ise sosyal çevrelerimizle, sosyal ilişkilerimizle sınırlıydı. Gonca’nın öldürülmesi gibi büyük bir travmaya rağmen dini yönden hayatımızı kısıtlayan ağır baskılar sınırlı olduğu gibi sahip olduğumuz hakları sınırlayan sadece başörtülü olma halimizdi. Tek laik ve demokratik Müslüman ülke olan Türkiye’deki Müslüman kadınlar pek çok ülke kadınlarından daha az ihtiyaç duydu İslami feminist kuramlara. Ancak laiklik ilkesinin giderek aşındırılmasıyla beraber yükselen kadın karşıtı dini söylem ve kadın kazanımlarını tehdit eden iktidar politikaları karşısında feminist mücadeleye ek olarak İslami feminist teori ve pratik ihtiyacı da belirginleşiyor. 

Özellikle son on yılda giderek artan ve sıklaşan geri adımlar görüyoruz. Öyle ki ilk yüzyılda adım adım gerçekleştirilen iyileşmeler, kadın haklarında çok belirgin şekilde görüldüğü üzere tersine doğru atılan hoyrat adımlarla silinme, yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya. Erkek egemen siyasi karar mekanizması adeta ayak izlerini silerek geriye doğru yürürken, feministler dindar veya seküler fark etmeksizin eşitlik mücadelesini daha ileriye taşımak için adımlarını sıklaştırıyordu yakın yıllara kadar. Fakat feministler için, son yıllarda kadın erkek eşitliğini yaşanabilir kılacak politikalarını şimdilik rafa kaldırmak zorunluluğu ortaya çıktı. Toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtı eğilimler iktidar politikasına dönüşünce feministler, mevcut kazanımları korumak için yeni stratejiler geliştirmeye yöneldi. Laiklik ve demokrasi her ne kadar hiçbir zaman mükemmel hatta iyice bile olmadığı halde feminist mücadeleye yine de zemin teşkil etmişti. Hatta ilk yüzyılda yasaklarla İslami feminizmin ortaya çıkışına bile hizmet edecek kadar önemliydi tüm eksiklikleriyle birlikte laiklik ve demokrasinin varlığı. Şimdi laiklik ve demokrasi neredeyse yok denecek derecede aşındırılmışken önceki nesillerin mücadelesiyle elde edilen kazanımlar, günümüz kadınlarının mücadelesiyle korunmaya çalışılıyor. 

İşte tam bu aşamada İslami feminizmi yasaklarıyla teşvik etmiş olan laik sistemi koruma yönünde en önemli katkıyı dindar feministler sunacak gibi görünüyor. Dini gerekçelerle yapılan, laik sistemi aşındıran baskılara karşı İslami feminist teori ve pratik öne çıkarılarak şekillenecek bir mücadele bu ülkeyi bekliyor olabilir. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında Müslüman feministlerin varlığına ve güçlenmesine tüm kadınların ve toplumun daha çok ihtiyaç duyacağını tahmin etmek zor değil. Vaktiyle laik hukuk ve yönetim sistemine entegre olmak için başörtüleriyle eğitim alıp çalışmak, siyaset yapmak isteyen kadınları engellemeye yönelmiş laik uygulamalar vardı bundan böyle o mücadeleci başörtülü kadınların, laiklik ve tüm kadın kazanımları için sigorta işlevi göreceği zamanlar kapıda. İkinci yüzyılda demokratikleşmenin ve laik bir ülke olarak kalmanın garantörü İslami feminizm olacak. 


KAYNAKÇA 

Prof. Dr. Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi

Nezihe Muhittin belgeseli “Kadın olmanın günahı” hakkındaki Gazete Duvar tanıtım haberi 

Miladî 16 Mayıs 1924’e tekabül eden ancak o tarihte halen kullanımda olan Rumî takvimle 16.3.1340 tarihli BMM A Genel Kurul görüşme oylamaları dijital ortama aktarılan tutanaklardan okumak için (T. B. M. M. ZABIT CERİDESİ »-«» c: 7-1, 13.içtima s. 540-545)

Berrin Sönmez, Bir Kadın Seçildiğinde II, Gazete Duvar 

Cumhuriyetin ilk Kadın Muhtarları, Turuncu Dergisi

Demokrasi tarihimizde yıllara göre kadın temsiliyet oranı 

Fatmagül Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın

Hidayet Şefkatli Tuksal, Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki İzdüşümü