'Garip' bir sinema: Metin Erksan

1952 yılında 'Aşık Veysel'in Hayatı' adlı filmle yönetmenliğe adım atan Metin Erksan, Halit Refiğ ile ulusal sinema anlayışının en önemli temsilcilerinden biri olmuştur. Çektiği her filmde otoritelerce kıyasıya eleştirilen ve istenmeyen adam ilan edilen Erksan, hayalinde yarattığı imaj dünyasından asla vazgeçmemiştir.

Google Haberlere Abone ol

Oğul Aşkın

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Muhsin Ertuğrul’un egemenliğinde tıkanmış sinema için ab-ı hayat olan Metin Erksan, sadece yeni yönetmenlerin peydah olsalar bile Ertuğrul gölgesinden sıyrılamamaları sıkıntısını yıkmış, sinemadaki yönelimin ayrı bir yolu doğurabileceğini ispat etmiştir. “…Erksan’ın tutkuları, eserlerindeki kişilerin tutkularıyla kaynaşarak, filmlerinin başka hiçbir rejisörün eserlerinde rastlanmayan o kendine has fırtınalı dünyasını meydana getirmektedir. Erksan, büyük sanat eserleri yaratmak için gereken ilk şartı başarmış, kendi özel dünyasını kurmuştur” der Halit Refiğ. Onu bambaşka bir yola iten, zihnindeki imajı yaşadığı toplumun öyküsünden üretmesini sağlayan dürtü tam olarak da böyle bir kaynaktan çıkmaktadır.

Erksan’ın gördüğü temel eğitimden kaynaklanan, kendi sinemasına has, cüretkar, evrensel sanat kalıplarını benimseyen plastik fikirleri o zamanlar da vardı elbet. Ancak Sansür Kurulu daha çok, filmde hayatı işlenen Aşık Veysel’in çiçek hastalığı yüzünden görme yetisini yitirmesi, tarlalardaki ekinlerin cılız ve sağlıksız görünmesi, köylü kadınların ayaklarında ayakkabı olmaması gibi “ülkeyi batı dünyasına kötü gösterecek” bir takım ayrıntılara takıldığından, filme bir türlü geçiş izni vermedi. Bahsi geçen sahneler sürekli olarak değiştirilse de, Amerikan filmlerinden altın başaklarla dolu tarla sahneleri eklense de bizim kurul filmi sevmemişti bir kere.

TÜRKİYE'DE TÜMÜYLE YASAKLANAN İLK TÜRK FİLMİ

Karanlık Dünya, Türkiye’de tümüyle yasaklanan ilk Türk filmidir. Ancak çekilmesinden bir yıl sonra, yapımcısının eklemeleri ve düzeltmeleriyle gösterime girebilmiştir. Yaşadığı toplumun ve bürokrasinin kendisini böylesine kısıtladığı bir üretim anında, gerçekçiliği toplumcu bir yerden değil bireysel bir yerden toplumu gözlemleyerek yaratıyor olması kendi kıymetini yaratan unsurdur. Çektiği her filmde otoritelerce kıyasıya eleştirilen ve istenmeyen adam ilan edilen Erksan, hayalinde yarattığı imaj dünyasından asla vazgeçmemiştir.

SEVMEK ZAMANI

Fransız sinema tarihçisi Georges Sadoul (1904-1967), Erksan’ın “Sevmek Zamanı” adlı filminden bahsederken ‘sinemada sınıf çatışmalarının en sert ve net biçimde görülebildiği metin” tanımını kullanır. Klasik zengin kız, fakir erkek anlatısına dayanan bu filmde Erksan, aşkın bilinen tanımının tamamen dışına çıkarak ona bambaşka bir boyut kazandırmıştır. Özellikle Doğu edebiyatında örneğine çokça rastlanan (bkz. Leyla ile Mecnun) sevgilinin kendisine değil, “suretine aşık olma” mevzusu, bu filmde İstanbul’un siyah-beyaz atmosferini de arkasına alarak karşımıza çıkar. Burada temel olarak yönetmenin yaptığı, kültürümüze ait bir hikayeyi alarak -klasik Yeşilçam melodramlarından biraz daha farklı olarak- daha yaratıcı ve daha sanatsal bir bakış açısıyla yeniden şekillendirmektir. Konudan ziyade karakterin üzerine eğilir. Çünkü Metin Erksan, Yeşilçam karakterlerinin geleneksel iyi-kötü ayrımını benimsemez. Onun karakterleri tutkularıyla hareket eden, aydınlık taraflarının yanında karanlık özelliklerini de bünyelerinde barındıran, iyi mi yoksa kötü mü olduğuna öyle hemen ilk bakışta karar verilemeyen, derinlikli, özgün, tutkulu ve yalnız karakterlerdir. Onun karakterlerinin ruhsal durumu, çevrelerindeki atmosferle birlikte değişir. Metin Erksan, karaktere ve öyküye en uygun sahne ve dekoru seçmede de son derece yaratıcı ve başarılı bir yönetmendir. Tüm bunlar ele alınarak bakıldığında yönetmenin Yeşilçam geleneğine bambaşka bir ruh kazandırdığını söylemek, yanlış bir önerme olmayacaktır.

Sevmek Zamanı’nda batılı sinema teknikleriyle yaratılmış doğulu bir sevme hali aksettirilmiştir. Yaptığı için ehemmiyeti tabi ki bu coğrafyanın idrak hududunu fazlası ile geçmiştir. Üretimlerinin anlamına dair takdiri hiçbir zaman görmeyen Erksan’ın sinemaya dair tutkusu, Sevmek Zamanı’ndaki fotoğrafa duyulan tutku ile neredeyse birdir, kıymetlidir.