İslam Devrimi’nin 40. yılında İran sineması

İran-Irak savaşının İran sineması ve edebiyatı için özel bir yeri var. ‘Kutsal Savunma’ olarak adlandırılan bu alanda İran sinemasının bir kolu olarak çok sayıda üretim yapılıyor. Kutsal Savunma Sineması, İran sinemasının yurtdışı festivallerinde karşımıza çıkan örneklerine benzemiyor. Abbas Kiyarüstemi’nin kırsaldaki sadeliği yansıttığı, Mecid Mecidi’nin çocuk masumiyeti üzerinden manevi duyguları öne çıkardığı ya da Asghar Ferhadi’nin orta sınıfın vicdan muhasebelerine odaklanan yapımlarından farklı bir sinema anlayışı bu filmlerde karşımıza çıkar.

Google Haberlere Abone ol

Rıza Oylum [email protected]

Şubat ayı itibariyle İran İslam Devrimi’nin 40. yıldönümü. İran bu dönüşümün neredeyse ilk 10 yılını savaşla geçirmişti. İran-Irak Savaşı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde en uzun süren ve en çok insanın öldüğü savaşların başında geliyor. Ortadoğu’nun adeta kaderiymişçesine sürekli birbiri ardına başlatılan komşu milletlerin birbirleriyle sürdürdükleri çatışma ortamına uzun ve amaçsız bir halka ekleyen İran-Irak Savaşı, Irak’ın lideri Saddam Hüseyin’in Şah dönemi yapılan iki ülke arasındaki anlaşmayı yırtıp İran kentlerini bombalamasıyla başlamıştı. 8 yıl süren ve ilerleme katedilmeyen bu kanlı süreç, yaklaşık 1 milyon insanın ölüp 2 milyon civarında insanın yaralanmasından sonra 1988’de sona ermişti. Savaş döneminde İran toplumu çok büyük fedakârlıklar göstermişti. Binlerce asker ve gönüllü hayatını kaybetmiş, yüz binlerce insan -özellikle sınır bölgelerdeki köylüler- yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalmıştı.

BİLİNENİN DIŞINDA BİR İRAN SİNEMASI 

Bu savaşın İran sineması ve edebiyatı için özel bir yeri var. ‘Kutsal Savunma’ olarak adlandırılan bu alanda İran sinemasının bir kolu olarak çok sayıda üretim yapılıyor. Kutsal Savunma Sineması, İran sinemasının yurtdışı festivallerinde karşımıza çıkan örneklerine benzemiyor. Abbas Kiyarüstemi’nin kırsaldaki sadeliği yansıttığı, Mecid Mecidi’nin çocuk masumiyeti üzerinden manevi duyguları öne çıkardığı ya da Asghar Ferhadi’nin orta sınıfın vicdan muhasebelerine odaklanan yapımlarından farklı bir sinema anlayışı bu filmlerde karşımıza çıkar.

Savaşla ilgili en önemli görsel çalışmaları sanat doktorası olan Seyyid Murteza Avini çekmişti. Teorisyen de olan yönetmenin seksenden fazla belgeseli var. 1993’te bir belgesel çalışması hazırlığındayken savaştan kalan bir mayına basması sonucu hayatını kaybetmişti.

Cemşid Haydari’nin 1981 yapımı Sınır filmi Kutsal Savunma Sineması’nın ilk örneği kabul ediliyor. Kutsal Savunma Sineması türünde çok sayıda film çeken Rasul Mollagholipour’un 1983’te çektiği Ninova ilk dönem ürünlerinden biridir. Yönetmenin 1987’de çektiği Gece Uçuşu Fecir Film Festivali’nde İyi Film Ödülü aldı. Filmde bir grup askerin düşman hattında tankları imha edip Irak’ın kimyasal silah depolarını canları pahasına yok etmeleri anlatılır. O dönem Irak’ın savaşta kimyasal silah kullanıyor olması Batı tarafından görmezden geliniyordu. İran maruz kaldığı bu durumu filmlerine yansıtır. Bu akım, Hasan Karbahş’ın 1984’te çektiği Aşıklar Diyarı filmiyle kısmen çıtasını yükseltir. Aynı yıl Tebrizli Samuel Khachikian’ın çektiği Kartallar filmi İranlı pilot Yadollah Sharifirad’ın savaşta uçağı düşürüldükten sonra İran’a dönme hikayesini anlatır. Film büyük bir izlenme oranı yakalamıştı. Savaşın varlığını devam ettirdiği 1988 yılına kadarki filmlerin hemen hepsi savaşın aksiyon boyutunu ele alan yapımlardı. Basit senaryolarla çekilen bu filmler bol şiddet sahneleriyle bir nevi yerli malı Hollywood filmleriydiler. İranlıların video kasetlerden izledikleri şiddet filmlerinin yerini doldurmaya çalışan bu filmler, özellikle doksan sonrasında savaştan dönenlerin anılarıyla birlikte zenginleşip çeşitlendi. Kutsal Savunma Sineması’nın en önemli yönetmeni İbrahim Hatemika’dır. İlk filmi 1986 yapımı Hüvviyet’le birlikte çok sayıda belgesel, kısa film ve uzun metrajla bu türün en önemli örneklerini ortaya çıkardı. Hüvviyet filminde tesadüfen bir savaş gazisinin kimliğiyle kendi kimliği karışan bir adamın bundan ötürü gördüğü itibar sonrası yaşadığı vicdan muhasebesine odaklanılır.

SAVAŞ SONRASI KUTSAL SAVUNMA SİNEMASI 

1990 sonrasında yönetmenler savaşın aksiyonuna odaklanan filmlere devam etmekle birlikte savaştan dönenlerin hayatlarına da odaklanan filmler çekmeye başladılar. Geride kalanların zorlu yaşamı, savaştan dönenlerin uyum problemleri Kutsal Savunma Sineması’nda insan odaklı yapımların da ortaya çıkmasını sağladı. İbrahim Hatemika’nın 1996 yapımı Yusuf’un Gömleğinin Kokusu filmi bu filmlerin en etkileyici olanlarından biridir. Esir düşen bir İran askerinin nişanlısının başka bir adamla evlenme sürecini, esirlerin bir kısmının İran’a dönme süreçleriyle birlikte anlatan film, savaşta geride kalanların üstündeki tahribatı gözler önüne serer. Aynı yönetmenin çektiği Kerha’dan Ren’e filminde ise Kerha Nehri yakınında Irak’ın kimyasal saldırısına uğrayan askerlerin Almanya’ya tedaviye yollanmaları anlatılır. Çok sayıda Kutsal Savunma filmi çeken Hatemika’nın çeşitli festivallerde aldığı ödülleri de var. Son dönemde İran’ın Suriye’deki faaliyetlerine odaklanan filmler çeken yönetmen, 2016 yapımı Koruma ve 2018 yapımı Şam Saatine Göre filmleriyle askeri kahramanlık mitine yönelik filmler üretmeyi sürdürüyor. Koruma filminde İran’ın meşhur komutanı Kasım Süleymani’nin hayatından bir kesiti sinemaya taşıyan yönetmen, Şam Saatine Göre filminde ise IŞİD’li teröristlere karşı savaşan İranlı pilotların kahramanlıklarını anlatır.

Muhsin Makhmelbaf’ın 1989 yapımı Kutsanmışların Evliliği ve 1991’de çektiği Zayenderud Geceleri, Mesud Kimyayi’nin 1991’de çektiği Subay gibi filmler savaştan dönenlerin psikolojik durumlarına odaklanan yapımlardı.

Kertenkele filmiyle tanınan Kemal Tebrizi’nin 1995’ta çektiği Leyla Benimle, bünyesinde taşıdığı mizah unsurlarıyla bütün Kutsal Savunma Sineması’nda ayrılır. Tebrizi’ye kadar bu sinema anlayışıyla mizahı buluşturan bir yapım çekilmemişti. Savaş döneminde cephede televizyon için videolar ve fotoğraflar çekmek amacıyla bulunan yönetmen, savaşın ilk belgesellerinden biri olan Martyrs’i çekmişti. 1997’de Ahmet Rıza Derviş’in çektiği Güneş Ülkesi filmi o yıl Fecir Film Festivali’nde çok sayıda ödül aldı. Savaşa insani bir yaklaşımla yaklaşan film alternatif Kutsal Savunma filmlerinden biridir.

Kazem Masoumi'nin yönettiği 2004 yapımı Sol Ayak İleride filminde siperde sıkışan askerlerin su almak için siperden çıktıklarında aynı dertle siperden çıkan Irak askerleriyle karşılaşmaları anlatılır. Film Moskova Film Festivali’nde gösterildi.

2004 yapımı Duel’de 20 yıllık esirliğinden sonra İran’a dönen Zeynel’in yaşamı anlatılır. İran’ın Irak’ta esir düşen askerleri 2000’li yıllara kadar Irak hapishanelerinde kalmış olabiliyordu. Esirlerin dönme süreçleriyle ilgili çok sayıda film yapıldı.

2007 yapımı Masut Dehnamaki’nin çektiği Serseri filmi gişede çok büyük başarı yakalayan alternatif bir Kutsal Savunma Sineması örneği. Hapisten kaçırdıkları arkadaşlarıyla mecburen askere yazılan üç ideal olmayan tipin askerlik sürecinde yaşadıklarının anlatıldığı film, Kutsal Savunma Sineması’nın ideal askerlerinden farklı bir panorama sunuyordu.

SAVAŞIN KADINLARI 

Kutsal Savunma Sineması içinde en az gördüğümüz şey kadınların savaşta yaşadıklarıdır. Ancak zaman içinde özellikle kadın yönetmenlerin bu konuda filmler çekmeye başlamasıyla kadınların savaş dönemi yaşamına odaklanan film sayısının artmaya başladığını söyleyebiliriz. İran sinemasının en önemli yönetmenlerinden biri olan Rahşan Beni İtimad’ın çektiği 2005 yapımı Gilane filminde bir annenin hamile kızıyla birlikte kızının savaşa katılan kocasının izini sürme macerası anlatılır. Köylerinden Tahran’a kadar yolculuk yapan kadınların mücadeleleri cephe gerisindeki yaşamın zorluğunu gözler önüne serer.

Savaş üstüne çok sayıda belgesel çeken Nergis Abyar 2014 yapımı Track 143 filminde esir düşen oğlunu umuttan inada dönen bir çizgide beklemeyi sürdüren bir annenin acı dolu yaşamına odaklanır.

Monir Geydi’nin yönettiği Vilayi-ha (Yazlıkçılar) filminde önemli çatışmaların yaşandığı Ahvaz kentinde kocaları cephede olan kadınların yaşadıkları anlatılır.

VARLIĞINI KORUYAN BİR SİNEMA ANLAYIŞI 

Kutsal Savunma Sineması halen devam eden bir sinema anlayışı. Özellikle yeni bilgiler ve anıların ortaya çıkmasıyla sinemada varlığını devam ettiriyor. Zaten İran’da Kutsal Savunma hâlâ canlılığını koruyan ve her yıl anılan bir kavram.

2016 yapımı Standing in the Dust filminde Lübnan’da 1982’de kaçırılan ve kaybolan savaşın komutanlarından askeri ateşe Ahmed Motevaselian’ın yaşamını anlatır.

Sinemacı Ruhollah İbadi’nin Kutsal Savunma Dönemi’nde hayatını kaybeden Ermeni asıllı askerlerle ilgili yazıp yönettiği Asker Vahik adlı belgesel de yakın zamanda İran devlet televizyonunda yayınlandı. Belgesel savaşta hayatını kaybeden İranlı Ermeni Vahik Bagdasariyan’ın hayatına odaklanıyor.

Sinemacı Mehdi Caferi’nin yönetmenliğini üstlendiği, savaşta esir düşen 13 ila 17 yaş arası gençlerin hikayesini anlatan 23 Kişi Kutsal Savunma Sineması’nın son örneklerinden.

Bahram Tavakolli’nin çektiği 2018 yapımı The Lost Strait filminde İran-Irak Savaşı’nın son zamanlarında farklı kuşaklardan askerlerin yaşadıkları, hem insani yönleriyle hem de savaş atmosferinin çarpıcı ve güçlü görselliğiyle yansıtılır. Film Fecir Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü aldı.

SAVAŞTAKİ FEDA KÜLTÜRÜNÜN ARKA PLANI 

Kutsal Savunma Sineması, askeri bir içerik taşımasının yanında Şiiliğin temel dayanaklarından biri olan feda kültürünü de bünyesinde taşır. İslam Devrimi’nin hemen sonrasında başlayan Irak saldırılarına karşı İran için savaş; inanç ve maneviyat ruhuyla direnmeye çağırdığı bir direnişti. Meşhur Ortadoğu muhabiri, savaşı cephede yakından takip eden Robert Fisk savaştaki İran askerlerinin feda kültürü üstüne şu yorumu yapar (1):

“İran kenti Susangerd yakınlarında kamyonlar, cipler ve tanklardan oluşan beş kilometre uzunluğundaki bir konvoya rastladım; araçları doldurmuş binlerce Besic, (gönüllü) üzerinde Necef ve Küfe yazan siyah-yeşil bayraklar sallıyorlardı. Fotoğraflarını çektiğimi görünce ‘Zafere kadar savaş’ diye bağırdılar. Bir başka konvoyun en önünde giden tankın top namlusuna, üzerinde ‘Kerbela Karavanı’ yazan bir tabela asılmıştı. Bu adamlar, en azından büyük kısmı Irak’ta ölmeye gidiyordu, fakat bunu öyle aldırmaz bir tavırla, öyle ferah bir kalple, öyle kesin yapıyorlardı ki insanın görünce nefesi kesiliyordu.”(Fisk,2011:198)

Savaştan günümüze kadar 250’den fazla filmin üretildiği bu alan, İran’ın festivallerde gördüğümüz filmlerine benzemeyen iç piyasada karşılık bulan bir sinema anlayışı. Kahramanlık miti, savaşın aksiyonu, direniş kültü, Şii kültürünün savaşa etkileri bu sinema anlayışında geniş bir alanı doldurur. Ayrıca savaşa giden askerlerin uzun yıllar esir kaldıktan sonra döndüklerinde yaşadıkları psikolojik sorunlar gibi savaşın insani yönleri de bu sinemada kendine yer bulur.

Kutsal Savunma kavramı, İslam Devrimi ile iç içe geçmiş haldedir. Devletin toplumsal olarak kendini en geniş kabulle ortaya koyduğu en önemli unsurlardan biri olan Kutsal Savunma, imkan bulduğu bütün alanlarda varlığını ortaya koyarak devamı sağlanmış bir kavramdır. Sinemanın da Kutsal Savunma’nın kendini var ettiği en yaygın mecra olduğunu söyleyebiliriz.

Dipnot:

  1. Fisk Robert, Büyük Medeniyet Savaşı, İthaki Yayınları, 2011, Çev: Murat Uyurkulak