Özer: 'Delilik ama Arka Pencere Mecmua’yı yapmak zorundaydık!'

Arka Pencere sekiz yıl aralıksız online yayın yaptıktan sonra basılı olarak okurla buluştu. Dergi ekibinden Murat Özer ile neden herkesin tersini yapıp online’ı bıraktıkları, zengin yazar kadrosu ve Arka Pencere Mecmua’nın anlam ve önemini masaya yatırdık.

Google Haberlere Abone ol

Evrim Kaya

Geçmişi yüz yıla dayanan gazete ve dergilerin ‘kağıdın ömrü bitti’ diyerek online platformlara yöneldiği bir zamanda, Türkiye’de sinema dergiciliği konusunda deneyimli bir grup insan, sinema yazarlığı denince akla gelecek isimlerin büyük bir kısmını yanlarına alarak ters istikamete doğru yola çıktılar. Patronsuz, sermayesiz, tam bağımsız… Sekiz yıldır online olarak yayınlanan sinema kültürü dergisi Arka Pencere, bu aydan itibaren yoluna basılı olarak Arka Pencere Mecmua adıyla devam ediyor.

İlk sayı itibariyle sonuç harika! Dolu dolu 146 sayfada sinema kültürüne dair bütün patikalardan ilerlemeye başlamış durumdalar. Parçası olduğum için bu kadar coşkulu konuşmak doğru gelmeyebilir, ama işin aslı yazdığım tek bir yazı dışında ben de herkes gibi bitmiş dergiyle karşılaştım ve sessizce şapka çıkardım. Yılın şimdilik en heyecan verici sinema haberinin arkasındaki dört isim yer alıyor: Murat Özer, Burçin S. Yalçın, Okan Arpaç ve Bilgehan Aras.

Arka Pencere Mecmua’nın Genel Yayın Yönetmeni ve sevgili dostum Murat Özer’le yazar değil sinemasever olarak sohbet etmek istedim.

Öncelikle, sekiz yıldır neredeyse aralıksız her hafta Arka Pencere’yi online olarak yayınladınız. Bu ısrarın sebebi nedeni neydi? Önce film kültürü için, sonra daha genel anlamda, eleştiri neden gerekli?

Son bir yıl dışında online Arka Pencere’de gösterime giren bütün filmlerin eleştirisini koymaya çalıştık, hatta 2011’de bu eleştirilerden mürekkep bir yıllık da basıldı. Israrımız, ‘daha iyi’ye ulaşmak içindi ve her filmin ‘eleştiriye muhtaç’ olduğu fikrinden besleniyorduk. Biz, yani ‘sinema yazarları’nın temel ödevi, eleştiri kurumu içinde ‘özel’ bir kanal açıp ilerlemeye çalışmak. Bunu yaparken birçok disipline temas ediyoruz ya da etmeye çalışıyoruz, ki eleştirmeni asıl besleyen de bu oluyor.

Fikir, bir dağarcıktan alıyor gücünü ve bu dağarcık da ‘eleştirmenin kalemi’nden akıp sinemasevere, kimi zaman da sinemacıya enjekte ediliyor. “Eleştiri, bir ders verme aracıdır” demek istemiyorum kesinlikle, ama Cahiers du Cinéma’cıların öncülük ettiği eleştiri ekolünden hâlâ önemli dersler alıyoruz, yedinci sanatın tüm bileşenleri olarak. Sözün özü, sinemayı eleştiriden muaf tutmak mümkün değil, etle tırnak gibiler zira. Filmler, çoğunlukla açılmamış kutulara benzer ve gene çoğunlukla o kutuları açıp ‘canavar’ı görünür kılan eleştiri kurumu olur.

Herkesin pes edip online’a kaydığı bir dönemde basılı bir popüler sinema dergisi eksikliğine nasıl ikna oldunuz?

Matbudan dijitale geçiş sıkça rastlanan bir durum, ama bunun tam tersi uygulamaları pek görmüyoruz. Bizim için de kolay bir karar değildi bu, deyim yerindeyse ‘delilik’ kokan bir karardı, ama denemek ve yapmak zorundaydık. Hep aklımızda olan şeydi çünkü. Birkaç ‘şemsiye’ arayışımız sonuçsuz kalınca, riski Bilgehan Aras, Okan Arpaç, Murat Özer ve Burçin S. Yalçın arasında dörde bölerek patronsuz girmeye karar verdik bu hikâyeye. Sinema dergisinin dört yıl boyunca nasıl özlendiğinin de yakından şahitleri olarak, ‘popüler’ alandaki boşluğu doldurabileceğimizi düşündük.

Arka Pencere ekibi.

Yazar çeşitliliğini dikkat çekiyor. Genç bir sinema yazarı kuşağı var ama aynı zamanda Fatih Özgüven, Uğur Vardan, Mehmet Açar, Sevin Okyay, Tunca Arslan gibi artık mahallenin abileri olmuş isimler de var. Bunları bir araya getirmek bir dergiye ne kazandırıyor ve zorlukları neler?

Öncelikle şunu kabul etmek gerek: Dergilerin taşıyıcı unsurları her zaman yazarları olmuştur. Editör de önemli kuşkusuz, ama ağzıyla kuş tutsa da yazarsız bir yere varması mümkün değil. Buradan yola çıkarak Arka Pencere Mecmua’nın yazarları da bizi biz yapan unsurlar diyebiliriz. Onları bir araya getirmek bizim görevimizdi, ama yazarlarımızın bu konuda bizi hiç üzmediklerini de söylemek gerek. İlk sayıda, farklı kuşaklardan 40’ın üzerinde yazar imzası var dergide.

Onların dergiye getirdiği çokseslilik, çeşitlilik, renklilik ve tabii ki değer için söylenebilecek tek şey var: Paha biçilmez! Bu noktada tevazua gerek yok, tam anlamıyla ‘dev’ bir yazar kadrosuna sahip Arka Pencere Mecmua. Ve onları bir araya getiren tutkal biz değiliz kesinlikle; aynı çatı altında buluşmalarının müsebbibi, sadece ve sadece önüne geçilmez sinema tutkuları.

Bir de cismen olmasa da ruhen derginin parçası olan bir üçüncü kuşak var, belki ondan da söz etmek isteriz. Yattıkları yerde bir “aferin çocuklara” çekmişlerdir herhalde...

Biz ve bizden sonraki kuşak olarak, Rekin Teksoy, Onat Kutlar, Nijat Özön ve Giovanni Scognamillo’ya çok şey borçluyuz. Havadis, Tenkit, Mevzu, Keyif adlarını verdiğimiz dört ana bölümümüzü onlara ithaf ettik ve sadece bizim değil, gelecek kuşakların da bu isimleri hep hatırlamasını sağlamaya çalıştık. Huzur içinde uyusunlar...

Önceki soruyu aslında Uğur Vardan’ın yazısından hareketle sordum. Dergi bu iki kuşağın birbirini anlaması için gereken yapıcı ama sahiden eleştirel bir diyalog için aradığımız platform olabilir mi?

Kuşaklar arası çatışmadan kaçış yok, bu her zaman yaşandı, yaşanacak da. Ama Uğur Vardan’ın yazısından alınacak çok ders var, her kuşak için. Çözüm, birbirimizi anlamaya ne kadar ‘yakın’ olduğumuzla ilgili biraz da, aksi takdirde makasın iyice açılıp ‘öfke’ ve ‘nefret’ söylemlerinin öne çıkması kaçınılmaz. Ve tekrar ediyorum: Bunu bütün kuşaklar için söylüyorum, herhangi bir kuşağı hedef tahtasına koymadan. Uğur Vardan, yazısında genel bir tablo çiziyor ve bu tabloyu doğru argümanlarla destekliyor. Ama o tablo içinden bir ya da iki cümleyi çekip bambaşka bir sonuca varmaya kalktığınızda işler karışıyor, hayat herkes için ‘çekilmez’ hale geliyor. Ne demek istediğim anlaşıldı mı bilmiyorum, ama ülkenin genele yayılmış öfkeli ruh halinden bağımsız bir durum değil bu.

Online dergide bana bir gün bir köşe verdin ve sen olmasan hiç ortaya çıkmayacak denemeleri yazmama vesile oldun. O yüzden burasının bir yandan bir okul olduğunu düşündüm ben hep. Kontenjan artıyor diyebilir miyiz?

Arka Pencere Mecmua'sının Aralık 2017 kapağı.

‘Online’ Arka Pencere’nin okul özelliğinin altını hiçbir zaman çizmedik, ama sekiz yılda en azından bir kuşağa film kültürü aşılamayı başardığımızı söyleyebiliriz. Kısa bir arayı dışarıda bırakırsak sekiz yıl boyunca her hafta karşılıksız dergi yapmanın ilham verici olduğunu, disiplin konusunda bir şeyler düşündürdüğünü de kabul etmek gerek. Arka Pencere Mecmua’nın da okul özelliğinin altını çizmiyoruz, ama bu kavramı dergimizle örtüştürenlere de şükranlarımızı sunuyoruz. Eğer öyleyse, bizden mutlusu olmaz çünkü!

Uğur Vardan demişken, Fatih Özgüven’i uzun zaman sonra adlı adınca bir “köşede” görmek, Mehmet Açar’ı uzun zamandır yapmadığı gibi “geniş açı” bir yazıda okumak... Siz bu geniş yelpazeye nasıl karar verdiniz, bu isimleri nasıl seçtiniz?

Dergideki yazar kadrosu, dört kişilik Yayın Kurulu’nun firesiz onayıyla oluşturuldu. Her ne kadar künyede bazı unvanlar görseniz de, sekiz yıllık ‘online’ tecrübemizde olduğu gibi, hiyerarşiden uzak bir yayın Arka Pencere Mecmua. Bazılarımızın bazı durumlarda öne çıkması doğal, ama herkesin her konuda eşit oy hakkı var.

Yazar kadrosu da aynı şekilde belirlendi. İsimlere gelirsek, Türkiye’de sinema yazarlığı dendiğinde ilk akla gelen yazarların birçoğu oluşturuyor kadromuzu. Ve onların kendilerine has kalem oynatma teknikleri, fikir yürütme/geliştirme refleksleri, analiz etme becerileriyle büyüyor sayfalarımız. Edebiyat dünyasından transferimiz Hakan Bıçakcı da koyu bir sinefil kimliğiyle, “Alakalı Filmler” köşesiyle gayet iyi uyum sağlıyor derginin tutkulu atmosferine.

Bir kültür vakumuna doğru sürüklendiğimizi hissettiğim çok oluyor. Bu çağda sana göre sinema kültüründe, üstelik popüler sinema kültüründe ısrar etmek ne demek?

Kültürsüzleştirme, bu çağı en iyi tarif eden kavramlardan biri kuşkusuz. Sadece Türkiye için de söylemiyorum bunu, yeryüzünün büyük çoğunluğu bu ölümcül hastalıkla boğuşuyor. Ama böyle bir hastalık var diye, bizi biz yapan ve nefes almamızı sağlayan kültürden vazgeçmemiz de beklenmesin!

Biz derken, tabii ki sadece Arka Pencere Mecmua kadrosundan bahsetmiyorum, bizim gibi düşünenleri kastediyorum. Hastalığa yakalanmış bir kişiye bile aşı olsak yeter bu bize; o bir kişi başka birini aşılar, o diğerini, diğerini, diğerini derken tohumlar yeşerir. Derginin ilk sayısının editör yazısının finalinde de söylediğimiz gibi, “Nefesimiz kesilene kadar sinema demeye devam edeceğiz” ve bizle birlikte nefes almak isteyenler için açık tutacağız penceremizi...

Mehmet Açar çok önemli bir şey söylemiş: Sinema üzerine yapılan tartışmaların içi boşaldı, garip bir yerde kilitlendik ve bu sinemaya da yansıyor. Ve Arka Pencere de bu açıdan bir umut olmuş ona. Sen ne düşünüyorsun bu konuda? Ve nasıl hissediyorsun?

Mehmet Açar’ın serzenişi ve ardından gelen umutlu bakışından etkilenmemek mümkün değil. Arka Pencere Mecmua’nın omuzlarına büyük bir sorumluluk yüklüyor. Bu sorumluluğun gereklerini yerine getirmek için elimizden geleni yapmak boynumuzun borcu. Belki bunu bugünden yarına halledemeyiz, ama yazarak, konuşarak, tartışarak zaman içinde bir yerlere varabileceğimizi düşünüyorum.

Sinemamızın tıkanmış da demeyelim, kısmen ‘hapsolmuş’ halini açacak kilit olmasak da, sinemacılarımıza ufak da olsa bir katkı sunabiliriz bu süreçte belki. Buna dair hiçbir şey yapmazsak, en ağır eleştiri gene Mehmet Açar’dan gelir, bundan da eminim!

Murat Özer’in köşesi en büyük sürprizlerdendi. Bu türden fantastik ve edebi yazılarla mı devam edeceksin? Bu daha önce de yapmak istediğin bir şey miydi?

Masal-Gerçek köşesinde, yaşadığım ‘sinemasal’ bir anıdan yola çıkarak ‘fiktif’ bir şeyler karalamaya çalışıyorum. Başladım ama sürdürebilecek miyim, onu da bilmiyorum doğrusu. Dergi yaşasın da benim köşe önemli değil, tıpkı ‘yaş’ gibi o da bir teferruat!