Yeşilçam'ın imkansız aşkı...

Yeşilçam filmleri, erkeğin zaten modern olduğunu, modernleşmesi gerekenin kadın olduğunu söyler. Ama belli sınırlar içinde...

Google Haberlere Abone ol

Hasan Akbulut

Günümüzde sinema, çoğunlukla gençlerin ve erkeklerin gittiği pahalı bir eğlence aracı olsa da, bir zamanlar bu topraklarda yaşayanları ortaklaştıran kültür ve eğlence etkinliklerinden biriydi. Türkiye’de sinemanın miladının, Fuat Uzkınay’ın görüntülediği iddia edilen Ayestefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı (1914) olduğu söylenedursun, yeni araştırmalar, Manaki kardeşleri, Sigmund Weinberg’i ilk sinemacılar olarak işaret ediyor.

Başlangıçta kişisel çabalarla ve tek tük gösterimlerle gelişen sinemanın yaygınlaşması, kitleselleşmesi ise 1960’lı yıllara denk geldi. Kitleselleşmenin Yeşilçam olarak adlandırılan bu yıllara denk gelmesinin, elbette dönemin ekonomik, toplumsal, politik ve kültürel bağlamı ile ilişkisi vardı. Belediyelerin yerli filmlerden aldığı verginin kaldırılmasıyla artan yerli film üretimi, seyircinin de talepleri doğrultusunda yükselişini sürdürmüş ve farklı türden izleyici beklentilerine yanıt vermek için çeşitlenmişti. Kuşkusuz bu ortamda romantik, çocuk, eril, aristokrasi gibi çeşitlemeleriyle gerek bir tür, gerekse bir tarz olarak en çok üretilen filmler melodramlar ve güldürülerdi.

Türkiye sinema tarihinde altın çağ olarak da adlandırılan 1960-1975 arasında üretilen filmler, olayları, kişileri, zamanı ve mekânı ile masallara benziyordu. İmkânsız aşk örgüsü ekseninde kurulan bu filmlerin merkezinde birbirlerini seven ama aralarında sınıfsal ve kültürel farklılıklar nedeniyle birleşmeleri çok güç olan yakışıklı erkekler ve güzel kadınlar olurdu. Filmsel anlatı, bu zengin kız ve yoksul erkeği ya da tersini, bir araya getirmek için rastlantı, kaza, hastalık gibi motiflerle başlardı.

YERLİ FİLMLERİN ÖTEKİ'Sİ

Yeşilçam melodramlarında en sık görülen izlek ise kimsesiz sokak kızı esas kadının, hayatına rastlantıyla, kazayla giren esas erkeğe sırılsıklam âşık olması, ama sonrasında esas erkeğin gönlünü başka kadınlara kaptırmasıyla hızla bir dönüşüm geçirmesi ve tekrar esas erkeğin aşkını kazanmasıyla biten romantik aşk izleği idi. Köylü güzellerinin hayatına zorla giren, onların iffetlerini kirleten ve sonra terk eden kentli, yakışıklı zengin erkekler, asıl şaşkınlığı, bir zamanlar yoksul, ama gururlu kadınlarının nasıl da modern bir afeti devrana dönüştüğünü gördüklerinde yaşardı.

Yeşilçam filmlerinin seyirci için asıl vurucu yönünü de, esas kadının geçirdiği bu dönüşümler oluştururdu. Merdivenden asilce inişiyle bütün bakışları üzerinde toplayan esas kadın, kentli modern bir kadına dönüştüğünü ispat ederken, seyirci de, onu ağzı açık izleyen esas erkeğe “oh olsun” derdi. Zira esas erkek, neyi kaybettiğini ancak o zaman anlardı. Bir zamanlar eliyle yemek yiyen, şişeyi başına dikip su içen, argolu konuşan taşralı kadın, çoğunlukla gayrimüslim bir dadıdan aldığı adab-ı muaşeret dersleriyle, onu gören herkesi şaşırtan modern olmanın bütün inceliklerini öğrenmiş olurdu. Köylü ya da taşralı kadınlara görgü kurallarını öğretenlerin çoğunluğunun gayrimüslim olması, tam da modernliğin bu filmlerde nasıl algılandığını açıkça ortaya koyuyor: Modernlik, yerli olan ‘bizlerin’ (Türklerin) doğasında yoktur ve ancak ‘öteki’ler ‘biz’e modern olmayı öğretebilir. Yerli filmlerin ‘öteki’si ise, filmlerde Batı’nın ajanı olarak görülen Ermenilerdir, Rumlardır.

Karagözlüm filminde (Atıf Yılmaz, 1970) Madam Suti, balık pazarında balık satarken şarkıcı yapılmak üzere keşfedilip kendisine getirilen Azize’yi gördüğünde “Bu küçüğü ters yüz etmek lazım gelor!” diyerek onu modern bir kadına dönüştürme işini üstlenir. Yeşilçam filmlerinde modernlik, bir aşk anlatısı içinde, ancak eğitimli, kentli ve zengin esas erkeğin aşkını kazanması, ona eşitlenmesi için kadının öğrenmesi gereken gündelik yaşam pratikleri olarak karşımıza çıkar. Yoksul, eğitimsiz ve de arzulandığını fark etmeyen kadın, ancak güzel giyinmeyi, çatal- bıçak ile yemeyi, hangi bardakla ne tür içkiler içeceğini, telefonda nasıl konuşacağını, hatta nasıl oturup kalkacağını öğrendikten sonra kentli ve eğitimli esas erkeğin aşkını kazanabilir.

karagozlum

HOLLYWOOD'DAN GELEN TEKLİF

Yeşilçam filmlerinin anlatısal yapısı, böylece modern olmayı bir dizi gündelik yaşam pratiğine bağlarken, bir yanda da sonlarıyla, esas kadın ve seyirci için de modernliğin sınırını çizer. Anlatı içinde çoğu kez hayırsever bir gazino patronu tarafından keşfedilerek ünlü bir şarkıcı yapılan kadın için çok ünlü olmak da sorundur. Zira bu durum, onun esas erkeğin dışındaki yabancı bakışlara da maruz kalmasına, hatta Karagözlüm’de olduğu gibi, Hollywood’dan aldığı teklifle ‘biz’den uzaklaşmasına neden olabilir. Karagözlüm’de artık ünlü bir şarkıcı olan Azize (Türkân Şoray), Hollywood’a gitmeden evvel son kez, kendisini üne ulaştıran meçhul besteci (ona âşık esas erkek Kadir İnanır) ile konuşmak ister. Meçhul besteci, ona Hollywood’a gittiğinde neleri kaybedeceğini öyle anlatır ki, Azize için bu gidiş, vatana, millete ihanet olarak kodlanır. Kenan, hem Öteki’nin fantezisini denetleyen, hem de bu fantezinin barındırdığı tehlikelerin farkında olan Meçhul Besteci kimliğiyle Azize’yi uyarır. Kadın, öteki olmanın tehlikelerini cisimlendirir. Azize Hollywood’a gitmez, ancak bu teklif bile, sevenlerinin ondan uzaklaşmasına neden olur. Sonunda meçhul besteci, gizlediği kimliğini açıklar ve Azize’yi, ilk tanıştığı balık pazarında affeder. Böylece anlatıda modernleşmenin, erkeğin arzusunu kazanmak için gerekli olduğu, ama fazlasının tehlikeli, maazallah, her türlü ‘biz’e ihanet olduğu ifade edilmiş olur. Öyleyse Yeşilçam filmleri, erkeğin zaten modern olduğunu, modernleşmesi gerekenin kadın olduğunu söyler. Ama belli sınırlar içinde. Yeşilçam, Osmanlı’nın son döneminden itibaren arzulanan modernleşmeyi, bir aşk anlatısı içinde ifade eder. Aşk öykülerine bulanmış, ama temel sorunsalın modernleşme olduğu melodram filmleri modernleşmeye olan direnci, dokunaklı aşk öyküleriyle dillendirir.

Bu yönleriyle Yeşilçam melodramları, bastırılanın geri dönüşünü resmeder. Gerek modernleşme arzusu, gerekse modernleşmenin getireceği olası tehlikeler, kadın karakter üzerinde anlatılır. Yerli melodramlar modernleşmenin tehlikelerini (“öz”den uzaklaşma, kötü yola düşme, mutsuz olma gibi) anlatırken aynı zamanda modernleşmeyi deneyimlenmesi gereken bir süreç olarak sunar. Kenan’ın Azize’ye söylediği gibi, “Her şeye sahip olmak isteyen, elindekini de kaybeder”. Elimizde olanlar, “biz”i oluşturan değerlerdir, modernleşme ise, imkânsız bir aşk. Yeşilçam biter, ama imkânsız aşk modernleşme arzusu bitmez.