Şentop: Başkanlıkta 'katı', parlamenter sistemde 'yumuşak' kuvvetler ayrımı var

1921 Anayasası'nın kabul edilişinin 100. yılı dolayısıyla düzenlenen sempozyum açılışını yapan Meclis Başkanı Mustafa Şentop'un gündeminde, Başkanlık sistemi ve 'kuvvetler ayrılığı' vardı. Kuvvetlerin birbirinden 'sert-katı' ayrıldığı sistemin Başkanlık, 'yumuşak ayrım'da ise parlamenter sistem olduğunu savunan Şentop, "Parlamenter sistem esasen monarşilere dayanır. Başkanlıkların hepsi cumhuriyettir" dedi.

Google Haberlere Abone ol

ANKARA- Ankara Üniversitesi ve Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi tarafından TBMM'de düzenlenen ve 3 gün sürecek "1921 Anayasası'nın Kabul Edilişinin 100. Yılı Sempozyumu"nun ilk bölümü gerçekleştirildi.
Ev sahibi TBMM Başkanı Mustafa Şentop, sempozyumun açılış konuşmasında hükümet sistemi değişikliklerinin, birçok ülkede olağanüstü dönemlerde yapıldığına işaret etti. Türkiye'nin tamamen anayasanın öngördüğü sistem içinde parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçtiğini savunan Şentop “Türkiye’nin aslında artık gelmiş olduğu durum; imtiyazsız, 83 milyon vatandaştan oluşan, aynı 1920'de açılan Meclis'teki gibi her kesimden, her görüşten, farklı inanç gruplarından insanların ama tek bir hedef için bir araya geldiği bir Meclis. O Meclis'in ruhunu burada yakalamak için mücadele ediyoruz" dedi.

'BAŞKANLIKTA SERT KUVVETLER AYRIMI VAR'

Başkanlık sistemini anlatan TBMM Başkanı özetle şunları söyledi: “Kuvvetler ayrılığı yani yasama ve yürütme erklerinin birbirinden ayrıldığı bir sistem. Bu sistemde, kuvvetlerin sert, katı şekilde ayrılması sonucu başkanlık sistemi dediğimiz bir hükümet sistemi ortaya çıkıyor. Yumuşak ayrım dediğimiz sistemde ise parlamenter sistem ortaya çıkıyor. İkisi arasında bir karma model olarak da yarı başkanlık veya yarı parlamenter sistem diyebileceğimiz bir sistem var. Dolayısıyla bizim bugün 16 Nisan 2017 referandumu ile kabul ettiğimiz sistem, bu çerçevede kuvvetler ayrılığı ve birliği bağlamında kuvvetler ayrılığını esas alan, hatta sert, katı kuvvetler ayrılığını esas alan bir sistem başkanlık sistemi.

'CUMHURBAŞKANI = CUMHURBAŞKANI+BAŞBAKAN+BAKANLAR KURULU'

Burada kafa karıştırıcı husus cumhurbaşkanı kelimesinin, önceki hükümet sisteminde de şimdikinde de aynen kullanılmış olması. Böyle olunca bu iki kelimenin aynı olduğunu zannediyorlar. Halbuki bunlar sadece adaş, isim benzerliği var. Parlamenter sistemde cumhurbaşkanı, o sistemin ölçüleriyle eşittir sadece cumhurbaşkanıydı. Ondan ayrı olarak başbakan, bakanlar kurulu vardı. Yeni sistemde adı yine cumhurbaşkanı ama bu cumhurbaşkanı önceki sisteme göre eşittir cumhurbaşkanı artı başbakan artı bakanlar kuruludur. Sadece bir isim benzerliği var.”

'PARLAMENTER SİSTEM MONARŞİYE DAYANIR'

Parlamenter sistemin, esasen monarşilere dayandığını, monarşilerde taç, krallık muhafaza edilerek parlamenter sistemin oluşturulduğunu vurgulayan TBMM Başkanı Şentop, şöyle devam etti: “Cumhuriyetlerde parlamenter sistem kurulurken, onun yerine ikame etmek üzere cumhurbaşkanlığı makamı tarafsız ve sembolik, yetkisiz makam olarak ihdas edildi.

Başkanlık sistemlerinde bir monarşi geleneği bulunmaz. Başkanlık sistemlerinin hepsi cumhuriyettir. Aynen başbakanlıkta, parlamenter sistemde olduğu gibi, başkan veya cumhurbaşkanı diyebiliriz bizim sistemimizdeki isimlendirmesiyle, burada tarafsız bir makam değil, bir siyasi parti üyesi olabilen, siyasi tarafı olan ve bunun için de zaten kendisine yönetme yetkisi verilen kişidir. 'Tarafsız' ve siyasi parti üyesi olmayana yetki de verilmiyor, yönetme yetkisi yok. Yönetme yetkisi ancak bir taraf olan bir siyasi partisi olana veriliyor. Yönetebilmesi için cumhurbaşkanın bu anlamda bir siyasi parti üyesi, mensubu olabilmesi gerekiyor."

'YERLİ BİR ANAYASA'

Sempozyum’un “1921 Anayasasının Fikri Temelleri” başlıklı oturumunda sunum yapan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu Başkan Yardımcısı Dr. Zeki Eraslan, 1921 Anayasası için şu tespitlere yer verdi: “Türk kamu hukuku açısından bakıldığında devrimci bir çığır açan ve pek çok açıdan ilklerin Anayasası olarak kabul edilen 1921 Anayasası bağlamında şu tespit yapılabilir. 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devletinde etkili olmaya başlayan Fransız fikir akımları yeni Osmanlı hareketi üzerinden Cumhuriyete de tevarüs etmiştir. Cumhuriyetin politika geliştiricileri hazır bir şekilde yollarına devam etmiş ve orijinal, özgün, kendine has bir yerli bir Anayasasının ortaya çıkmasını sağlamıştır.”

'FRANSIZ İHTİLALİ FİKİR ALTYAPISI TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLKE VE DEVRİMLERİNİN ESASINI OLUŞTURDU'

Çağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Köylü ise, 1921 Anayasası’nda Fransız İhtilali ve düşünce akımlarının etkisine ilişkin yaptığı sunumda, “Fransız ihtilalinin felsefi altyapısını oluşturan fikirler, Fransa başta olmak üzere birçok ülkenin kaderini değiştirmiş gibi görünse de gerçekte emperyalist devletler bu fikirleri uygulamak yerine siyasi ve ekonomik amaçlarının tahakkuku maksadıyla kullanmışlardır. Onlar için milli hâkimiyet, insan hakları gibi kavramlar kendi çıkarları ötesinde bir anlam ifade etmiyor. Bu nedenle milli mücadele, tam bağımsızlık temeli üzerine inşa edilerek Samsun’dan başlatılırken Fransız düşünürlerin kuramsal düşünceleri milli hâkimiyet esasıyla Türk milletinin özüne uygun olarak 1921 Anayasası başta olmak üzere yeniden tasarlanmış, Cumhuriyet ile başlayan ilke ve devrimlerle vücut bulmuştur. 1921 Anayasasının esasını oluşturan Fransız ihtilali fikir altyapısı, aynı zamanda zaferden sonra kurulacak medeni dünyanın asil bir üyesi olarak tasarlanan Türkiye Cumhuriyeti ilke ve devrimlerinin esasını oluşturturmuştur” diye konuştu.

'ROUSSEAU’YA GÖRE HÜKÜMETLERİN EN ETKİNİ BİR KİŞİNİN ELİNDE OLANDIR VE BU MONARŞİDİR'

“1921 Anayasası’nda Rousseau Etkisi”ne ilişkin sunum yapan Sakarya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Alper Işık da Rousseau’nun 1921 Anayasası’na en büyük etkisinin milli egemenlik olduğunu kaydetti. Işık şunları söyledi:
“Rousseau egemeni sadece yasa yapma iktidarı olarak görüyor ve ona göre egemen halkın kendisi. Rousseau’nun hükümet bakış açısında da farklılıklar var. Bir hükümette ne kadar çok yönetici varsa hükümetin gücü o kadar azalır diyor. Bu yüzden de hükümetlerin en etkini bir kişinin elinde olandır diyor ve Rousseau’ya göre bu monarşiye tekabül ediyor. Rousseau’nun Türkiye’de 1921 ve 1924 dönemlerine etkisi de çok tartışılıyor. Özellikle çoğunlukçu demokrasi genelde Rousseau’ya mal edilir ama ben etkisinin biraz daha sınırlı olduğunu düşünüyorum. Rousseau, hükümet egemen varlıktan aldığı buyrukları hayata geçirir diyor. Bu aslında bizim baktığımız zaman Meclis hükümetine de parlamenter sisteme de göz kırpan bir ifade. Çünkü gerçekten parlamenter sistemde de yürütme yasamanın içinden çıkıyor ve yasamadan aldığı buyrukları bir nevi hayata geçiriyor. Özünde baktığımız zaman Rousseau’nun bu tasarrufu yeri geldiği Meclis hükümetine ve parlamenter sisteme de uygulanabilecek kabiliyette. 1921’deki kuvvetler birliği anlayışını doğrudan Rousseau’ya mal etmek yanlış olabilir. Çünkü parlamenter sisteme de yakın olabilecek yanları var.”

'1921 ANAYASASI’NA EN BÜYÜK ETKİSİ MİLLİ EGEMENLİK'

Rousseau’nun 1921 Anayasası’ndaki etkisine ilişkin, “egemenliğin millette olduğu” vurgusuna dikkat çeken Işık, şunları söyledi: “1921 Anayasa’nın ilk maddesi egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu vurgulanıyor. Dolayısıyla Rousseau’yla kurabileceğimiz ilk benzerlik egemenliğin millette olduğunu tescil etmesi aslında. Bu da Rousseau’nun siyaset sistemine bir katkısı olarak algılayabiliriz. Çünkü 100 sene önce egemenliğin millette olduğunu söylemek yeni yeni filizlenen bir fikir. Bu durum Rousseau etkisini gösteren bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Yine 1921 Anayasa’nın ilk maddesinde doğrudan demokrasi çağrışımı yapacak bir husus da var. Ancak 1921 Anayasası’nda temsiliyet var ve Rousseau temsiliyeti reddediyor. Bu anlamda da baktığımızda 1921 Anayasası’nda Rousseau etkisinden bahsetmek de bir yandan güç geliyor. O yüzden sınırlı bir etkiden bahsedebiliriz. 1921 Anayasası’nda zamanla yürütme ayrı bir varlığa kavuşuyor ve yürütme yasama üzerinde etkili olmaya başlıyor. O dönemde çıkan kanunların yüzde 82’si yürütme kanadından Meclise geliyor ve öyle kanunlaşıyor. Aslında yürütmenin ortaya koyduğu kanunlar yasamadan geçiyor. Bu bağlamda yürütmenin fiili bir üstünlüğü var. Rousseau, bunu bir tehlike olarak öngörmüştü. Bu bağlamda Rousseau’nun 1921 Anayasası’na en büyük etkisi milli egemenlik olarak karşımıza çıkıyor.”

'1920 VE 1929 YILLARI ARASINDA BİN 384 TANE KANUN YAPILMIŞ'

Yozgat Bozok Üniversitesi İİBF Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Görevlisi Sevil Zengin ise “Türkiye’de 1920 ve 1929 yılları arasında bin 384 tane kanun yapılmış, 179 tane tüzük, 30 tane tebliğ, 7 tane milletlerarası anlaşma, 6 tane yönetmelik, 1 tane kanun hükmünde kararname ve toplamda 4 bin 807 tane resmi gazete var. Ciddi anlamda yasal mevzuatta bir genişleme olduğunu görüyoruz” diye konuştu.