YAZARLAR

Seni yenemiyeceğiz ama inşallah terk edeceğiz İstanbul!

Bu şehre yenilmişlik duygusu taşınır her akşam evlerin eşiklerine. Sokağa bırakılan ayakkabılar gibi kalır eşikte. Sonra bir sokak kedisinin sadakatiyle ertesi sabah gene takılır peşimize. Şehirden beslenen, şehre ait, içimizde bir yerlerde büyüyen bir suçluluk duyguyla yaşarız şehirde.

Üstümüze gelir şehir, yorar bizi. Mesafeleriyle, itiş kakışıyla yorar. Belirsizlikleriyle yorar, yaşadığımız şeyi niye yaşadığımızı bilememek, sebepsiz bir kötü muameleye maruz kalmak, onu hak etmemiş olmak yorar. Sırf şehirde yaşadığımız için bunlara maruz kalmak bozar sinirlerimizi.

Karikatür: Selçuk Erdem

Trafik birdenbire niye tıkanır kimse anlayamaz mesela. Navigasyon icad olduktan sonra gideceği yere ne kadar sürede ulaşacağını kestirebilen şehir insanı, aniden trafik takındığında sebebi tahmin edemez, çözüm için hiçbir yere de başvuramaz. Filmlerde görürüz, adamın işi aceledir, sokağa çıkar, hemen bir taksi çağırır, atlar gider. İstanbul gibi büyükşehirlerde yaşayanlar için ne kadar gerçeküstü bir sahne. Taksiyi icat edenin, arabası olmayan parasını versin, istediği yere gitsin diye geliştirdiği bu ticari kurum, daha çok bir yere gidememe, gidebilsen bile huzursuz, tartışmalı bir yolculuk etme, gideceğin yere geldiğinde kendini şanslı saymakla sinirden ağlamak arasında bir duyguyla kalakalma sebebidir.

Hep bir yere yetişmeye çalışıp yetişememenin yorgunluğudur şehrin pratiği.  

Şehir sanki, durup baktığımızda, bir cep telefonu ekranında ard arda kaydırdığımız görüntüler gibidir. Mama isteyen bir kedi, mendil satan bir çocuk, romantik bir çift, heyecanlı futbol taraftarları, şık bir kadın, öfkeli bir adam, birbirinden renkli vitrinler, gülümseyen, somurtan, kaygılı ya da mutlu insan yüzleri, herkesin birbirine teğet geçtiği, kimsenin bir diğerini görmek, varlığını fark etmek için iki saniye duraklamadığı caddeler.

En çok da insanlığımızdan uzaklaştırdığı için yorar şehir. Bizden daha kötü durumda olduğunu düşündüğümüz insanlar ya da sokak hayvanları görürüz gün boyu. Isınamayanların, doyamayanların, giyinemeyenlerin, sevilmeyenlerin, geçinemeyenlerin hikayeleri birer imge olarak yerleşir zihnimize. O imgeleri eve girene kadar taşırız içimizde, eziliriz. Sonra evdeki havayla unuturuz. Sonra ertesi gün yeniden yüzleşiriz. Bir önceki unutuşumuz gelir ayrıca aklımıza. Gördüğümüz öteki hayatlar, o hayatların sefaleti kadar onların önünden geçip gidenlerin acizliği de yorar bizi.

Karikatür: Serkan Altuniğne

Bu şehre yenilmişlik duygusu taşınır her akşam evlerin eşiklerine. Sokağa bırakılan ayakkabılar gibi kalır eşikte. Sonra bir sokak kedisinin sadakatiyle ertesi sabah gene takılır peşimize. Şehirden beslenen, şehre ait, içimizde bir yerlerde büyüyen bir suçluluk duygusuyla yaşarız şehirde. Bizim hikâyemiz herkesin hikâyesidir ve herkesin hikâyesi bizim içimizdedir.