YAZARLAR

Seccade, ayakkabı, terlik ve politik-goygoy

Erdoğan’ı iktidara taşıyanın da siyasî tarihimize Terlikli Zirve olarak geçen bir toplantı olduğunu hatırlar mısınız? CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, 19 Aralık 2002 akşamı, Erdoğan’ın siyasî geleceğini belirleyecek kararı almak üzere kurmaylarını Mehmet Sevigen’in evinde topluyor. Önder Sav, Eşref Erdem, Bülent Tanla, Yaşar Nuri Öztürk, Zülfü Livaneli, eve geldiklerinde ayakkabılarını çıkarıp terlikleri giyerek salona geçiyorlar.

SECCADE VE AYAKKABI: İSTANBUL PLATFORMU

Seccadeye “ayakkabıyla” basılmaz kardeşim! Gelenek, görenek falan mı konuşuyoruz; rahmetli annem görse -adım gibi eminim ki- önce, seccadeye bastıkları için değil eve ayakkabı ile girdikleri için İstanbul Platformu’nun iftar yemeğine katılanların tamamının kulaklarına yapışır sonra da o seccadeyi yerde serili bırakanlara terlik fırlatır; Kılıçdaroğlu ve Kaftancıoğlu henüz kaçmadılarsa onların da kollarını çimdiklerdi. Annemin hızını alamayıp “Seccadeye ayakkabıyla basmak günah değil” diyen Diyanet Alo190 Fetva Hattı çalışanlarını da paralayacağına eminim; hoş annemin “günah” ile pek işi olmazdı ama değil seccade, üşenmeyip her iki haftada bir sildiği bir halıya ayakkabısı ile basan olursa onun babasının o mübarek, çilekeş ve güzel gözlü hayvancağızın soyundan geldiğini deklare etmekten ve terlik ile ona sert müdahalede bulunmaktan asla imtina etmezdi. Unutmadan hemen yazayım Diken’den Bilal Çelik Diyanet’in Alo 190 Fetva Hattı’nı aramış seccadeye ayakkabıyla basmanın günah olup olmadığını sormuş. Görevli de “Seccadenin (kullanmanın) şöyle bir mantığı var; bizim namazın farzlarından dediğimiz ‘necasetten taharet’ diye bir kural vardır. Bu kuralda, bedenimizde, elbisemizde ve namaz kılacağımız yerde dinen ‘necaset’ sayılan hiçbir şeyin olmaması gerekiyor… O yüzden, bu seccade, nasıl abdest alıp bedenimizi temizliyorsak, gusül alıp manen temizleniyorsak, elbisemizi temiz hale getiriyorsak, namaz kıldığımız yeri temiz hale getirmek için kullandığımız bir şey… Seccade sermek gerekir mi? Hayır gerekmez. Bütün yerler insana mescittir. Mesela temiz topraktır, gidersiniz toprağın üzerinde direkt namaz kılarsınız… Yani seccadenin özelliği, kutsiyeti yok. Temizlik için kullanılan, elbiselerimiz gibi bir şey. Sadece üzerine namazı hatırlatıcı bir şeyler yazıyorsa, ibadete saygıyı temsil ediyor, o (kadar)… O (seccade) temizliği sağlamak maksadıyla yapılmış, bize gerekli olduğu düşünülmüş bir eşya. İsmine de secde edilen yer anlamına gelen ‘seccade’ denmiş… Mesela namaz kılacağımız yer temiz değildir… Bebeğiniz var, evdesinizdir, çocuk dolaşıyor yerlerde, bezin kenarından bir şeyler kaçıyor, halıya oturuyor… Siz siliyorsunuz ama içinize sinmiyor. Ne yapıyorsunuz; onun üzerine seccade seriyorsunuz. İçinize sinerek namaz kılıyorsunuz. Çünkü bütün eve kontrol sağlayamıyorsunuz, temizliği sağlamak amacıyla geliştirilmiş bir şey.” demiş. 

Diyanet’in bu yetkilisi ya şarlatan “tarikatçı” tayfasından değil sahih Müslüman ya da göreve yeni atanmış acemi bir çalışan: Ne gerek var uzun uzun, mevzunun İslâm’daki yerini anlatmaya. Sen de Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Abdurrahman Babacan gibi açıklamalar yapsana be birader! Aklındaki cürufatı AHaber’e boşaltan Babacan, ayakkabıyla seccadeye basmayla ilgili şöyle demiş: “Sayın Kılıçdaroğlu yurt dışından bazı uluslararası ajanslarla ve yurt içinden bazı ajanslarla seçim sürecine hazırlanıyordu. Adreslerini de bildiğimiz ABD orijinli bir takım siyasal iletişim çalışmaları yürütmeye başlamıştı... Bu toprağın ve bu milletin değerlerine yabancı olmak bütün bu siyasal iletişim ve ajans çalışmalarının sonuç almasını engelliyor. Kılıçdaroğlu'nun özünde temelde böyle bir problem var. Varoluşsal bir sıkıntı. 2-3 aylık ajans çalışmalarıyla örtbas edebilmeniz mümkün olmuyor… Kılıçdaroğlu'nun temel sorunu ya da Türkiye'deki solun temel sorunu bu ülkenin bu toprağın değerlerine yabancı olmak. Çoğunlukla da karşı olmak…”

BİRA, CAMİ VE AYAKKABI: GEZİ DİRENİŞİ

Bilal Çelik’in sorularını yanıtlayan Diyanet yetkilisini “de” Fuat Yıldırım gibi görevden almış olabilirler mi? Ufak bir not eklememe izin verin. Gezi Direnişi zamanında 2 Haziran 2013’de Erdoğan, bugün “seccade” üzerinden Kılıçdaroğlu’na yaptığı goygoyun benzerini “bira” ve “ayakkabı” üzerinden Gezi direnişçilerine yapıyordu: Erdoğan’a göre direnişçiler   Dolmabahçe’deki Bezmi Alem Valide Sultan Camii’ne ayakkabıları ile girmişler camide bira içmişlerdi. Camii’nin o dönemki imamı Fuat Yıldırım da Erdoğan’ı yalanlayarak camide içki içildiğini görmediğini söylemişti. O gün olanları şöyle anlatıyordu Yıldırım: “Burada içki içilmedi. Eylemciler buraya sığındıktan sonra içki içen görselerdi zaten kendileri dışarı atardı. Polisin kovaladığı büyük bir grup kapıları zorlayarak içeri girdi. Engellemeye, kapıyı kapatmaya çalıştık ama başaramadık. Bu iki günlük süre içinde yaralılar tedavi edildi. Polis gazından kaçanlar camiye sığındı. Caminin içindeki kameralar kırıldı. Grupla polis arasında arabuluculuk yaptım. Polisin çekilmesini sağlayıp grubun dışarı çıkmasına yardımcı oldum. Lütfen bu olaylar bitsin. Sükûnet gelsin.”

Yıldırım’ı İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde 6 saat sorgularlar ama ağzından “Ben din adamıyım, yalan söyleyemem. Cami içerisinde içki içen ya da elinde içki şişesi olan birini görmedim”den başka laf çıkmaz. Ee, adamı Medipol Üniversitesi’ne doçent yapacak değiller ya sürmüşler Başakşehir’e bağlı Kayabaşı mahallesine. Daha sonra böbrek yetmezliğinden mustarip olmuş Yıldırım; İsmail Saymaz’ın Twitter’dan yazdığına göre -haber hazırlandığı sırada- Galata’da Arap Camisi’nde göreve devam etmekte ve haftanın üç günü diyalize girmekteymiş.

TERLİKLİ ZİRVE

Erdoğan’ı iktidara taşıyanın da siyasî tarihimize Terlikli Zirve olarak geçen bir toplantı olduğunu hatırlar mısınız? Okan Konuralp ve Fatma Aksu’nun aktardıklarına göre, “Dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, 19 Aralık 2002 akşamı, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasî geleceğini belirleyecek kararı almak üzere kurmaylarını topluyor. Toplantı karlı bir Ankara akşamı Mehmet Sevigen’in evinde yapılıyor. Önder Sav, Eşref Erdem, Bülent Tanla, Yaşar Nuri Öztürk, Zülfü Livaneli, eve geldiklerinde ayakkabılarını çıkarıp terlikleri giyerek salona geçiyorlar. Gülay Hanım’ın hazırladığı 18 çeşit yemek konuklarını bekliyor. Baykal, yemekleri görüp Gülay Hanım’a "Niye bu kadar zahmet ettiniz?" diye sitemde de bulunuyor. Yemekler yenip salona geçildiğinde Baykal’ın çevresinde Terlikli Zirve başlıyor. Konu hemen AKP’nin lideri Recep Tayyip Erdoğan’a geliyor. YSK’nın aksi yöndeki kararına rağmen Erdoğan Meclis’e milletvekili olarak girebilecek mi? CHP’nin bu konudaki tavrı ne olacak? Kurmayları Baykal’a, AKP liderinin dişli bir rakip olduğu konusunda uyarılarda bulunuyor. Baykal ise “Ben halkın seçtiği bir lideri demokratik yoldan Meclis’e sokarım." diye diretiyor.

Sevigen ise olayı farklı anlatıyor. Livaneli'nin de aralarında bulunduğu bazı yeni seçilen milletvekillerini nezaket gereği evine davet ettiğini ifade ederek, şöyle diyor: “[Zirve]…Bunların kaynaşması, dostlukların gelişmesi [içindi]; İstanbul'dan gelmişlerdi ve otelde kalıyorlardı, hanımla eve davet ettik. 'Terlikli Zirve' deniyor. Bizim evde namaz kılındığı için, namaz kılınan eve ayakkabı ile girilmez genelde... Onlar da ayakkabıları çıkardılar, terlikle oturdular. Hanım onlara güzel yemekler ikram etti... Her şeyden bahsettik, öyle gündemli bir toplantı değildi, sohbet ettik. Ama o sohbette, hiçbir zaman 'Recep Tayyip Erdoğan ile bir anlaşma yapıldı' filan hiç konuşulmadı. Böyle bir konuda konuşma yok. O konuyu da ben bilmem, nerede toplantı yapmışlar, ne yapmışlar, o konuda bilgim de yok.”

Zülfü Livaneli ise sadece Terlikli Zirve’yi değil bu zirveyi mümkün kılan Tayyip Erdoğan ve Deniz Baykal'ın 22 Şubat 2003'te, karlı bir İstanbul akşamında, Beylerbeyi'ndeki Bosphorus Otel'deki buluşmasını da bizlere fısıldıyordu. Livaneli’nin Vatan gazetesinde yer alan meşhur yazısına göre, o tarihte 3 Kasım seçimleri geride kalmış, Abdullah Gül başbakan, Recep Tayyip Erdoğan Meclis dışında. Livane’ye göre “Erdoğan ile Baykal Beylerbeyi’nde gizlice buluşarak adaylık konusunda” anlaşmışlardı.

Tüh! Keşke yazının başlığını Terlikle Geldik Seccadeyle Gideceğiz yapsaydım. Neyse çok geç artık!


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.