YAZARLAR

Savaş suçunun medya ayağı

Medya ayağının eklenmesi ile devlet-mafya-siyaset üçgeni, devlet-siyaset-mafya-medya karesine dönüştü. Gazeteciliğin onuru hiç bu kadar ayaklar altına alınmamıştı.

Woody Sedat bir yandan ötmeye bir yandan hükümetin altını oymaya devam ederken iktidarın kendilerine verdiği güç ile kendilerini “ölümlü tanrılar” yerine koyan isimleri de kamuoyunun dikkatine sunuyor.

Yeni bir durum değil aslında, başkalarına karşı birlikte darbe süreci yürüttükleri ortakları kendilerine yönelmeden önce de aynı güç zehirlenmesinin örneklerinden çok sayıda vardı. 

Sadece medyada mı? Bürokraside, yargıda, siyasette, hayatın her alanında. “Muhalif olana, kendileri gibi düşünmeyene hayatı cehennem eden burnu kalkıklar cumhuriyetine” dönmüştü Türkiye. 

Devlet-siyaset-mafya kalıbı kullanılıyor ya, işin özeti mafyanın siyasileşmesi ya da devletleşmesi değil, tam tersi siyasetin ve devletin mafyalaşmasıdır. Doğal sonucu olarak da mafyalaşanların mafya yöntemlerini, üslubunu kullanması, mafya figürleri ile aynı görüntüleri sergilemesi, aynı hayat tarzına geçiş yapması tezahürleri ortaya çıktı. İşte böyle bir gazetecilik ile de karşı karşıyayız. 

İsmi son olarak gündeme gelenlerden biri de paylaştığı fotoğraflar ile idollerinin kimler olduğunu fazlası ile belli eden bir “gazeteci.” “Ne kadar yalakalık yaparsam o kendimi o kadar sağlama alırım” şiarının medyanın büyük alanını kapladığı bu dönemde, gözünü kırpmadan şu türden haberlere imza atanlardan sadece birisi. 

Sosyal medyada paylaşılan şu video geçtiğimiz günlerde Anadolu Ajansı’nın imza atmış olduğu skandalın bir benzeri.

Sadece kendi alanımıza giren Suriye/Ortadoğu ile ilgili yapılan haberleri ele alacak olursak alemi sersem, gerçekleri de sonsuza dek örtülü kalacak zanneden bu zihniyetin halka doğruları söylemediğine ve dolayısıyla hükümetin Türkiye Cumhuriyeti’ni ileride son derece zor durumda bırakacak icraatları konusunda toplumu uyarma görevini yapmadığına, tam tersi toplumu uyuttuğununa şahit oluruz. Büyük suçtur!

Örneğimiz bahse konu şahsın Afrin’de yaptığı belirtilen ve Habertürk kanalında yayınlanan röportajları. Röportajlarda kendisine mikrofon uzatılanlardan biri “Özgür Suriye Ordusu bir ordu değil, hırsızlar, bozguncular, eşkıyalar… Mallarımızı çaldılar, geçen gece 3 kıza tecavüz ettiler, 15 yaşındaydılar” diyor. Bu sözler Türkçeye “biz burada Afrinli olmayan insanların Afrin içinde barınmasını istemiyoruz. YPG buraya ait bir örgüt değildi, buraya sonradan geldi, malımızı mülkümüzü talan ettiler, namusumuza göz diktiler ve onları burada biz istemiyoruz, onlar buranın gerçek sahipleri değillerdir” diye çevriliyor. Diğer şahsın “ÖSO geldi evimizi yıktı. Ne evimiz ne hayvanımız kaldı” sözleri üzerinde AFAD yeleği bulunan bir “eleman” tarafından “biz Türkiye’nin burada bizim için yaptığı insanî yardımları görüyoruz. Biz Türkiye’nin onun için burada kalıcı olmasını sağlıyoruz. Biz daha öncesini de gördük. YPG Türkiye’den önce buradayken bizim malımızı, mülkümüzü, hayvanlarımızı, barınaklarımızı, kızlarımızı aldı. Onun için Türkiye’nin burada olmasını önemsiyoruz ve istiyoruz” diye çevriliyor.

İki noktaya dikkat çekmek lazım. Birincisi, AFAD yeleği giyen kişi AFAD elemanı mı yoksa başka işlerden sorumlu elemanlardan mı? İkincisi, röportajı yapan şahıs Kürtçe bilmediği için kandırılmış olabilir mi? 

Çeviriyi yapan elemanın hangi birimin elemanı olduğunun bir önemi yok, zira Suriye haberleri için zaten baştan karar verilmişti, ne olursa olsun saha gerçeklerine göre değil “memleket menfaatine” göre haber yapılacaktı. Memleket menfaatinin tarifi ise hükümet ve halkla ilişkiler görevlileri tarafından yapılıyordu. Örneğin bugünlerde Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne konu olacak bir konuda uyarıda bulunamazdınız. İkincisi şahsın Kürtçe bilmemesinin hiçbir önemi yok. Gazeteci ise teyit ettirmeden bu röportajı yayınlamamalıydı. Ama unutmayalım ki Suriye haberleri konusunda sergilenen cehaletin büyük bölümü gönüllülükten dolayıydı. Nasılsa yukarıdan işaret gelmişti, “memleketin çıkarını düşünen gazetecilere”, istedikleri her türlü manipülasyona imza atabilme açık çeki verilmişti. Bu nedenle bu röportajın çarpıtılarak halka izlettirilmesi mazur görülebilecek bir durum değil. Kaldı ki Haber Türk kanalı daha sonrasında özür de dilememiştir. Muhatap Kürtler ve Kürtçe olunca önemli de değildi!

Oysa bu türden haberler sonucu, onlarca Türk genci, onlarca Kürt genci öldü, onlarca Suriyeli yaşamını yitirdi. Çünkü bazılarının halkın arkasından çevirdiği işleri meşrulaştıran, gerçek yüzünün halktan saklanmasını sağlayan bu gibi yayınlardı. 

2011 Haziran ayında yaşanan Cısr El Şuğur katliamından sonra katliamın yaşandığı yere gitmiştik. Yerel halk ile röportajlar yapmıştık. TRT Türk kanalında röportajların yayınlanmasına iki saat kala bir el devreye girdi ve röportajlar yayınlanmadı. Çünkü o röportajlarda “ÖSO” adı verilen çete bizatihi halk tarafından suçlanıyordu, yakınlardaki Alevi Ştabrak köyünde yaşlı kadınlar feryatlar içinde küçük kızlara yapılan tecavüzleri anlatıyordu, aynı haberlerde Türkiye’den giden fişekler ve başka materyallerle ilgili bilgiler de vardı. Yavaşçalar ve MKE marka fişekler, militanların pasaportlarında yakın zamanda Türkiye’ye girip çıktıklarını gösteren damgalar, yakalanan bazı militanların Türkiye’de bazılarından gördükleri yardımı anlatmaları da yer alıyordu. Bunun devamı daha sonra geldi. El Nusra gibi örgütlere yardım zaten çok aleniydi. Algıda seçicilik meselesi sadece. Doğru yerden haber okuyorsanız geri dönüp tarayın, onlarca haber göreceksiniz.  

Sedat Peker ifşa etmeseydi bu kadar gündem olmayacaktı elbette. Sonuçta Peker’in anlattıklarında Suriye tarafı değil, Türkiye’deki taraflara nasıl bir hasar vereceği merak ediliyor. Ama şu da gözardı edilmesin: Peker’in anlattıkları (ve anlatmadıkları) ileride Türkiye’nin başını çok ağrıtabilir. Elbette bu bir açıdan küresel güçlerin Erdoğan ile ilgili tavırlarına bağlı olacak ama şu gerçek ortada, Batı tıpkı “Arap Baharı” adı verilen süreçte görüldüğü gibi tam bir zamanlama ustasıdır.  O zaman gelirse işte bütün bunlar ortalığa saçılacak. Tıpkı uçaklarını düşürdüğümüzde çok sinirlenen Rusların IŞİD petrolünün Türkiye’de kimler tarafından alındığı ve ticaretinin yapıldığı ile ilgili açıklamalarında olduğu gibi. (1)

Tam da “hepiniz oradaydınız, ortaktınız” durumu. Siyaseti, medyası ve mafyası. Devleti sadece kendi halkına karşı değil, komşu devletlere ve halklarına da düşman etme becerisini gösterdiler. Bu düşmanlaştırma da vatan sevdası kılıfı ile yapılıyor. İnsan hayretler içinde kalıyor. 

1-Rusya: Erdoğan ve ailesi IŞİD'le petrol ticareti yapıyor  - BBC News Türkçe


Musa Özuğurlu Kimdir?

Gazeteci. Mesleğe 1994 yılında başladı. Çok sayıda radyo ve TV kanalının haber merkezlerinde editörlük, muhabirlik, program sunuculuğu yaptı. 2010 yılında TRT Türk’ün Suriye temsilcisi olarak çalışmaya başladı. Suriye’de 2011’de başlayan süreci 2016 yılına kadar yerinde takip eden az sayıda yabancı gazeteciden biridir. Alanı Suriye başta olmak üzere Ortadoğu. Serbest gazeteci olarak çalışmaktadır.