Zozani: Bahçeli başkanlık tuzağı kuruyor

Başkanlık sistemini savunan ve parti yönetimiyle ters düşen HDP'nin eski milletvekili Adil Zozani, 'MHP'nin Hükümet'e tuzak kurduğunu, bunun Türkiye'nin İran'la savaşına ve Kürtler'le ayrışmasına neden olacağını' öne sürdü.

Google Haberlere Abone ol

Özlem Akarsu Çelik   [email protected]

ANKARA – MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin salı günü partisinin Meclis grubunda yaptığı konuşma başkanlık tartışmasının fitilini ateşledi. Bahçeli’nin çıkışı, MHP’lilerin ‘Partimiz parlamenter sistemden yanadır’ açıklamalarına rağmen, ‘Bahçeli AK Parti’ye başkanlık için yeşil ışık yaktı’ şeklinde yorumlandı. Başbakan Binali Yıldırım da Bahçeli’ye teşekkür ederek, “Biz hazırız” dedi.

Bahçeli’nin hamlesinin altında ne yatıyor? CHP ve HDP bu tartışmada nasıl bir pozisyon alacak? Başkanlıktan yana tutumu nedeniyle partisiyle ters düşen HDP eski milletvekili Adil Zozani Duvar’a konuştu.

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın 7 Haziran seçiminde slogan haline gelen, “Seni başkan yaptırmayacağız” söylemini eleştiren eski milletvekillerine yönelik, “Partide Erdoğan sevdalısı bir damar her zaman vardı. Bunların eski vekil olmalarının nedeni budur” açıklamasının aslında Zozani’yi hedef aldığı konuşulmuştu.

Parlamenter sisteme yönelik eleştirilerini ve başkanlık sistemine dair önerilerini “Model Ülke-Sistem Tartışmasında Başkanlık” (Öteki Yayınları) adlı kitabında da detaylıca kaleme alan Adil Zozani’nin açıklamalarından başlıklar şöyle:

AK PARTİ YA MHP İLE YA HDP İLE YÜRÜYECEK: MHP’nin ifade ettiği bu tuzağa düşmemek için bu sistemden muzdarip kim varsa bu tartışmaya dahil olması gerekir. Yarın herkes için geç olur. AK Parti ya MHP ile yürüyecek ya HDP ile. CHP ile yürüme şansı yok çünkü sistem tartışmasında en büyük kaybı onlar yaşıyor. Onların elindeki tüm argümanlar alınmış oluyor. Sistemin kurucu mirasını devam ettiren tek parti CHP. İdari, siyasal mekanizma farklılaştığı zaman tek kaybeden CHP zihniyeti olacak. Hükümet’in burayla buluşmasını beklemiyorum. Bunun dışında bir buluşma alanı oluşabilir diye düşünüyorum bu alternatifleri, seçenekleri masaya indirmek gerektiğini söylüyorum.

HDP'den tarihi toplantıHDP'den tarihi toplantı

HÜKÜMET BAHÇELİ’NİN TUZAĞINA DÜŞERSE İRAN’LA SAVAŞ VE KÜRTLERLE AYRIŞMA KAPIDA: Hükümet Bahçeli’nin ifade ettiği bu tuzağa düşerse:

1) Türkiye İran’la savaş seçeneğiyle karşı karşıya kalır.

2) Kürtlerle ayrışma seçeneğiyle karşı karşıya kalır.

MHP’nin Hükümet’e dayattığı ve Başbakan’ın da çok hevesli yaklaştığı yeni yaklaşım, Türkiye’nin Kürtlerle kopuşu ve Türkiye’nin İran’la bir savaşın içine sürüklenmesini sağlayacak bir siyasettir. İran’la Türkiye kapıştırılmak isteniyor Ortadoğu’da. Bu kapışmayı da Kürtler’in evinde yapmak istiyorlar. Yıkım tek taraflı olmayacak. Bir Kürt olarak Kürtler bağımsız devlet kurarsa ben buna katkı mı sunmalıyım? Ortadoğu coğrafyasında bölündükçe çoğalmış değil güçsüzleşmiş oluyorsunuz ve sizden olmayan birilerinin gelip sizleri yönetmesi anlamına gelir bölünme. Bir arada, birlikte hareket edilirse güçlenirsiniz.

BUGÜN MHP ZİHNİYETİ İKTİDARDADIR: Bugün zihniyet olarak iktidar kim derseniz, iktidar şu anda MHP’dir. MHP Türkiye’nin geleceğine ket vuracak hamleleri kritik zamanlarda yapar. Mevcut tartışmayı MHP’nin güncellemesi ve Hükümet’e destek sunması, Hükümet’i ve devleti kendisinin tercih ettiği güzergâha zorlama hamlesidir.

Bahçeli’nin son çıkışı Hükümet’in Kürtlerle yeniden bazı sorunları müzakere zemininde olası tartışmasını engellemeye dönük bir hamledir çünkü Hükümet sistem tartışmasında bir partner arayışına girdiğinde ya MHP çizgisinde hareket edecek ya da kendisini bu sistem içinde tanımlayamayan, göremeyen, kendi rengini yansıtmak isteyen ötekilerle birlikte hareket edecek. Ötekilerin temsiliyeti de HDP’de kendisini buldu. MHP-Bahçeli şimdi bu hamleyle bu buluşmayı engellemeye çalışıyor. AKP içinde de MHP ile buluşmaya hevesli, Ortadoğu sorunlarının çözümünü mezhebi bir ayrışma içinde tanımlayan bir damar var ve bu damar şu anda etkin.

HDP BU TARTIŞMANIN DIŞINDA KALMAMALI KÜRTLER’İN ÖNÜNE BU FIRSAT TEKRAR GELMEZ: HDP de kendini bu tartışmanın dışında tutamaz, tutmamalıdır. HDP içinde parlamenter sistemin doğruluğuna inanan arkadaşlarımız vardır ama sonuçta sistemi nasıl tanımlarsanız tanımlayın, Kürtler’in kendini içinde tanımlayabilecekleri bir kurgu koymanız gerekiyor masaya. Flu kurgularla bu olmaz! Kürtler’in önüne böyle bir fırsat tekrar gelmez! Türkiye’nin sadece kendi sınırları içinde yaşayan Kürtlerle değil Ortadoğu coğrafyasında yaşayan Kürtlerle ittifak zemini yaratması gerektiğini düşünüyorum. Kürtlerin de kendini tanımlayabileceği bir alan açması ve bunun da demokratik zeminde gerçekleşmesi gerekiyor. Bana göre Hükümet’in Kürtlerle demokratik siyaset zemininde yeni bir buluşma yaratmasına getirir bizi.

HDP’NİN TEK SEÇENEĞİ CHP İLE BİRLİKTELİK DEĞİL: Kürtler bu defa kaybederse sadece kimliklerini değil benliklerini de kaybeder. Bir yüzyıl daha bekleme şansı olmayacak. HDP’nin bu tartışmaya yeniden kendini dahil etmesi gerekir. AKP, MHP şunu söylüyor diye bizim de tek seçeneğimiz CHP ile bir araya gelmek değildir.

ANAYASANIN BAŞLANGIÇ İLKELERİ DE TARTIŞILMALI: Başkanlık sistemini tartıştığınız zaman Türkiye bölünmüş olmayacak. Bir sistem tartışmasını özgürce yapmamızı engelleyecek hiçbir barikat olmamalı önümüzde. Anayasa’nın vazgeçilmez başlangıç ilkeleridir bunlar. Bu tartışmayı solla, sosyal demokrasiyle ete kemiğe büründürmek zorundaysanız mevcut kırmızı çizgileri de ortadan kaldırmanız gerekir. Türkiye’nin bölünme paranoyalarını ortadan kaldırmanız, bir arada yaşama paradigmasına ve topluma güvenmeniz gerekir. CHP bu tartışma her devreye girdiğinde Hükümet’e, “Türkiye’nin eyaletlere bölünmesini mi tercih ediyorsunuz?” diye sorar. Sosyal demokrasi Kürtlerle partner olmayı arzuluyorsa bu soruyu terk edecek. Bu sorunu aşamazlarsa Kürtlerin kiminle partner olacağına da karar veremezler.

‘TEK ADAM’I YARATAN PARLAMENTER SİSTEMDİR: Dünyada diktatörlük üreten sistem parlamenter sistemdir. Dünyanın nam salmış bütün diktatörleri parlamenter sistemin içinden çıkmıştır. Hitler, Mussolini, Franco… Tamamı parlamenter sistemden çıkıp diktatörleştiler. Türkiye’deki sistem de diktatoryal eğilimleri besleyen bir sistem. Bugün ‘tek adam’ı ortaya çıkaran da bu sistemdir. Bunu tartışmadan tek adamı tartışırsanız adamı değiştirirsiniz ama yarın benzer eğilimler yine çıkacaktır. Türkiye’nin anayasasında yönetim erkine sağlanan yetkiler, diktatoryal eğilimleri besleyen yetkilerdir. 82 Anayasası 177 maddeden oluşuyor, 136 maddesinde değişiklik yapılmış şimdiye kadar ama hiçbirinde yönetimin yetkilerine dokunulmamıştır. Niye? Çünkü onlar vesayet sistemine göre dizayn edilmiştir ve devleti esas yöneten teknokratik yapı, ihtiyaç duyulduğunda kullanmak üzere o yetkileri tasarlamıştır. Şimdi içlerinden biri çıktı, ben bu yetkileri kullanıyorum dedi ve problem başladı.

ERDOĞAN’DAN ÖNCE YETKİLERİ TARTIŞILMALI: Erdoğan’ı tartışacaksak şahsından önce cumhurbaşkanının yetkilerini tartışmamız gerekiyor. Bir yetki aşımından söz ediliyor Türkiye’de. Tarafsızlık hariç, Erdoğan başlangıçtan itibaren ‘ben tarafım’ dedi, diğer yetkilerin tamamı anayasada tanımlanmış yetkilerdir. Erdoğan’a tek adam eleştirisi getirip anayasayı tartışmamak doğru bir siyasal tutum değildir. 1924 Anayasası’ndan itibaren Cumhuriyetin esaslarını oluşturan feyz kaynakları Avrupa’nın diktatoryal uygulamalarıdır. Anayasaya, onun üzerinden devletin idari yapısına yerleştirilmiştir. Bu soruna çözüm getirilmeden hiçbir soruna çözüm getiremezsiniz.

LATİN AMERİKA’DAKİ BAŞKANLIK DEĞİLDİR: Türkiye’de başkanlık sistemi, Türkiye’ye en yakın görünen modeller onlar olduğu için Latin Amerika uygulamaları üzerinden okunur. İspanyolca konuşulan Amerika’daki başkanlık uygulaması, Batı Avrupa’nın Amerikan sistemine karşı oluşturduğu alternatif bir sistem ve özü itibariyle parlamenter ama tanım itibariyle başkanlık sistemidir. Bugün Türkiye’nin tartıştığı Latin Amerika’nın Ortadoğu versiyonu başkanlık uygulamalarıdır. Irak’ta Saddam döneminde ve Suriye’de bunu gördük zaten. Bunun Türkiye’nin ihtiyaçlarına cevap veremeyeceğini görmek gerekir.

ABD TİPİ BAŞKANLIK MODELİ: Amerika tipi başkanlık modeli, ulus devlet ötesi bir modeldir. Yerelin inisiyatif sahibi olduğu, yürütmenin az yetkiyle donatıldığı, toplumun kendi içindeki yerel dinamiklerin karar verdiği bir düzenden bahsediyoruz.

‘BAŞKANLIK’I SAĞ DEĞİL SOL TARTIŞMALI: Sosyal demokrasi kendisini bu tartışmanın dışında tutup kurulu mevcut devlet düzeni içinde hareket etme eğiliminde olduğu için maalesef bu tartışmayı sağa teslim ediyoruz. Esasında bu tartışmayı solun yapması gerekir.

TÜRKİYE’DE DEVLETİ YÖNETEN TEKNOKRATLARDIR: Türkiye’de devleti yöneten siyaset değil. Dünyanın her yerinde siyaset yönetim enstrümanı olarak tanımlanır ama Türkiye’de öyle değil. Türkiye’de siyaset ve siyasetçi sistem içinde devamlı davulu taşıyan kişidir. Devleti yöneten teknokrasidir. Kim hâkimiyet kurabiliyorsa devleti de o yönetir. Siz bu sistemi değiştirmediğiniz sürece darbe dinamiğinden kendinizi kurtarmış olamayacaksınız. Buna zemin hazırlayan temel sorunlardan biri sistem sorunudur, Türkiye’nin yapısal sorunudur, devletin idari yapısıdır, çözümsüz bırakılan sorunlardır. Bu sorunların başında da Kürt sorunu gelir. Türkiye gerçekten bu darbe dönemlerini geride bırakıp demokrasiye kapı aralamak istiyorsa sistemsel sorgulamasını yapmak durumundadır.

İKTİDAR, MUHALEFET, ERDOĞAN’A ÇALIŞIYOR: Şu süreçte çok dezavantajlı durumdayız. Öyle bir ikileme sokulduk ki, sistemi tartışmaya başladığınız andan itibaren adınız mevcut iktidarla birlikte anmaya başlanacak ya da susacaksınız. Türkiye’de iktidar muhalefet herkes Erdoğan’a çalışıyor. Herkes Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürüyor. Muhalefette kime dokunsanız ona karşıdır ama herkes onun değirmenine su taşıyor. Bunun nedeni, Türkiye’de solun kendi argümanlarını terk etmesidir.

ALTI OK’UN TOPLUMSAL KARŞILIĞI YOK: CHP gerçekten Türkiye’de solun, sosyal demokrasinin iktidara gelmesini arzuluyorsa şuna inanacak, Türkiye toplumu CHP tabelasını, iktidar boyutunda kafasından silmiştir. Altı ok paradigması Türkiye’de toplumsal bir karşılığa tekabül etmiyor. Buyursunlar gelsinler Türkiye’nin temel sorunlarına çözüm üreten yeni bir parti programıyla birlikte hareket edelim. Bazı arkadaşlarımızın söylediğinden daha ilerisini söylüyorum. Geçmişte de bunu ifade ettim, yine söylüyorum, ‘Demokratik Cumhuriyet Partisi’ bünyesinde hepimiz buluşalım.

‘KENDİNİZE TÜRK DEYİN’… BURADAN NE ÇÖZÜM ÇIKAR NE İTTİFAK: Türkiye’nin geleceğine ışık tutan yeni bir siyasal program sunalım ama yok denirse, ‘anayasanın başlangıç ilkelerinden taviz vermeyeceğiz’ derlerse kusura bakmasınlar HDP’nin tamamı CHP’ye çalışsa bile bizim tabanımızın yüzde 5’i bile CHP’ye oy vermez. Bizim geleneksel tabanımız anayasanın vazgeçilmez ilkelerini, o maddeleri kafasından silmiştir. Diyarbakır’ı, Hakkari’yi, Şırnak’ı, Serhad’ı biz buna ikna edemeyiz. Yıllarca bu halk kendi adını söyleyebilmek için mücadele etti. CHP’nin şimdi önümüze koyduğu şey, ‘siz kendinize Türk deyin’. Buradan ne çözüm çıkar ne ittifak doğar.

KÜRTLER, FARKLI İNANÇLARIN BİRLİKTELİĞİNİN SİGORTASIDIR: Kürt halkı, Ortadoğu coğrafyasında farklı din ve inançların özgürce yaşamasının çimentosu, sigortası pozisyonundadır. Dolayısıyla Kürtler hiçbir zaman bunun dışında bir paradigmayı önlerine koymazlar, hedef almazlar. Kürtler’in istikameti demokratik evrensel dünya uygulamalarıdır. Biz Kürtler ya da Kürt siyaseti hiçbir zaman bir inancın bir başka inanca tasallutunu kafamızda tasarlamayız. Siyasal tarihimiz buna yeterli örnekler sunuyor. Laiklik tartışması, CHP ile AKP’nin iktidar-ana muhalefet pozisyonlarını korumaları açısından kalkana dönüştürülmüştür. İkisi de bu argümanı terk etmek istemiyor. Bugün anahtar teslim bir İslam cumhuriyetini AKP Hükümeti’ne teslim edin, yönetmek istemeyecektir. AKP’deki tüm öncü aktörler uluslararası sermaye ile şu ya da bu şekilde ilişkilendiler, burayı terk etmezler. Namaz mı sermaye toplantısı mı? Önce sermaye toplantısına giderler sonra namaz kılarlar. CHP’nin artık bu argümanı AKP’ye yarar pozisyondan çıkarması gerekir. Kendisine de kazandırmıyor. Çözüm istiyorlarsa buyursunlar beraber daha iyisini, Türkiye toplumunun tamamını kucaklayan, herkese hitap eden hikayeyi birlikte yazalım. Bu parçalı duruş sağ iktidarları besliyor. CHP’nin bu haksızlığı Türkiye’ye yapmasının bir anlamı yok.

KÜRTLERİN SARAYDAKİ TEMSİLİYETİNİ FATİH SULTAN MEHMET SONA ERDİRDİ: Yer yer bazı değerlendirmelerde şunu da görüyorum, ‘Toplumsal dokumuz, maalesef parlamenter sistem dışında bir sisteme cevaz vermiyor!” Bu kanaate nereden varılıyor? 600 yıllık Osmanlı da dahil olmak üzere Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında, üniter yapılar hiçbir şekilde kendini yaşatamamışlardır. Bizi ayrıştıran uygulama Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettikten sonra toplumsal mutabakatı yeniden dizayn etme arayışına girdi. Kürt olan Sadrazam Kara Halil Paşa’yı idam ettirdi, yerine Enderun’dan yetişme paşasını getirerek hanedanlığını pekiştirmek istedi. Bununla Anadolu’nun, Mezopotamya’nın saray bünyesindeki temsiliyetini sonlandırdı. O günden itibaren Kürtler bu coğrafyada rahat yüzü görmemiştir.

HER DARBE DÖNEMİNDE KÜRTLER ÜZERİNDE MÜHENDİSLİK YAPILDI: Her darbe döneminde Kürtler üzerinde toplumsal mühendislik yapılmıştır. Şimdi ’16 ilden önde gelen aşiretlerin 181 ileri geleninin yayımladığı bildiri’ de 60’lara dönüştür. 27 Mayıs sonrası Kürdistan’da devreye sokulan toplumsal mühendisliğin tekerrür etmesini sağlayan bir hamledir bu da. 27 Mayıs darbesi hep idamlar üzerinden değerlendirilir ama o darbede en büyük zararı Kürtler görmüştür. Darbe sonrası Hakkari, Muş, Van, Elazığ, Malatya, Urfa, Antep vd. illerdeki hatırı sayılır aşiret yapılarına hitap eden, ‘şıh’ olarak tanımlanan 485 kişiyi toplayıp Sivas’a götürdüler. Bu kişiler bir yasayla şantaja tâbi tutuldular. Bu, ek 105 no’lu Varlık Yasası’dır. Cumhuriyet tarihinde parlamentonun onaylayıp hiç uygulamadığı tek yasadır bu. Şantaj yasasıdır. Dediler ki bu insanlara, ‘sizin elinizdeki toprakları alıp köylülere dağıtacağız’ ama bunu yapmadılar. İki yıl yürürlükte tuttular ama uygulamadılar. Bu kişiler sistemle uzlaşınca da iki yıl sonunda serbest bırakıldılar. Sonra yerlerine döndüler. O yasa da kaldırıldı. O dönemden sonra sürekli bu aileler milletvekili ve belediye başkanı çıkardı, siyaset onlara teslim edildi. Galip Ensarioğlu’nun dedesi, Dengir Bey’in dedesi onlardan biridir. O dönemde teslim alınan siyaset üzerinden Kürdistan’ın dizayn hamlesi gerçekleştirildi. Toplum bununla bastırıldı. Şimdiki aşiret argümanı da ikinci bir Sivas kampı argümanıdır. Yine Kürtlerle bir toplumsal mühendislik hamlesi devreye sokulmak isteniyor.