'Oğul Sırtlanı' yahut trajik olanın mahkumiyeti

Okur dostu olmayan şiirler var 'Oğul Sırtlanı’nda, dilin eksiltilerek ağırlaştığı, tamamlanmayan her cümlenin arkasında kendi hayaletini dolaştırdığı eksik metinler, parçalı fragmanlar. Yaşanılan çağı ıskalamayan ve bu çağın sadece semantik yapısını özümsemiş bireyin çıkmazına bakıyor gibidir şiirler...

Google Haberlere Abone ol

Hüseyin Akcan

Olcay Özmen 'Çapraz Altında'(1)da, beklenilenin aksine bir kitabın başlangıcına yahut bir şiirin öncesine koymaz ithafı. Aslından tam manasıyla bir ithaftan da söz edilemez burada; bir not, şiirden arta kalan bir alan, şiirin içerisine (demek damarlarına) girip çıkıldıktan sonra gerçekleşen bir bakış toplamıdır yaptığı. Şiir kitabı biter ve bir gün bir şiir kitabının arkasına bir not ekleyeceğini kendinden hiç beklemeyen bir yazar imgelemi kalır geriye. İşte tam da burada 'Oğul Sırtlanı’nı(2) okuduğumda, şiir için gerekli olan diğer baltaları da bulmuştum diye not düşecektir Özmen. Bir şiiri kuran, ama aynı zamanda da parçalayan/yıkan baltalardan bahsederek Zafer Zorlu’ya ulaştırılan bu selam, yazının girişinde benim de elime güç bir imge vermişti zaten. Şimdi o baltayla Oğul Sırtlanı arasında kalmış her okuyucu gibi Zorlu’nun şiirlerinde parçalanmış olana, bütünden eksik kılınana, natamama ulaşmak gerekecek.

Okur dostu olmayan şiirler var 'Oğul Sırtlanı’nda, dilin eksiltilerek ağırlaştığı, tamamlanmayan her cümlenin arkasında kendi hayaletini dolaştırdığı eksik metinler, parçalı fragmanlar. Yaşanılan çağı ıskalamayan ve (ama tam olarak yakalayamayan da- özne daima eksiktir-) bu çağın sadece semantik yapısını özümsemiş bireyin çıkmazına bakıyor gibidir şiirler. İlk şiirden başlayan bir gerilim vardı zaten metnin başında: “Kendimi oto- yürürek yek yürü/ Yol almış kervan ne çıkar it ürür/ önümüze eşkıya önümüze bak dür/ Al bunu playlist’e koy yürüt kavga sür”(syf.14). Bu gerilimi sağlayan başat etmenlerden ilki Osman Çakmakçı’nın(3) daha önce ileri sürdüğü gibi anlatıcının içinde yaşadığımız dijital çağın koşullarına karşı uyanık olması olabilir elbette. Ama bir yandan da bu dijital çağın, dilde yarattığı bozulma, kelimelerin yapı sökümüyle başlayan ve elbette dilin; duygu, düşünce ve benlikte yarattığı bozulmayla koşut giden bir gerilimden de söz edilebilir. Nedir bu “Oto-yürek” makine ile kanlı canlı insan ya da şairin deyimiyle “hayvan” arasında kurulan otomatik bağ? Çakmakçı’nın ‘hayvan’ın elbette imgesel bir “hayvan-oluşu” mimlediğini işaret ettiği yerde ben “hayvan-oluşun” bizatihi yapıtı kuran şeyin kendisi de olduğunu ileri süreceğim. Deleuze’ün "Yazar tıpkı bir hayvan gibi tetikte olan kişidir" dediğini biliyoruz O halde en başından başlarsak bu hayvan-oluş, yapıtı kuran gerilimin de kaynağıdır. 'Oğul Sırtlanı' bir bakıma tetikte bekleyen şiirlerden oluşan bir toplam. Avlanan şiirler bunlar. Zorlu’nun şiirleri sanırım en başta bu bakımdan okur dostu olmaktan uzaktır. Ve elbette burada bir tuzak da vardır artık. “Oysa bir geyiğin etrafına hayali daireler çizerek/ seni hem korumak hem de evcilleştirmek istiyorum/ Zor olan geyiği bu hayali dairelere inandırabilmek” (sy.16). Anlatıcı/şair zaten zor olanın altını çizmişti, hayali dairelere inanan bir geyik gibi şiirin ve elbette şiirde imlenen yaşamın tuzaklarına düşmeye meyyal her okuyucu buradaki tehlikeyi sezebilir. Otomatikleşen bir dünya ile kendi arasında sıkışmış öznenin hayali daireleri, zikzakları, çemberi aşma çabaları boşunadır. Dil, Zorlu’da bir sınava tabi tutularak ve bükülerek anlamları ve protest imgeleri alaşağı eder. Anlatı ne kadar kapanırsa o kadar açılır, açılma ihtiyacı hisseder. Şiirde parantez içine alınan kişi yaşamda da parantez altına alınmıştır çünkü. (Bir kürdü herkes çok sever ve misafir eder/ Eve dönmesine izi verilmez/ Salondaki kanepe ona yeter)(syf.14)

Bu hayvan-oluş, benlik inşasında önemli bir yer tutar Zorlu’da. Bilindik ödipal çatışma, simgesel olarak şiiri kaplar, natamam şiirinde özellikle anneyle girilen çatışma (aşk-nefret), babanın yasası ve bunun simgesel büyüklüğünün “Allah” ile temsili başlı başına içinden çıkılması zor ve trajik bir noktaya iter okuyucuyu. Şu dizeler ödipal çalkantının ilk nüveleridir aynı zamanda.

Oğul Sırtlanı, Zafer Zorlu, Edebi Şeyler Yayınevi, 2019.

“Allah’la arama yakın kabaran erkekliğimle/…./ben böyle salınmış ak gerdan hür idiysem/ gözlersiz koşmak için annenin dizlerini/ ya oğulluğumun sırtı şişer ya başkasının karnı” (syf.49) Oğulluğun sırtı, başkasının şişen karnı, Allah’a doğru kabaran ama bu kabarmanın çok da ötesine geçememiş erkeklik inşası; annenin gözünden yine Allah’a ırak, vatansız, tımarlı ve düpedüz sırtlan olan özne, belki de Türkçe şiirin ödipal çatışmaya en yakın anlatımını sunar bize. Yaklaşmıştır Zorlu, anne ile kurulan cinsel yasağın (babanın yasası) gerilimi ile boşanan öznenin, kabardıkça içine çöktüğü bir alana bakarak, şiirin eğilip büküldüğü yerde kendini yeniden tanımlamaya çalışan öznenin melankolisi de vardır artık metinde. Bilindik anlamıyla cinselliğin kabuğunu kırma denemeleri de yok değildir elbette. Fakat burada özneyi uyaran dil onun peşini bırakmayacaktır.‘Anne çok eski bir koşu diz kanatır’ dan ‘ya da mandala tutkun hafif bluzun içinden’ e ; ‘burada kucak yine karşılanır süt yine içilir’ den ‘burada kucak yine kaçırılır süt yine dökülür’ e varılan oral baskı/uyarım tekrar tekrar devreye girecektir Zorlu’da.

Erdoğan Özmen’in Birikim’deki yazılarından işaret ettiği bir şey vardı; erken çocukluk zamanlarında anne ve çocuğun bir tür ortak-yaşam (symbiosis) içinde olduğu, annenin daima mevcut halde bulunduğu zaman. Anne, öznenin bir parçasıdır. Aynı zamanda ilk ötekidir (M-other) Annenin memesi çocuğun bir parçası, bir uzantısı gibidir başlangıçta. Özne ne zaman ki memeden ayrık kalır ve açlığını gideremez (sütü içemez) o zaman annenin bir öteki olduğunu, annenin memesinin o ilk ve asıl nesnenin kendinden ari olduğu anlar. Özne bu şekilde bir kaybın içine doğmuş olur. Nesneyi keşfettiği anda kaybeder. Ve daima eksik kalacak ilksel haz/doyumu ne kadar kovalarsa kovalasın bir daha bulamayacaktır. Lacan’cı psikanalizde öznenin daima eksik olduğunun en güçlü önermesidir bir bakıma bu. “Başlangıçta fiziken ve kendiliğinden var olan neredeyse bir ve tek olma hali yavaşça ve mecburen kaybedilecek, bebeğin bakışı aynı birlik/bütünlük hissi için annenin ilgisine/dikkatine yönelecektir”(4) 'Oğul Sırtlanı' bir bakıma o asıl arzunun da peşinde çemberler çizen bir anlatı niteliğine bürünecektir. Burada kucak yine kaçırılır, süt yine dökülür; her defasında denenen ve asıl arzunun, ilksel birleşmenin (Lacan’ın cinsel birleşme imkânsızdır önermesini de hatırda tutarak) küçük, cılız çırpınışları olarak kalmaya mahkûmdur. Burada ister istemez Nietzsche’nin "İnsanın asıl trajedisi bir zamanlar çocuk olmasıdır" sözü aklımıza gelebilir. Zorlu, Orhan Koçak’ın daha önce Ayhan Geçgin için isabetli bir şekilde işaret ettiği üzere objet petit a’nın yörüngesinde dolanarak içindeki gerilimi boşaltmaya çalışacak ve fakat her defasında kaybı bir kez daha duyumsayarak geri çekilecek (istemeseler de her koşmak’ı kaçıracak)(syf.46) trajik öznenin de peşindedir.

Hayali geyiğin peşindedir anlatıcı, onu bulmanın, daha doğrusu avlamanın, evcilleştirmenin, kendinin kılmanın, içine almanın peşindedir. “Yatağımda geyikler buluyorum eşim uyuyor” (syf.16) dizesinde uyanan bir kıpırdanma kast ettiğim. Çember çizilerek aranan hayali geyiğin yatakta zevcesiyle beraber (uyuyan eş) önümüze koyduğu resim, çetrefil ve marazi bir yere çeker bizi. Dışarıya çıkmak, Zorlu’nun deyimiyle sokağa çıkmak da biraz bunun içindir artık, hayali geyiği bulmak ve onun var olma ihtimaline, onunla bütünleşebilme yanılsamasına kapılmak. Ufak bir arzu tatmini çabası. Zorlu, yaşamın içinde ötelenmiş olana bakarak ve hatta deşerek, yer yer okuyucuda kirli bir haz bırakarak ilerleme çabasındadır.

“Kendini sokan irin”, “lamanın dilinde sperm”, “barsakları takip et iç içe kaçınca yumurta”; “dört gözde iki koca irin. Öpüştüler”, “ceninle ikimiz birer fanusta/ apış araları bire vaha gibi” yer yer dilin imkânlarını zorlayan, dikkat dağıtan bir anlam evreni peşindedir anlatıcı. 'Oğul Sırtlanı' tüm bu kapalı değindirmeler ve kendi içine, hayvan-oluşa dair göndermelerle imgesel olarak babanın yasasını, toplumun yasası ile bozulmaya uğratan nevrotik bir alana kapı aralar. Dönüşler, tekrarlar, temaslar hep yüzeyde takılıp kalır. Belki de tam da bu nedenle kitabın ortasına Paul Valery gelip yerleşecektir: “En derin olan tendir.” Zorlu’nun amacı belki de o derinin altından işleyen ve Bloch’cu anlamda henüz bilincine varılmamış olanın içerisine bakmak, teni, bu çıplak ve pürüzlü yüzeyi aşındırmaktır. “bir köpekle ağız ağıza ulurmak” (syf.30) dizesindeki gibi daima iç içe geçmek, bütünlüğe, eksik olana yönelmek çabası baskındır bir bakıma. Derinin kendiyle değil içiyle derinliğiyle muhatap olmak, tenin boşluklarını takip ederek kendisini ve dünyayı anlamaya çalışmaktır biraz da yaptığı. İlk şiir kitabı için güç ve zahmetli bir yol seçmiş Zorlu.

Bu yazı tek başına 'Oğul Sırtlanı'nı karşılamaya yetmeyecektir elbette. Yazının amacı da kitaba dair bütünsel bir değerlendirme yapmak değil, aksine parçalardan, kırıntılardan iz sürerek, yazının gediklerini/ boşluklarını takip ederek nihayet varılacak eksik ben’e, kimliğe, derinin altına işlenmiş teni yırtıp geçmiş düşünceye, aklın duyumuna bakmak. Yazı boyunca bilinçli olarak ıskalanan bir husus daha var elbette. Sırtlan imgesi, yahut gölgesi. Sırtlan’ın, aslan, pars veya leopar gibi hayvanların elinden kolaylıkla avlarını alabildiği ve leş yiyebildiğini hatırda tutarsak, sırtlan imgeleminin özneye, başlı başına bir iktidar (aslan, baba, Allah) karşısında dahi avlanabilecek bir güç verdiği açık. Bir nevi otoriteye (Lacan’cı anlamda babanın yasasına) boyun eğmeyecek, şiirlerde sıklıkla yer verildiği şekliyle ‘hır çıkaracak’ bir figürdür hem sırtlan hem oğul. Oğul kavramının, hesaplaşmanın Türkçe şiirde çokça işlendiği şüphe götürmez. Ben yine de bu şiir kitabının iktidar olanla hesaplaşması bağlamında da olsa Ece Ayhan’ın “Mor Külhani” şiirindeki şu dizesini hatırlatmak isterim. “Oğullar oğulluktan sessizce çekilmesini bilmelidir abiler”

'Oğul Sırtlanı' belki de Ayhan’ın öğüdünü yerine getirmeyerek hır çıkararak çekilmeyi tercih edenlerden. Yani yine babanın (selefin) yasasına riayet etmeyerek.

Dipnotlar

  1. Çapraz Altında. Olcay Özmen. Edebi Şeyler: İstanbul
  2. Oğul Sırtlanı. Zafer Zorlu. Edebi Şeyler:İstanbul
  3.  İnorganik bir organizma. Osman Çakmakçı. K24. Yazının tarihi için bkz. 20.02.2020
  4. Penis Değil, Fallus! (Oedipus Karmaşası 60). Erdoğan Özmen. Birikim Haftalık. Yazının tarihi için bkz. 03.02.2021