YAZARLAR

Öğrenilmiş çaresizlik: Maden kazası, sansür yasası

Yönetenlerin dini kavramları işine geldiği gibi yorumlaması, halkın din duygularını istismardan başka bir şey değil. Kader ve kaza kavramıyla topluma bin yıldır öğretilen çaresizlik duygusunu pekiştirerek yönetenlerin, işleyişin ve işletmenin sorumluluğundan kurtulma gayreti bu.

İmanın şartları olarak herkese en küçük yaşlardan itibaren öğretilenler arasında kader kavramına yer verilmesi kişisel sorumluluk bilincini önleyen, gelişmesine engel bir yaklaşım. Üstelik "kadere ve kazaya iman" gibi çok geniş ve birbirinden hayli farklı iki kavramı aynı tümcede formüle ederek birini yekdiğerinin tamamlayıcısı gibi belletmekle Müslüman algı hayli sakatlanmış oluyor.

Kaza kavramı hukuki hüküm anlamından vukua gelen, gerçekleşen, istenmeyen ama elden bir şey gelmeyeceği için kabulü zorunlu olanın vaki olma hali ile kader yan yana getirilince işler hepten çatallaşıyor. Bir de dilimizde kaza kelimesi istenmeyen her şeyi tanımlayınca dini inanç neredeyse insanı “sorumsuzlukla” yaratılmış bir varlık konumuna düşürüyor. Ev kazası, trafik kazası, maden kazası, yangın ve hatta deprem, sel, fırtına, erozyon, toprak kayması aklımıza ne gelirse hepsinin karşısında insana çaresizlik bellettirilmiş oluyor. Ölümü, yıkımı ve hatta zulmü önlemek için kişisel sorumluluklarımız, toplumsal düzenimiz ve yönetim sistemimiz için harekete geçme yükümlülüğü insanın üstünden atılıp Allah’a havale edilmiş halde. Kader ve kaza kavramı insana çaresizlik belletmeni haline getirildi. Ama bu belletme yöntemi değiştirilemez değildir. Muktedir dayatması alan kader anlayışı, sadece dindarları değil, sadece Müslüman dindarları değil toplumun her kesimini içine alan, ateist de olsa bu kültürün atmosferini soluyan herkesi kuşatan bir çaresizlik duygusu yaşatıyor. Yine de anlayışın değişmesi mümkün, sadece doğru yöntemi bulmaya bakar.

BARTIN MADEN KAZASI VE ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK

Oysa imanın şartları şeklinde altı esastan oluşmuş bir listeleme Kur’an’da yok. Evet, bu altı esastan her birinin Kur’an’da bahsi geçer ama "kadere ve kazaya iman" olarak bir şart halinde geçmez. Tersine Isra suresi 13 ve 14’üncü ayetler bazıları tarafından “kaderinizi gayretinize bağlık kıldık” şeklinde açıklanır. Bizim Diyanet bile kişinin çabasına bağlı olduğunu söyleyemezken “her insanın sorumluluğunu kendi omuzuna yükledik” şeklinde meal etmiş. Hal böyleyken Erdoğan’ın daha önce Soma faciasında fıtrat ve şimdi Bartın’da kader olarak açıklaması kabul edilir şey değil.

Yönetenlerin dini kavramları işine geldiği gibi yorumlaması, halkın din duygularını istismardan başka bir şey değil. Kader ve kaza kavramıyla topluma bin yıldır öğretilen çaresizlik duygusunu pekiştirerek yönetenlerin, işleyişin ve işletmenin sorumluluğundan kurtulma gayreti bu. Bir başka deyişle Erdoğan ve diğer yöneticiler kendi kaderlerini tayin etmek için gayret ediyor, toplumun ve insanın iyiliği için değil.

Kendi ekmeğini, rızkını çıkarırken bizim enerji ihtiyacımızı karşılayan madencilerimize minnet ve ölenlere rahmetle, yaralılara şifa geride kalanlara sabır diliyorum. Aynı zamanda vahşi kapitalizme teşne, kâr hırsıyla insana, çalışana değer vermeyen sisteme itiraz da boynumuzun borcu. Kader değil önlenebilir kazalarla gerçekleşen bu katliamlarda sorumlu Allah değil, kul. Her bir insan ama en çok yönetenler, karar vericiler görevlerini layıkıyla yerine getirmedikleri için önlenebilir kazaları katliama dönüştürenler hesap vermeli. Şimdi para veriyorlar madenci ailelerine. Yapılan, yapılacak ödemeler ‘yardım’ değil yurttaşlık hakları elbette. Fakat kurnazlıkla bu ödemelerin hukuk yoluyla hak arama yollarını kapatacak şekilde kurgulanmasını önlemek de siyaset kurumunun muhalefet kanadına düşen sorumluluk.

MECLİS ARİTMETİĞİ VE ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK

Muhalefet demişken daha önceki pek çok oylamada gördüğümüz gibi sansür yasası oylamasında da muhalefet milletvekillerinin genel kurul salonunda tam kadro yer almayışının da bir başka öğrenilmiş çaresizlik haline karşılık geldiğini belirtmek gerekir. Yasa 70 civarında oy farkıyla kabul ediliyor. Ancak diğer partiler de sorumlu elbette ama ana muhalefet partisinden 90 civarında milletvekili oylamada yok. Somut gerçeklik bu ama tabii oylama dökümleri şeffaf olmadığı, kamuoyuna açıklanmadığı için bir takıp hesaplamalarda hata yapılmış olabilir ama üç aşağı beş yukarı sayılar böyle çıkıyorsa yapılan, yapılacak savunmalar anlamını yitiriyor. Yine de o savunmalara değinmek gerekir elbette. Diyorlar ki aritmetik belli çare yok. Biz de biliyoruz aritmetiği ama çabanızı görmek hakkımız. Hani gayretinize bağlı dedik yo o gayreti bir görelim. Diyorlar ki muhalefet tam kadro genel kurulda hazır bulunsa iktidar da tam kadro geliyor. Gelsin. Sansür yasasının o genel kurul salonunda onca boş koltukla geçtiğini görmektense pek çok vekilin orada olduğunu görmek, kimlerin engellemeye çalıştığını anlamak, yasanın geçmesine rağmen halka iyi gelirdi. Kimlerin yasayı önlemek için canını dişine taktığını, kimlerin de böylesi yasakçı bir yasayı savunduğunu görünür kılmak da bir muhalefet becerisi olurdu. Muhalefet partisi liderleri milletvekili olmasalar bile genel kurulda tartışma ve oylamaları locadan izliyor olsa o görüntüler en âlâ seçim kampanyası etkisi yapardı. Oy istenecek seçmenden bu kadarcık bir emeğin esirgenmesi aritmetikle değil mücadele ruhuyla ölçülür. Ölçüldü de…

Ülke için hayati öneme sahip bir yasa. Liderler yok. Vekiller yok. Boş koltuklar çok. Bu tabloyu değiştiremezsiniz artık geçti de tutum değiştirmek için hala biraz vakit var. Güçlendirilmiş parlamenter sistemde uzlaşanların ve parlamentonun varlığını hayati önemde gören tüm partilerin, vekillerin parlamentonun önemine ve gücüne inandığını göstermesini beklemek, çok fazla şey istemek olmaz her halde.

Diğer yandan diyorlar ki biz komisyonda çalıştık. Mayıs ayında yasalaşmasını önledik. Biz geciktirdik elimizden geldiğince. Bravo. İyi yaptınız. Bunları inkâr eden yok ama orada kameralar da yok. Hem iktidarın medya kuşatması nedeniyle yeterince ekranlara çıkamadığınızdan şikâyet ediyorsunuz hem de kameraların tüm salonu gösterdiği genel kurul oylamalarına katılmıyorsunuz. O genel kurul salonu, görüşmeleri ve oylamalarıyla siyasetçinin podyumu. Kendinizi halka sunacağınız yerde nasıl olmazsınız, akıl alır gibi değil. Varsın sonuç gene aynı olsundu. Mücadele sadece kazanmak için değil doğru olan için ilkesel olarak yapılır. Hazır Cumhurbaşkanı orada yokken, milletvekili olmadığı için oy kullanamayacakken muhalefet liderleri ve milletvekilleri bu gösteriyi nasıl kaçırır? Ucube sistemin ve 27’inci dönemin 5’inci yılında bile parlamentoyu güçlendirmek üzerine anlaşmış oldukları halde parlamentonun gücünü gösterecek muhalefet etme yöntemlerini bulamayışı…

Özetle, kader insanlara çaresizliği öğretmenin aracı olamaz bu yanlış ve tümüyle iktidar sahiplerini sorumluluktan kurtarmak için icat edilmiş bir açıklama olduğu gibi meclis aritmetiği de bir kader olarak kaçınılmaz değil. Aşacak yolları bulmak gerekir veya aşılamıyorsa o takdirde ifşa anlamına gelecek şekilde tüm toplumun gözüne sokarak fayda ve zararı tersine çevirmek ihtimali var. Bir de minik bir hatırlamayla CHP yasa teklifi ve AKP anayasa hazırlığına ilişkin tartışmaların da bir öğrenilmiş çaresizlik eseri olduğuna dikkat edelim. Şeyh uçmaz mürit uçurur derler ye Erdoğan’ın şansı, taraftarları kadar muhaliflerinin de onu uçurmak için çabalamasında. ‘Ne yapar eder bir yolunu bulur’ çaresizliği ile Kılıçdaroğlu’na yüklenenler, Erdoğan’ı gözlerinde bu denli büyütmeseler bir köşeye sıkıştığını görebilirlerdi. Anayasa teklifi çaresizliğini, el yükseltme olarak hepimizi inandıracak şekilde perdelemesi bu öğrenilmiş çaresizlik duygusunun hepimizi sarmasından kaynaklandı. İstese yasa yapardı, istemedi. Böyle düşünelim. Çünkü ihtiyaçlarına aykırıydı. Anayasa yapamayacak ve seçim sonrası için seçmenine bir anayasa hikayesi verecek derdi bu.

Ola ki meclise gelir bir teklif o zaman yaklaşık bir ay boyunca oylamasını önlemek gerekir zira önümüz bütçe maratonu, sonrası tatil ve seçim süreci. Yani bir ay engellenmesi yeterli olur. Her ihtimale karşı anayasa değişiklik teklifi meclise gelirse tam kadro genel kurulda bulunmak da yetmez milletvekili borsası kurulmasını şimdiden önlemek gerekir. Bir ay daha anayasa değişiklik teklifinin meclise gelmesini önlemek; milletvekili transferleri için kirli pazarlıklar yapılmasını önlemek; CHP teklifinin yasa yapımından çok toplumsal uzlaşıyı sağlayacak bir girişim olduğunu görerek kutuplaşmayı kırma çabasına destek vermek; örgütlü ya da sivil muhalefete düşün sadece bunları başarabilmek. Ya da kaderciliğe teslim olmak, seçenekler bunlar.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.