YAZARLAR

No panic

İktidar kanadının empoze etmeye çalıştığı, kaygılı muhaliflerin ise inanmaya dünden hazır olduğu, iktidara yönelik kamuoyu desteğinde artışlar yaşandığı yönündeki açıklamalar aslında o kadar da doğru değiller. Son yıllarda gerçekleşen seçmen davranışlarına bir kez daha dönüp bakıldığında bile bu öngörülerin zayıflıkları ortaya çıkıyor. Seçimlerde başarı için, sükunetini koruyabilmenin yanı sıra rasyonel düşünmeye ve davranmaya devam edebilmek olmazsa olmaz.

Geçen temmuz ayından itibaren hükümetin başta asgari ücret zammı, sosyal konut projesi, Alevilerle ilgili girişimleri ve dış politikada attığı adımlar, kontrol ettiği güçlü propaganda mekanizmasının da etkisiyle birlikte, siyasal psikolojinin hızlı biçimde değişmesine neden oldu.

İktidar cephesinde bazı olumlu gelişmeler yaşanırken, Altılı Masa ise muhalefet kanadını tedirgin edecek tartışmalarla gündeme geldi. Meral Akşener’in “masa noter değil” çıkışı, CHP içinde adaylıkları gündemden düşmeye başlamış bulunan iki büyükşehir belediye başkanının ismini yeniden zikretmesi, Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü hamlesi, Erdoğan’ın buna anayasa değişikliği teklifi ile karşılık vermesi; hatta aralarında nasıl bir ilişki kurduğunu henüz anlayamadığımız bir biçimde, başörtüsüne anayasal güvence ile aileyi koruma gerekçesi ile LGBTİ karşıtı bir düzenlemenin de anayasaya eklenmesi önerisi gibi gelişmeler, muhalefet cenahında olumsuz değerlendirme ve beklentilerin yükselmesine neden oldu.

Bazı araştırma kuruluşlarının ve AK Parti yöneticilerinin iktidara yönelik kamuoyu desteğinde artışlar yaşandığı yönündeki açıklamaları da siyasal psikolojinin iktidar lehine dönmesinde rol oynadı. İşin doğrusu, iktidarın olumlu hamleleri ağustos ayından itibaren anket sonuçlarına da yansıdı ve oylarının yaklaşık 2 puan yükselmesini sağladı. Ancak, bu durumun konjonktürel bir dalgalanma mı yoksa kalıcı bir trend mi olduğu henüz belli değilken yapılan bazı abartılı değerlendirmeler, kötümser muhaliflerin tedirginliğini artırdı.

Muhalif kanaat önderlerinin bu kötümserliğinin ve panik halinin psikanalizini yapmak hem benim hem de bir köşe yazısının çapını aşar. Onun yerine bu yazıda söz konusu tedirginliği gerektirecek bir riskin söz konusu olup olmadığını tartışmayı arzu ediyorum.

İktidar kanadının empoze etmeye çalıştığı, kaygılı muhaliflerin ise inanmaya dünden hazır olduğu öngörüleri sıralayacak olursak:

- Erdoğan seçim kaybetmez, kampanya dönemi başladığında şu an anketlerde aleyhine görünen tabloyu tersine döndürecek!

- İktidar yapacağı seçim ekonomisi hamleleri ile oylarını artıracak!

- Başlatılacak siyasal kimlik eksenli tartışmalarla iktidar seçmenini yeniden konsolide edecek!

- Altılı Masa çok kırılgan ve her an dağılmaya hazır!

İlk bakışta çok ikna edici gibi görünen bu öngörüler aslında o kadar da doğru değiller. Son yıllarda gerçekleşen seçmen davranışlarına bir kez daha dönüp bakıldığında bile bu öngörülerin zayıflıkları ortaya çıkıyor.

Teker teker irdelemeye başlayalım…

ERDOĞAN SEÇİM KAYBETMEZ!

Cumhurbaşkanının doğrudan halk oyuyla seçilmesi şu ana kadar iki kere gerçekleşti ve her ikisinde de Erdoğan yarışı kazandı.

İlk cumhurbaşkanlığı seçimi 2014 yılında yapıldı. AK Parti’nin ittifaksız tek başına yarıştığı bu seçimde Erdoğan ilk turda yüzde 51,8 alarak ipi göğüsledi. Erdoğan’ın seçildiği 2014 Ağustos ayındaki ekonomik göstergeler bugünden bakıldığında cennette yaşadığımız duygusuna kapılmamıza neden olacak düzeyde iyiydi: Enflasyon yüzde 9,5, dolar kuru ise 2,16 TL. Öte taraftan, siyasi koşullar da şimdikiyle mukayese edilemeyecek kadar lehineydi. Bir yandan Gezi eylemleri ve FETÖ tarafından organize edilen 17-25 Aralık operasyonları nedeniyle AK Parti seçmenlerinin parti sadakati iyice güçlenmişken, öte yandan da Çözüm Süreci hâlâ devam ettiği için Kürt seçmenlerden de büyük destek alınıyordu.

Bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimi 24 Haziran 2018’de yapıldı. Aradan geçen süre içerisinde ülkede koşullar değişmişti ve artık AK Parti’nin tek başına ne TBMM’de çoğunluğu kazanması ne de cumhurbaşkanlığını alması mümkün görünmüyordu. Öncelikle, Çözüm Süreci sona ermiş ve Kürt seçmenlerin Erdoğan’a verdiği destek oldukça azalmıştı. Bu arada enflasyon yüzde 15,4’e dolar kuru ise 4,6’ya yükselmişti. Bir önceki seçimde ittifaksız tek başına cumhurbaşkanı seçilebilen Erdoğan, bu kez ancak MHP ve BBP ile ittifak yaparak galip gelebildi. Kurduğu güçlü ittifaka rağmen 2014’ten sadece 0,8 puan fazla oy aldı.

Son genel seçimden bu yana geçen süre içinde enflasyon oranı yüzde 84’e, dolar kuru ise 18,5’e yükseldi. Ekonomik gidişat ile seçmen tercihleri arasındaki kural tüm dünyada olduğu gibi bizde de etkisini gösterdi ve Cumhur İttifakı devam ettiği halde Erdoğan’a yönelik kamuoyu desteği yaklaşık bir yıldır yüzde 40’ın altında seyrediyor.

Bu aşamadan sonra Erdoğan’ın kazanabilmesi için ittifakın oy oranının 10 puandan fazla artmasını sağlayacak yeni bir ortağa ihtiyacı var. Bir dönem bu yeni ortağın İYİ Parti olabileceğini düşünüp Cumhur İttifakı’na katılmaya davet ettiler, ama İYİ Parti bu teklifi ciddiye bile almadı. Kürt seçmenler ise Erdoğan’dan duygusal olarak olabildiğince uzaklaştı ve bir daha geri dönmeleri mümkün görünmüyor.

SEÇİM EKONOMİSİ İLE GİDEN OYLAR GERİ DÖNECEK!

İktidar yılbaşından itibaren asgari ücretlilere, memurlara ve emeklilere büyük ücret artışları yapmayı, EYT’liler sorununu çözmeyi, çok sayıda kamu görevlisine 3600 ek gösterge vermeyi, sözleşmeli kamu çalışanlarını kadroya almayı ve bunu dışında esnaf ve KOBİ’lere kredi kolaylıkları getirmeyi planlıyor. Bu arada önceden kamuoyuna duyurulan sosyal konut projesinde de belli adımlar atılmaya başlandı bile.

Seçim ayarlı bu politikaların işe yarayacağına ve giden seçmenlerin geri döneceğine hem iktidar hem muhalefet kanadı inanıyor. Ancak bu beklentilerin gerçekleşebileceğine dair elimizde yeterince veri yok, hatta elimizdeki veriler tersini söylüyor:

1. AK Parti’den ilk büyük kopma (yaklaşık 9 puan) referandum sürecinde gerçekleşti. Benim o dönemde “Beyaz Sağcılar” diye isimlendirdiğim metropollerde yaşayan, 40 yaşın altında, iyi eğitimli ve ortalamanın üzerinde gelire sahip muhafazakâr seçmenler, başkanlık sistemine geçmeye itiraz ettikleri için referandumda hayır oyu kullandılar. İktidara yakın yorumcular referandumda AK Parti’den kopan Beyaz Sağcıların seçimlerde geri döneceğini düşünüyordu ama öyle olmadı. Yaklaşık bir yıl sonra yapılan genel seçimlerde AK Parti BBP ile ortak listeyle girdiği yarışta yüzde 42,5 oy alabildi. BBP oylarını düştüğünüzde, referandumda giden seçmenlerin genel seçimde geri dönmediği net biçimde görünüyordu. Aynı seçmenler 2019 Yerel Seçimleri'nde de muhalefet adayları için oy kullandılar ve AK Parti özellikle metropollerde büyük kayıplar yaşadı.

Dolayısıyla siyasi/ideolojik nedenlerle AK Parti’den kopan seçmenlerin ekonomik “kıyak”lar nedeniyle geri dönmesi beklenemez.

2. ABD ile yaşanan Rahip Brunson krizinin de tetiklemesiyle 2018 Ağustos’undan itibaren ekonomimiz şiddetli bir türbülansa girmişti. İktidar, 9 ay sonra yapılacak yerel seçimlerde bu ekonomik çalkantıların başına bela olacağını 2009 Yerel Seçimleri'nden biliyordu (o seçimlerde dünyada başlayan ve ülkemizi de etkileyen bir ekonomik kriz vardı ve AK Parti yerel seçimlerde 9 puan oy kaybetti). Bu nedenle eşine daha önce hiç rastlamadığımız seviyede seçim ekonomisi uygulamalarına başvurdu. Bazılarını hatırlatalım:

– 2019 yılında uygulanacak asgari ücret tutarında rekor bir artış,

– Kredi kartı borcu olanlara mevcut kredi kartı faiz oranının yarısı kadar bir maliyetle kredi verilmesi ve kart borçlarının ödenmesi,

– Kredilerini ödeme zorluğu çeken çiftçi borçlarının bir yıl ertelenmesi,

– Halkbank’ın esnaflara oldukça düşük faizli kredi vermesi,

– KOBİ’lere Kredi Garanti Fonu (KGF) destekli düşük faizli yeni bir kredi olanağı sağlanması,

– İstanbul’daki 1. ve 2. köprülerden geçmesi yasak araçlara uygulanan idari para cezalarının affedilmesi ve daha önce benzer cezaları ödemiş olanlara ise yaptıkları ödemelerin iadesi,

– Sosyal yardım alan 2,5 milyon ailenin aylık 80 liraya kadar olan elektrik faturalarının bir yıl boyunca devlet tarafından ödenmesi,

– Başta beyaz eşya, mobilya gibi sektörler olmak üzere belli ürünlerde uygulanan KDV ve ÖTV indiriminin seçimlerin yapılacağı 31 Mart 2019 tarihine kadar uzatılması,

– İşçi ve işveren destekleri kapsamında vergi, sigorta ve işsizlik sigortası prim desteği sağlanması,

– Ödeyemediği vergi veya SGK prim borcunu yapılandırmak için başvurduğu halde ödeme yapmamış olanlar için ödeme süresinin uzatılması.

Tüm bu seçim ekonomisi uygulamalarına rağmen AK Parti genel seçim ile yerel seçim arasında geçen yaklaşık 9 aylık süre içinde 3 puan civarında oy kaybı yaşadı ve oy oranı yüzde 40’ın altına indi.

3. İktidar gerek Aralık 2021 gerekse de Temmuz 2022’de önümüzdeki süreçte de tekrarlanması düşünülen bazı olumlu adımlar attı. Ama bunların oy oranlarına yansıması çok kısıtlı oldu (2-3 puan) ve birkaç aylık süreçte bu artışlar tekrar eski seviyesine geri döndü.

Ekonomik koşullar seçmenin geçiminde kalıcı iyileşmelere izin vermediği için, atılan olumlu adımların etkisi kısa sürede nötralize oluyor ve gelen seçmenler tekrar geri gidiyor. Geri gitmese bile birkaç puanlık artışlar AK Parti’nin siyasi hedeflerini (cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak, TBMM’de çoğunluğa ulaşmak) gerçekleştirmesi için yeterli olmuyor.

SİYASAL KİMLİK TARTIŞMALARI İKTİDARA KAZANDIRACAK!

İktidar bu taktiği son yerel seçimlerde sınırsızca kullandı. HDP’nin kendi kazanamayacağı yerlerde muhalefetin ortak adayını destekleyeceğini açıklamasından sonra Türk-Kürt fay hattını ve terör nefretini kullanmanın işe yarayacağını düşünen AK Parti “beka” konsepti çerçevesinde şöyle bir kurgu yaptı: HDP, PKK’nın siyasi koludur. Dolayısıyla HDP ile iş birliği yapanlar aynı zamanda terörle de iş birliği yapmış oluyorlar. Bu nedenle eğer terör destekçisi bu partilerin adayları seçimleri kazanacak olursa ülkenin bekası tehlikeye girecektir!

Ancak seçim sonuçları iktidarın bu propaganda taktiğinin işe yaramadığını net biçimde ortaya koydu. İktidar yerel seçimlerden sonra da bu taktiği ölçüsüzce kullanmaya devam etti ve bu tutumu oy kayıplarını engellemeye yetmedi.

Sadece Türk-Kürt fay hattının ve terör nefretinin yeterli olmadığını gören iktidar, şimdi siyasal kimlik sepetini zenginleştiriyor. Yeniden alevlenen başörtüsü tartışması üzerinden bir yandan muhafazakâr/laik gerilimini kullanmaya çabalarken, öte yandan da getirmeyi planladığı anayasa değişikliğinde LGBTİ tartışması açıp, getirilecek kısıtlamaları desteklemeyecek muhalefet partilerini eşcinselliği teşvik etmekle suçlamaya hazırlanıyor. Orban’ın seçim kazanmasında işe yarayan bu taktiğin ülkemizde de işe yarayacağını düşünüyorlar.

Burada anlamakta zorlandıkları husus, muhalefet seçmeninin otoriterleşme, özgürlüklerini kaybetme, yoksullaşma ve yaşam tarzı kaygılarının iktidarın canlandırmaya çalıştığı kimlik duyarlılığından daha güçlü olması.

İstanbul seçiminde İYİ Parti’lilerle HDP’lilere birlikte halay çektiren faktörleri hepimizin daha iyi okuması gerekiyor.

ALTILI MASA DAĞILABİLİR!

Altılı Masa partileri arasında zaman zaman ortaya çıkan fikir ayrılıkları nedeniyle masanın her an dağılabileceğine dair bir kanaat hızla muhalif kanaat önderleri arasında yayılıyor. Ancak unutulmaması gereken bir husus var. Altılı Masa'yı oluşturan liderler birbirleriyle çok iyi anlaştıkları ve her konuda aynı düşündükleri için bir arada değiller. Bu birlikteliği sağlayan şey “mecburiyet”ti.

Önümüzdeki seçimin bir matematiği var ve bu matematik tüm partileri kendine ortaklar bulmaya zorluyor. Cumhurbaşkanlığı için gerekli olan yüzde 50+1, TBMM’de ulaşılması gereken 300+1 sandalye ve parlamenter sisteme geçebilmek için gerekli olan 360 milletvekili bu matematiğin köşe taşları. Bunların dışında başka unsurları olduğunu da ayrıca belirtmek lazım.

Bu nedenle ittifak dışında kalan partiler kendilerine ortaklıklar kurmaya çabalarken, mevcut ittifaklar da arada yaşanan sorunlara rağmen yollarına devam etmek zorundalar. Bu zorunluluk sadece muhalefet partileri için değil, iktidar açısından da geçerli. Cumhur İttifakı’nın kendi içinde yaşadığı çok sayıda sorunu aşmasını sağlayan da aynı mecburiyetlerdi.

Söz konusu siyasi mecburiyetler ortada olduğu sürece hiçbir ittifakın dağılabilme lüksü yok. Ayrıca seçmenlerin yüzde 90’dan fazlasının oy verdikleri partinin bir ittifak içinde olmasını desteklediğini de tüm partiler iyi biliyor.

ENDİŞEYE MAHAL YOK!

Son birkaç ayda seçmen eğilimleri değil, siyasetin psikolojisi değişti. İktidarın yeniden psikolojik üstünlük kurmaya başlamasının seçmen tercihlerini çok etkilemeyeceğini hem önceki deneyimlerimizden hem de araştırma verilerinden biliyoruz.

İktidar tabii ki oy oranını artırabilmek için çeşitli taktikler kullanmak durumunda. Bu siyasetin doğasına uygun bir davranış. Burada anormal olan muhalefet cenahının çok çabuk paniğe kapılıyor olması.

Seçimlerde başarı için “çok istemek” genellikle yeterli olmuyor. Sükunetini koruyabilmenin yanı sıra rasyonel düşünmeye ve davranmaya devam edebilmek seçim başarısının olmazsa olmazları…


İbrahim Uslu Kimdir?

Dr. İbrahim Uslu, lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kamu Yönetimi Bölümü'nde tamamladı. Yüksek lisansını yine aynı üniversitede Sosyal Politika alanında yaptı. Doktora aşamasında Cornell Üniversitesi’nde doktora seminerlerine devam etti. Fakat daha sonra Türkiye’ye dönerek İstanbul Üniversitesi’nde Sosyal Politika anabilim dalında doktora eğitimini tamamladı. İş yaşamına 1988 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde başladı ve 2002 yılına kadar bu fakültede Araştırma Görevlisi ve Öğretim Üyesi olarak çalıştıktan sonra akademiden ayrıldı ve iş yaşamına atıldı. 2002-2004 yılları arasında iletişim danışmanlığı, 2004-2019 arasında ise ANAR Araştırma’nın ortağı ve genel müdürü olarak görev yaptı. Bu süreç boyunca çeşitli ulusal ve uluslararası kuruluşlarla araştırma/strateji geliştirme konularında birlikte çalıştı. Aynı zamanda 15 yıl boyunca AK Parti’nin kurumsal araştırma şirketi ve Strateji Grubu üyesi olarak hizmet sundu. 2019’un Ağustos ayında şirketteki hisselerini devrederek, araştırma alanından ayrıldı. Halen 2015 yılından beri hizmet veren kendine ait bir siyasal danışmanlık şirketinde iş yaşamına devam ediyor. 2020 yılının sonlarından itibaren de CHP’ye iletişim ve strateji konularında danışmanlık hizmeti sunuyor.