YAZARLAR

Müzisyenler dijital dinlenmelerden ne kadar kazanıyor?

Ne yazık ki Türkiye, telif hakları konusunda çok geç adımlar atılmış ve telif bilincinin henüz toplumsal bir kabul görmemiş olduğu bir ülke; bu durumun etkilerini bugünün dijital müzik pazarında da görmek mümkün. Spotify’ı dünyada en ucuz kullanan ülkelerden biri Türkiye. Bunun yanında abone sayısı açısından da yine dünyada alt sıralarda. Meslek birlikleri ise telif gelirlerini arttırmanın yollarını aramak yerine bir çeşit paylaşım savaşının içerisinde zaman kaybetti.

Dünyada dijital müzik platformlarının toplam abone sayısı 2019’da 300 milyon civarındayken bu sayı bugün 600 milyona yaklaşmış durumda. Basit bir hesaplamayla, 2023’te dünyada her on kişiden birinin bir müzik platformuna abone olacağını söylemek yanlış olmaz. Spotify’ın açık ara başı çektiği dijital müzik evreninde AppleMusic, Amazon Music, YouTube Music gibi aktörler de küresel bazda büyük kullanıcı ve abone sayılarına ulaşıyorlar. Dinleme alışkanlıklarını olduğu kadar müzik yapma ve sunma biçimlerini de değiştiren “dijital müzik”in tüm dünyada yıllık on milyarlarca dolara ulaşan bir hacmi var. Bu gelirin neredeyse yarısı tek başına ABD’deki kullanıcı ve abonelerden elde ediliyor. Küresel olarak her yıl bir öncekine göre en az yüzde 30 oranında bir artışla büyüyen dijital müzik hasılatları, bugün özellikle bu sistemin iyi çalıştığı ülkelerde müzik üretenlerin, yapımcıların ve dağıtımcıların en büyük gelir kaynağı haline gelmiş durumda.

DÜNYANIN DİJİTALDEN KAZANCI

Tabii bu rakamlar akıllara müzik üretenlerin ve yayınlayanların bu dijital dönüşümle birlikte ne tür gelirler elde ettiği sorusunu getiriyor. Yekten söyleyelim, bu konuda başta Batı Avrupa ülkeleri olmak üzere müzik sektörünün ve müzisyen ile yayıncının telif haklarının büyük oranlarda güvence altına alındığı ülkelerde müzisyenler sağlıklı dijital gelirlere ulaşabiliyor. Özel olarak, dünyanın en çok kullanılan dijital müzik platformu Spotify’a baktığımızda –ki Spotify, yayın haklarına sahip olanlara diğer birçok platformdan daha düşük telif ücretleri ödüyor-, dinlenme başına en büyük telif gelirlerinin İzlanda, İsveç, Finlandiya, İngiltere, İrlanda gibi ülkelerde dağıtıldığını görebiliyoruz. Örneğin İzlanda’da bir milyon dinlenme başına yayıncının edindiği gelir 6.379 dolar. Üstelik geçtiğimiz yıl yine bir milyon dinlenme için kazanılan bedelin yüzde 38 üzerinde. Hal böyleyken bu gelirleri yapımcılarla paylaşmak istemediği için kendi müziğinin prodüksiyonunu yine kendisi yapan müzisyenlerin sayısı da artıyor.

TÜRKİYE'NİN DİJİTALDEN KAZANCI

Gelelim Türkiye’ye. Müzisyenlerle ve yapımcılarla yaptığım söyleşilerde konuyu bir şekilde müzisyenlerin özlük haklarına, çalışma ve yaşama koşullarına, müzikten elde edilen gelirle hayatın idame ettirilebilir olup olmadığına getirmeye çalışırım hep. Özellikle pandemide yaşananlar, bu soruları ve sorunları daha görünür kılıyor. Sağlıklı ve istikrarlı gelirlerden yoksun olan müzisyenler, kriz anlarında konser gibi işlerin bir anda durmasıyla dönüp dolaşıp yine telif gelirlerini sorgulamaya başlıyor. Ancak ne yazık ki Türkiye, zaten telif hakları konusunda çok geç adımlar atılmış ve telif bilincinin henüz toplumsal bir kabul görmemiş olduğu bir ülke; bu durumun etkilerini bugünün dijital müzik pazarında da görmek mümkün.

Basitçe şu örneği vermek, Türkiye’de müzisyenlerin telif gelirleri konusunda açık bir fikir verecektir: Yine Spotify’dan elde edilen telif gelirleri oranına göre Türkiye dünyanın en alt sıralarında. Yukarıda sözünü ettiğim ülkelerde bir milyon dinlenme için Spotify’ın ödediği ücret 6 bin doları aşarken Türkiye’de bu rakam 396 dolar! Yani İzlanda’da yahut İngiltere’de (zaten tüm dünya dinleyicilerine açık olan) bir müzik eseri bir milyon kez dinlenmiş olan müzisyenin edineceği gelirin yüzde 5’i kadar. Bu listede Türkiye’nin altında Irak, Svaziland, Ruanda gibi birkaç ülke varken örneğin Ermenistan’da, Gana’da, Jamaika’da, Guyana’da bu rakam Türkiye’de edinilenin neredeyse iki, İsrail, Andorra gibi ülkelerde ise on katı.

Aslında burada kapitalizmin temel kurallarının işlediğini görmek mümkün. Spotify’ı dünyada en ucuz kullanan ülkelerden biri Türkiye. Bunun yanında abone sayısı açısından da yine dünyada alt sıralarda. Nüfusun aşağı yukarı yüzde 8’i dijital mecraları müzik için kullanırken bu oranın en fazla yarısı kadar dinleyici ücretli abone. Yani, her yüz kişiden dördü dinlemek istediği şarkıyı ya da albümü reklamsız ve istediği zaman dinliyorken bu mecraları kullanan büyük bir kitle, ücret ödememek ya da düşük ücretler ödemek için biraz da rastgele müzik dinliyor. Mobil cihazların, akıllı telefonların bu denli yaygın olduğu bir ülkede bu oranların ne kadar aza tekabül ettiğini görmek kolay.

Çok yetenekli müzisyenlerin hızla üretim yaptığı Türkiye, bu resimde tabii ki dijital müzik şirketleri açısından çok kârlı bir pazar gibi görünmüyor şimdilik. Telif gelirlerindeki düşük oranın bir nedeni bu.

MÜZİK MESLEK BİRLİKLERİNİN TELİF KARNESİ 

Bir diğer neden ise müzik sektörünün ve onu temsil eden yapıların gücü. Türkiye’de hâlihazırda yapımcılar, besteciler ve yorumcular farklı müzik meslek birlikleri tarafından temsil ediliyor. Ancak yukarıda da değindiğimiz üzere telif hakları konusundaki bilincin henüz tam anlamıyla yerleşmediği bir kültürde, görece yeni bu meslek birliklerinin işi hiç kolay değil. Dahası, müzik dünyasıyla ilgili olanların bildiği gibi bu meslek birliklerinin bazıları uzun bir süre sanatçıların ya da yapımcıların telif gelirlerini arttırmanın yollarını aramak yerine bir çeşit paylaşım savaşının içerisinde zaman kaybetti.

Müzisyen ile yapımcının arasındaki ilişkinin sağlıklı bir standarda oturması için çabalamak, bağımsız müzisyenlerin üretme koşullarının ve kalitesinin yükselmesinin sağlanması, en önemlisi de 80 milyonu aşkın nüfus içerisinde müziği para ödeyerek dinlemeyi tercih edenlerin artması, meselenin çözümü için “içeride” oluşabilecek olumlu koşulları bir nebze olsun sağlayabilir. Ancak Türkiye’de bir müzisyenin yahut yayıncının bu küresel dağıtımdan daha büyük pay alabilmesinin en önemli koşulu, yukarıdaki olumlu ihtimaller gerçekleştiğinde belki biraz daha “rantabl” bir pazar haline gelecek Türkiye müzik pazarının küresel aktörler karşısında söz sahibi olabilmesi.

Adele, Taylor Swift gibi şarkıcıların tek talebiyle sistemlerini tüm dünyada değiştirebilen büyük dijital müzik şirketleri karşısında müzik sektörünün bir arada hareket etmesi dışında bir seçenek yok. Örgütlenme ve temsil konusunda maalesef kötü sınavlar vermiş olan sektörün, bir şekilde hem müzik emekçilerine hem de genç nüfusuyla büyük bir potansiyel taşıyan Türkiye kamuoyuna bu mesajı verebilmesi; müzik üretenlerin ise özellikle telif gelirleri bağlamında kendilerinin bu küresel aktörler tarafından nerede konumlandırıldığını görerek bu işe kafa yorması gerekiyor.

***

BAĞIMSIZ MÜZİK GÜNLERİ

Bu hafta İstanbul’da, müzik sektörünü ve müzikseverleri ilgilendiren bir etkinlik gerçekleşecek. Geçtiğimiz yıl kurulan Bağımsız Müzik Yapımcıları Derneği, ‘Bağımsız Müzik Günleri’ adlı bir etkinlik ile ilk kez müzikseverlerle yüz yüze buluşuyor. Bu kapsamda 13 Kasım Pazar günü Müze Gazhane’de festival havasında bir gün yaşanacak. Derneğin kurucularından müzisyen ve yapımcı Haluk Polat’tan aktaralım: “Bağımsız Müzik Günleri adı altında bu yıl ilk defa gerçekleştirilecek proje, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ ve MERLIN desteği ile ilerliyor. Müzik endüstrisini konu alan beş farklı panel ve bir atölye çalışmasının yanı sıra 14 grubun sahne alacağı bir gün olarak planlandı. Müzik sektöründe 7 yapım şirketinin yan yana gelerek kurduğu Dernek bugün 21 yapımcıyla yoluna devam ediyor. Yakın gelecekte daha fazla yapım şirketinin bize katılacağını ve sektörün sorunlarını birlikte çözmek için bir güç oluşturacağımızı düşünüyoruz. Amacımız sektörde dağınık duran irili ufaklı birçok yapım şirketini bir araya getirmek ve yalnızlıktan kurtaracak sorunlarımızı tartışabileceğimiz, işbirlikleri yaratabileceğimiz bir platform yaratmak. Bu açıdan bu ilk yüz yüze etkinlik çok önemli. Yurtiçinden ve yurtdışından Bağımsız Müzik Yapımcıları Derneği içinden ve dışında kalan birçok ismi bu etkinlikle bir araya getirip, paneller ve atölye çalışmalarıyla sektörümüzün güncel durumunu tartışıyor olacağız. Gelebilen herkesi bekliyoruz.”


Mahmut Çınar Kimdir?

Felsefe eğitimini son sınıfta bırakıp gazetecilik okudu. 2007-2016 yılları arasında İstanbul'da özel bir üniversitede Gazetecilik ve Yeni Medya bölümlerinde tam zamanlı öğretim elemanı olarak birçok alanda dersler verdi. 2009'dan başlayarak hem Türkiye'de hem de farklı uluslararası projelerde ayrımcılık ve nefret söylemi ile mücadele çalışmalarında yoğun olarak görev aldı. Hazırladığı 'Medya ve Nefret Söylemi: Kavramlar, Mecralar, Tartışmalar' isimli kitap 2013 yılında Hrant Dink Vakfı tarafından; proje koordinatörü olduğu 'Ayrımcı Dile Karşı Habercilik Kılavuzu' ise 2016'da P24 tarafından yayımlandı. 2016'da akademik kariyeri sona erdi. 2018’de, usta sanatçı Bülent Ortaçgil ile yaptığı nehir söyleşi ‘Bu Su Hiç Durmaz’ adıyla kitap olarak raflardaki yerini aldı. Uluslararası edebiyat ve sanat festivallerinde danışman ve editör olarak görevler üstlendi. 2017'de profesyonel müzik çalışmalarına başladı, ilk albümü 'Bul Beni' 2019'da Garaj Müzik etiketiyle yayınlandı. 2019'dan 2021 sonuna kadar Ezginin Günlüğü grubunun solistliğini üstlenen Çınar, müzik çalışmalarına solo olarak devam ediyor ve özellikle sanatsal ifade özgürlüğü üzerine çeşitli kültür-sanat projeleri yürütüyor.