YAZARLAR

Muhalefetin kaybettiren stratejisi

Peki normale dönüş vaadinin hiç mi etkisi olmadı? Elbette oldu. Altılı Masa’nın eskiye dönüş ve kurumları onarma vaatleri en çok büyük sermaye, bu kesimin tezlerini ‘ekonominin evrensel kuralları’ olarak anlatan piyasa analistleri ve genel olarak ekonomi medyasında büyük bir heyecanla karşılandı. Ama ironiktir ki, seçimler piyasalara güven vererek kazanılmıyor.

Muhalefetin 2023 seçimlerindeki yenilgisinin nedenlerini tartışmaya devam ediyorum. Önceki yazılardaki gibi, içinden geçmekte olduğumuz konjonktüre rengini veren esas dinamiğin iktidarın otoriter konsolidasyon girişimi, yani yeni rejimin tahkimatı çabaları olduğu tespitinden hareket ediyorum.

Geçen üç yazıda ilk olarak kavramsal bir giriş yaptıktan sonra, ikinci yazıda ekonomi yönetiminin 2019 yılında bir IMF programı uygulamamış olmasının kritik bir dönüm noktası olduğunu vurgulamıştım. Üçüncü yazıda da, 2000’lerde emek hareketinin tasfiyesinin, ekonomik sorunlar artmasına rağmen, AKP açısından planladıklarını hayata geçirmede neredeyse ‘pürüzsüz’ bir alan açtığına işaret etmiştim. Bu yazıda muhalefetin, özellikle de Altılı Masa’nın ekonomi yaklaşımını ve bunun neden seçmende bir ‘heyecan yaratmadığını’ ele alacağım.

Temel olarak ileri süreceğim görüş şu: Altılı Masa, dayandığı ekonomik yaklaşımla ve öne çıkardığı iktisatçılarla, esas olarak halka değil sermayeye ve piyasalara güven vermeyi amaçladı. Kaybettiren strateji buydu. 

MUHALEFETİN STRATEJİSİ NEDEN ÖNEMLİ?

2023 Seçimleri öncesinde özellikle Altılı Masa’nın herhangi bir yaklaşımı eleştirildiğinde sıklıkla ‘muhalefete muhalefet etmeyin’ uyarısıyla karşılaşılıyordu. Neyse ki seçim sonrasında bunu daha az duyuyoruz ama önümüzdeki yıl yeni bir seçim geliyor, yeniden benzer tepkilerin gelmesi yakındır! Dolayısıyla bu tip bir tartışmayı yapmak için çok da geniş bir zaman yok. Bunları şunun için söylüyorum: Geçtiğimiz haftalarda yazdıklarıma gelen eleştirilerin bazılarında hala neden muhalefeti konu ettiğim sorgulanmış. Bunu biraz açmak gerekiyor sanıyorum.

Muhalefetin bileşimi, ana doğrultusu, siyasi projeksiyonları ve ekonomik yaklaşımı önemli, çünkü herhangi bir otoriter konsolidasyon girişiminde iktidarın sınırını muhalefet çizer. 2023 seçimlerinde özellikle Altılı Masa’dan oluşan ana-muhalefetin neden bu sınırı çizemediği konusunu enine boyuna tartışmak, bundan sonraki seçimlerde oluşturulacak stratejiler açısından da önemli olacaktır. Bu nedenle, muhalefetin özellikle ekonomi programının neden ilgi çekici olmadığı ya da daha yaygın bir şekilde konuşulduğu şekliyle ‘heyecan uyandırmadığı’ üzerinde durmak gerekiyor.

NORMALE DÖNÜŞ VE KURUMLARI ONARMAK

Altılı Masa normale dönüş ve kurumları onarmayı vaat etti. Buradaki ‘normal’, aşağı yukarı 2018 öncesi, yani Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş öncesindeki Türkiye’dir. Altılı Masa’nın bazı üyelerinden duyduğumuz daha iddialı vaat ise 2002-2008 arasındaki döneme, yani liberal analizlerdeki ‘iyi AKP’ dönemine dönüştür. Demokratikleşme perspektifleri bununla sınırlanmıştır. Oysa eskinin ‘normali’ otoriter çalışma düzenin kurulduğu ve emek hareketinin tasfiye edildiği dönemdir. Bu açıdan eskinin normali bugünün kurucu öğelerinden biri olmuştur. Bu vurguyu geçtiğimiz hafta açtığım için burada detaya girmiyorum.

Kurumları onarma vaadini düşünelim. Hangi kurumlar bunlar? 12 Eylül 1980’de kurulan, 2000’li yıllarda güncellenen otoriter devlet biçiminin kurumları. Sosyal adalet talebinden ve sınıfsal içeriğinden kopartılmış bu kof demokrasi vaadinin hedef kitlesi geniş toplum kesimleri değil, sermaye sınıfıdır. Zaten bu tip bir demokrasinin ne kadar yararlı bir şey olduğunu anlatmak için bir çırpıda ileri sürülen argüman şudur: ‘normale dönüş ve kurumsal restorasyon olursa yabancı sermaye gelir, yerli sermaye yatırım yapar’.

Bu resimde çalışanlar nerede? Çalışanlar, patronların kasalarının dolmasından sonra aşağıya damlayacaklarla idare etmek durumunda. Yani İngilizce’de ‘trickle-down economics’ dedikleri sermaye ideolojisi Altılı Masa’nın ekonomi programına hakim. Kısacası Altılı Masa’nın ekonomi çerçevesi, örneğin ABD’deki Biden yönetiminin ekonomik reformları kadar dahi ileri gitmemiş, ufkunu 2002-2008 arası AKP dönemi ile sınırlamıştır. Hem de enflasyon yüzde 80’lere gelmişken ve ülkede büyük bir bölüşüm kavgası yaşanırken!

KİMLER HEYECANLANDI?

Yazının başına dönerek toparlayayım: ‘Toplumsal heyecan’ üretme konusu, sadece daha süslü laflar bulmak ya da en uygun kelime kombinasyonları üreterek güzel slogan geliştirmekle ilgili değil. Siyasi iletişim önemsizdir demek istemiyorum. Aksine, partilerin ya da ittifakların temsil ettikleri kesimleri bir arada tutabilmeleri için kritik önemdedir. Bu nedenle ‘heyecan uyandırma’ konusunu tartışırken bir adım geriye atıp siyasi partilerin neyi ve kimi temsil ettiklerine bakmak daha sağlıklı olacaktır. Zira siyasi partiler, esasında büyüme koalisyonlarının örgütleyicileridirler. Bu anlamda koalisyonların hangi toplumsal sınıflara, sınıf fraksiyonlarına, gruplara ve çıkarlara dayanacağı kritik önemdedir.

Altılı Masa’ya yakın iktisatçıların özellikle seçim öncesi son ay iyice dozunu yükselttikleri ekonomik kriz vurgusunun ve bundan çıkış için bir istikrar programının uygulanması gerekliliğinin, AKP’nin kurduğu finansal ve sosyal ağlar içinde yaşam mücadelesi veren geniş toplum kesimlerinde bir karşılığı yoktu.

Peki normale dönüş vaadinin hiç mi etkisi olmadı? Elbette oldu. Altılı Masa’nın eskiye dönüş ve kurumları onarma vaatleri en çok büyük sermaye, bu kesimin tezlerini ‘ekonominin evrensel kuralları’ olarak anlatan piyasa analistleri ve genel olarak ekonomi medyasında büyük bir heyecanla karşılandı. Ama ironiktir ki, seçimler piyasalara güven vererek kazanılmıyor.

Haftaya konunun bir başka boyutunu, eskinin ‘normalinin’ nasıl bugünü yarattığı konusunu tartışmaya devam edeceğim.


Ümit Akçay Kimdir?

Doç. Dr. Ümit Akçay, 2017 yılından bu yana Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economics and Law) ders vermektedir. Daha önce İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, Atılım Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Ordu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Akçay, Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene, 2016) kitabının ortak yazarı; Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV, 2007) kitaplarının yazarıdır. Akçay, güncel olarak, yeni otoriterliğin ekonomi politiği, büyüme modellerinin ekonomi politiği, merkez bankacılığı ve finansallaşma konularıyla ilgilenmektedir.