YAZARLAR

Midilli: Yakınlığı ve uzaklığı yeniden düşünmek

Eğer memleketiniz Ege Denizi’nin kıyısında radyo frekanslarının karıştığı bir yer ise, Midilli’de size yakın pek çok şey gözlemleyeceksinizdir. Elbette dünyanın bu yakasına ne ad verirseniz verin, şehirlerin ve köylerin krokisi birbirine çok benziyor. Çarşısında bir büyük çınar, çınarın altında kahvehane sandalyeleri, yakınlarında mümkünse bir ibadethane, bir çeşme…

MİDİLLİ | Batı Anadolu kıyılarından rahatça görülebilen Midilli Adası, Yunanistan’ın en büyük adalarından bir tanesi. Hatta Eğriboz sayılmazsa eğer ikinci en büyük adası. Elbette Türkiye’ye yakın pek çok ada mevcut: Samos, Sakız, Kos… Ancak Midilli, gerek tarihsel olarak gerekse de kültürel olarak Anadolu’ya en yakın ada diyebiliriz.

Burası aynı zamanda paradoksların adası. Mesela adanın çıkartmış olduğu belki en ünlü isim, Antik Yunan dönemine ait: Kadın şair Sapho eşcinsel kimliği ile biliniyor. Ancak geçtiğimiz yüzyılda Midilli’den çıkan bir diğer ünlü isim ressam Teofilos Hacımihail, bugün baş tacı edilse de yüz yıl önce ‘tüysüz olduğu’ ve ‘giydiği kostümler eteğe benzediği’ gerekçesiyle ada halkı tarafınca yeterince ‘erkek’ bulunmaz, bu da ömrü boyunca kendisiyle ‘ibne’ diye dalga geçilmesine neden olur.

Bugünlerde rastladığımız bir diğer paradoks ise şüphesiz mültecilik kavramı üzerine. Bugün yerli ada halkının önemli bir kısmı zamanında Anadolu’dan gelen Rum mübadillerden oluşuyor. Ancak bugün yine aynı kara parçasından gelen farklı halklardan mülteciler nedeniyle Midilli’nin toplumsal ve siyasi yapısı da yer yer bulanıklaşabiliyor. Mübadillerin torunları, bazen mültecilerle hemhal oluyorlar, bazense kendi sorunlarının kaynağını sudan karaya çıkanlarda arıyorlar.

İşte biz de bu vesileyle, yakını daha da yakından tanıyabilmek için Midilli’ye doğru denize açılıyoruz…

Midilli

KIL YÖNETMELİĞİ

Kış sezonu dolayısıyla Atina’dan Midilli’ye giden feribotta neredeyse hiç turist yok. Dikkat çeken ise yolcuların ezici çoğunluğunun erkek, kısa saçlı ve sinek kaydı traşlı oluşu. Evet, bu özellikler yük bölümündeki kamuflajlı çanta yığınıyla birleşince cevap açığa çıkıyor. Son dönemde Yunanistan ile Türkiye hükümetleri arasında yaşanan gerilim nedeniyle adaya ciddi bir askeri hareketlilik gözlemleniyor.

Gemi adaya yanaştığı vakit tüm askerler çantalarını sırtlayıp sakince ‘çıkartmaya’ hazırlanıyorlar. Oldukça genç bu toplulukta yaşça biraz daha büyük olanların pek çoğu ince bir bıyık bırakmış. Ne de olsa her ülkede orduların ‘kıl yönetmelikleri’ var: Türkiye’nin aksine Yunanistan ordusu askere aldığı gençlerin bıyık uzatmasına müsaade ediyor.

Erken saatlerde gemi karaya yanaşıyor ve limana ayak basıyoruz. Askerler, kendilerini bekleyen otobüslere istifleniyor, siviller ise şehre doğru ilerliyor. Peki vardığımız yer tam olarak neresi? Adanın tamamına Yunancada ‘Lesvos’ ismi veriliyor. Lesvos’un merkezi diyebileceğimiz yerleşim birimine ise Mytilene deniyor. Türkçe’de ise biz her ikisine de Midilli diyoruz, o nedenle yerleşimin ismi kafa karıştırabiliyor. Bu yazımız da Midilli merkezini ve çevresini kapsıyor.

GEÇMİŞİN İZLERİ

Seksen bini aşkın nüfusu bulunan adanın merkezi hiç de küçük sayılmaz. Limanın başındaki burunda Osmanlı Döneminden kalan büyük bir kale bulunuyor. Burnun karayla buluştuğu boğazda ise bir nehir gibi uzanan kentin ana caddesi Ermou mevcut. Bu ana caddenin en ilginç yanı, yürüdükçe farklı bir havaya bürünüyor oluşu: Limandan yola çıktığınızda başta güzel, süslü mağazalarla karşılaşıyorsunuz, ancak sokağın sonuna doğru dükkanlar küçülüyor ve nihayet denizin öbür tarafına yaklaştığınızda çevrenizde sosyal olarak daha farklı bir doku olduğunu hissediyorsunuz. Bir diğer dikkat çekici noktaysa adanın bu tarafındaki camilerin yoğunluğu. Çoğu kaderine terk edilmiş, hatta içlerinden biri, Vezir Hasan Bey Cami bugün ziraat dükkanı olarak kullanılıyor (tanıdık geldi mi?). Bunların haricinde pek çok mektep, hamam ve çeşme de adanın geçmişi hakkında ipuçları veriyor.

Vezir Hasan Bey Camii (solda), Yeni Cami (sağda) Midilli. 

İşte bu ‘geçmişe’ ait bir ses, Direktör Ali Bey seyahatnamesinde Midilli durağını şöyle açıklar: “Burası Akdeniz’in en güzel ve bayındır adalarındandır. Ahalisi her türlü ticaretle uğraşan çalışkan ve servet sahibi insanlardır. Midilli’nin zeytinlikleri ile portakal ve limon bahçeleri ve Yere denilen körfezi hakikaten görülmeye değerdir. Memleketin binaları İstanbul tarzında ve ahşaptır. İskele ve çarşı civarında sokakları ise pek dardır. Diğer yandan son zamanda nüfusun çoğalması dolayısıyla memleket büyüdüğü için sonradan yapılan mahalleler ve mekanlar nispeten muntazamdır.”(1)

‘TUHAF BİR İNSANDI TEOFİLOS’

Ali Bey’in izlenimlerini ve çok daha fazlasını gözümüzde canlandırmak istiyorsak, şimdi artık kendi kendini eğiten, halk ressamı Teofilos Hacımihail’den bahsetmenin zamanı gelmiş demektir. Midilli’de yaklaşık 1870 civarında doğduğu söylenen Teofilos’un resimleri bize adadaki gündelik yaşama dair pek çok manzara sunar. Zeytin hasatları, bayramlar, balıkçılar, düğünler…

Teofilos Hacımiahil'in fırçasından Midilli'de zeytin toplayıcılar (üstte), Midilli balıkçıları (altta). 

Ancak Hacımihail’in hayal gücü gündelik yaşamın çok daha ötesindedir. Adanın yetiştirdiği en önemli kalemlerden biri olan Stratis Myrivilis, Arnavut Vasil romanında Hacımihail hakkında şöyle yazar: “Tuhaf bir insandı Teofilos. İnsanlar onun yarı deli olduğunu düşünürlerdi. Hiç yıkamadığı kiltler(2) içinde fakir, yapayalnız ve telef bir halde yaşardı. Bir adalının nasıl olurda kilt giyebileceğini merak ediyor olabilirsiniz(3). Doğru, ama bu, onun için bir tutkuydu. Dışarıda kilt giyebileceği için her yılın karnavalını dört gözle beklerdi. Bazen bir ‘Makedonyalı’ gibi giyinir, bazen kilt giymiş Yunanlı bir alay askeri gibi dururdu. Kısa, solgun, hasta yüzlü bir adamdı, ama yine de, Tanrı’nın ondan esirgediği yiğitlik erdemine karşı tutkulu bir arzu vardı içinde. Bazen, karnavalda arkadaşlarını bir araya toplardı, Olimpos tanrıları gibi giyinirlerdi hepsi. Teofilos, her zaman savaş tanrısı Ares gibi giyinirdi. Sarı renkten karton bir taç takınır ve ucu beyaz parlak kağıtla kaplanmış bir tahta mızrak ile ince tahtadan yapılmış bir kalkan taşırdı. Yılan başıyla Medusa’nın kafası resim edilirdi kalkanın üzerinde. Teofilos, kellikten muzdarip olduğundan, bıyık kılları seyrekti ve Zeus’un kırmızı örtüsünün ardından yürürken şiddetle burduğu kıtıktan yapılma sahte bir bıyık takardı(4).”

Hacimihail kostümleriyle.

Hayal gücünün enginliği Hacimihail’in tarihe ve mitlere olan dikkat çekici bir merakı ile kendisini gösteriyor. O dönem yükselişte olan Yunan ulusal kimliğinin inşasından da etkilenen ressam, dalga geçilme pahasına giydiği kostümlerin zihninin hangi köşelerinden çıktığını resimlerinde gösteriyor: Konstantinopolis’in düşüşü, Osmanlı saray hayatı, Antik Yunan mitleri, Yunanistan’ın bağımsızlığı…

Belki ‘mahalle baskısından’ bunalıp, belki yeni bir yerde yeni bir hayat kurma ihtiyacıyla genç yaşında İzmir’e gider. Burada da tıpkı Midilli’de olduğu gibi gündelik hayatı oldukça dikkat çekici detaylarla ele alır. Diyeceksiniz “Bahsettiğin döneme ait fotoğraflar da var, ne diye gözümüzde canlandırmak için Hacımihail’e ihtiyaç duyalım?” Yok böyle bir ihtiyaç tabi. Fakat bir kentin yaşamını o kentte yaşamış, anılar ve insanlar biriktirmiş birinin gözünden ve onun kendi içinde bina ettiği estetik anlayışıyla resimlerinde seyretmek çok daha farklı bir zaman yolculuğuna çıkartıyor bizi. Bu nedenle sadece estetik olarak bir fark yok aynı zamanda bir ajans fotoğrafçısının yakalayamayacağı nice anları bulabiliyoruz.

İzmirli gevrekçiler (solda), güreşçiler (sağ üst) ve İzmirli kadınlar (sağ alt), Teofilos Hacımihail.

Sadece gündelik hayat değil, kimi olaylar da Hacımihail’in fırçasına yansır. Örneğin İzmir’de kaldığı sürece kentin -ve hatta bölgenin- bir numaralı gündemi olan Çakırcalı Efe olayından etkilenen ressam, Çakırcalı’nın girdiği çatışmaları ve zeybekleri sık sık resmeder(5).

İzmirli zeybekler, Teofilos Hacımihail.

Hikayesinin devamını şöyle anlatıyor Myrivilis: “Anavatanındaki Pelion’a gitti. Orada bir çoban olarak iş buldu, bir değirmene veya kahvehaneye rast geldiğinde, sıvalıysa, duvarlarını figürlerle kaplardı. Burada vraka giyiliyor olsa da o, hep kilt giydi, bu yüzden ona, Tsolias lakabını taktılar. Volos’dan dönüşünde, çoban değneğini attı, kendisine yapabileceği bir geçim yolu buldu, resimlerini çizebileceği beyaz bir duvar veya bir kanvas parçası arardı hep. Para talep etmezdi. Sadece bir tabak yemek ve sulu boya yeterliydi ona. Yiğitlik temalarını, Ali Paşa’nın hayatındaki olayları ve av sahnelerini resmetmek onun için bir tutkuydu. Öldüğünde Atinalı ve Parisli eleştirmenler onu büyük bir ressam ilan ettiler, resimleri oldukça değer kazandı."(6)

SOLON LEKKAS VE YAKINLIK

Eğer memleketiniz Ege Denizi’nin kıyısında radyo frekanslarının karıştığı bir yer ise, Midilli’de size yakın pek çok şey gözlemleyeceksinizdir. Elbette dünyanın bu yakasına ne ad verirseniz verin, şehirlerin ve köylerin krokisi birbirine çok benziyor. Çarşısında bir büyük çınar, çınarın altında kahvehane sandalyeleri, yakınlarında mümkünse bir ibadethane, bir çeşme… Bu kasaba planı öylesine tanıdık geliyor ki siz daha önce adım atmadığınız yerleşimlerde kontrolü ayaklarınıza verdiğinizde bir şekilde yolunuzu bulabiliyorsunuz. Midilli’nin özellikle köyleri ve kasabaları için de benzeri bir durum geçerli.

Midilli’ye has bir durum değil tabii bu ve asıl etkileyici olan daha farklı bir yakınlık. Midilli’den bir arkadaşımın bir keresinde dediği söz bu durumu çok iyi özetliyor: “Adanın Batı yakasından denize bak, ufukta hiçbir şey göremezsin. Sadece deniz uzanıyor, başka bir şey yok. Ama doğuya baktığında hemen yanı başındaki Anadolu’yu görüyorsun, şehirlerin ışıklarını görüyorsun. İnsana garip geliyor.” Dilersek Midilli’nin ve karşısındaki bölgelerin antik çağlardan bu yana ortak geçmişinden uzun uzadıya bahsedebiliriz. Ama daha yakın geçmişten gelen benzerlikler daha açıklayıcı olacaktır. Gözünüze çarpan ilk ipucu, özellikle Midilli’nin köylerinde kullanılan puşiler. Ege’de çeşitli adlarla anılan ve yörük kültürüyle özdeşleşen ipek nakışlı turuncu-beyaz ya da siyah-beyaz puşilere burada da kolayca rastlamak mümkün.

Yine de yakınlıkları anlatmaktansa dinlemek her zaman daha açıklayıcı olmuştur. Bu noktada ismini anmadan geçemeyeceğimiz bir halk ozanı var: Solon Lekkas. Türkiye’de de tanınan 1946 doğumlu Lekkas, 2020 yılında hayatını kaybetti. Fakat hâlâ yerliler tarafından adanın ete, kemiğe ve sese bürünmüş hâli olarak görülüyor. Bu durumu Bianet’te yayınlanan Panagiotis Agiakatsikas imzalı yazıda görebiliyoruz:

“Solon, Lesvos'un özgün, alçakgönüllü evladı. Kulağında fesleğeni, kafasında kalpağı, iş yapmaktan hiç kaçınmamış ellerinde sigara ve tesbihi. İnsana nüfuz eden bakışları. Oturur ki; içkisini (raki) koysun, muhabbet ettiklerine amanesini söylesin, tutkusunu ortaya koysun. Dünyada bir yerde sesi ile buluşsun, bizi bir yolculuğa çıkarsın. Kederi ve ahı çıksın, kafasını önüne eğsin, nefes alsın ve bir yürüyüşe çıksın... Sonra abartısız bir çalımla karşılama oynamak için kalksın; elini yere vursun, kendi etrafında dönsün, tam olması gerektiği gibi, hiç kolaya kaçmadan. İşte onu bu nedenle sevdik. Böyle basitçe. Çünkü sahiciydi, çünkü onu gözlerimizin önünde görüyorduk. Bazen şarkısında, bazen sohbetlerde, bazen mütevazı kökenlerinde. Evet, hepimizin ihtiyacı olan, bulmak istediğimiz, özlediğimiz ve ender karşımıza çıkan sahici insanlardan biri. O sanki kendi dilini konuşurdu, Mitilini (Midilli) dilini. Ölçülü bir şekilde, doğru zamanda ve olması gerektiği gibi dile getirdiği gerçek ve canlı fikirleri ile bilgeliğini ortaya koyardı. Aşırı ve yüzeysel olanı ne isterdi, ne de yapardı.”

Verdiği bir röportajda Lekkas, Midilli’deki müzik kültürünün geleneksel olarak karşı yakadaki, özellikle Bergama civarı ile son derece benzer olduğunu dile getiriyor. Myrivilis’in romanlarında da benzeri bir duruma rastlıyoruz. Midilli’de eğlence düzenlemek isteyenlerin eskiden karşı taraftan ‘müzisyen’ çağırdığını yazan Myrivilis, özellikle davul-zurna ekibinin kutlama için karşı kıyıdan geldiğini yazıyor. Bu yüzden sadece adanın değil, Bergama’nın da havalarını söyleyen ozanı dinlemek Midilli’yi anlamaya yetebilir.

ROMANTİZME ÇİZGİ, ADAYA VEDA

Mutlaka geri dönmek üzere Midilli’den ayrılıyoruz. Aklımızda adanın kendine has hikayesi ve elbette hissettiğimiz yakınlık var. Fakat kendimize sormamız gereken bir diğer soru işte tam olarak burada beliriyor. Yakınlığı hissetmek elbette heyecan verici. Hele ki her iki kıyıdaki ulusal anlatı diğerinin tam karşısına inşa ediliyorken, şovenizm rüzgârı sert esiyorken. Ancak leş kokulu bir romantizm batağına da saplanmamak gerekiyor. Peki bunu nasıl başarmalı? Söz konusu ince çizgiyi karıştırmamak mümkün mü?

Aslında bakarsanız biraz üzerine düşününce mesele çabucak berraklaşıyor. Eğer hissettiğimiz duyguları, topluma dikte edilen şovenist dogmaların karşısında bir silaha dönüştürebiliyorsak bataklıktan uzaklaşıyoruz demektir. Eğer hissettiğimiz ortak geçmişi, çuvaldızı kendi hakim anlatımıza batırarak her yönüyle incelemeye cüret edebiliyorsak, tüm karaları ve denizleri birbirine daha da yaklaştırabiliyoruz demektir. Özetle sınırları mukaddes değil de belli başlı rakip çıkar gruplarının oyun sahası olarak görebiliyorsak, kırmızı çizgiyi dert edilecek bir şey haline gelmiyor.

NOTLAR: 

(1) Seyahat Jurnali, Direktör Ali Bey (Büyük Ayı Yayınları)

(2) İskoçya erkeklerinin giydiği plili, kareli ve yünlü İskoç kumaşından yapılmış kısa etek. (Çevirmen Cem Kaşkarlı’nın notu)

(3) Genelde kara Yunanistan’ında kilt (fustanella), Girit ve Kıbrıs’ta ise bir çeşit şalvar olan vraka giyilirdi. Fustanella, aynı zamanda Yunanistan askerlerinin ‘geleneksel’ kıyafeti olarak da biliniyor.

(4) Bıyık ve sakal motifi tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Yunanistan’da da erkekliğin ve yiğitliğin bir ölçütü olarak kabul edilir, sakalı olmayan birinin erkekliği yer yer toplum tarafından sorgulanabilirdi.

(5) Kendisi hakkında yazılan ve daha fazla bilginin yer aldığı yazıya ulaşmak isteyenler için: https://kentstratejileri.com/tag/theophilos-hacimihalis/

(6) Arnavut Vasil, S. Myrivilis, Çeviri: Cem Kaşkarlı (Belge Yayınları)


Kavel Alpaslan Kimdir?

1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.