YAZARLAR

Mehterle gidip Nordik havasıyla dönmek: NATO fatihi ne aldı ne verdi?

2008 Bükreş zirvesinden beri aşama aşama Ukrayna’yı Rusya ile kapışmanın ön cephesi haline getiren ama asla ittifaka alarak koruma sunmayan bir siyasetin ileri düzeyde sözcülüğünü yapmak Erdoğan’a düşüyor. Vilnius’tan dönüşte Erdoğan, Rusya lideri Putin’le yüz göz olabileceği ortamı yeniden yakalamak için yaratıcı hamleleri düşünmek durumunda. Ve bunları doğalgaz faturaları kışı görmeden yapması gerekiyor.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan NATO’nun İsveç ve Finlandiya ile genişleme hamleleri karşısında önce Madrid’de, ardından Vilnius’ta imzalanan belgelerde müttefiklerin iç siyasetine çomak sokan bir şantaj kartı elde etti. Finlandiya martta dereyi geçmişti. 11-12 Temmuz’daki Vilnius zirvesinin ardından İsveç’in üyelik onayı da TBMM’den geçinceye kadar PKK, PYD, YPG ve FETÖ dosyalarında Stockholm’ü kıvrandıracak baskılar kesilmeyecektir.
TBMM onayından sonra da NATO’nun müttefiklere yönelik yeni programları söz konusu olduğunda “oyun bozan” tavırlar tekrarlanabilir. NATO içinde ilk kez oluşturulan ‘Terörle Mücadele Özel Koordinatörlüğü’ Erdoğan’ın müttefikleri sıkıştıracağı bir kanala dönüşebilir. İsveç ile bakanlar düzeyinde oluşturulacak ikili mekanizma da Kürtler ve Gülen Cemaati ile bağlantılı dosyalarda muhatabını bunaltacak bir kanal işlevi görebilir. “İsveç, YPG/PYD’ye ve Türkiye’de FETÖ olarak tanımlanan örgüte destek vermeyeceğini yineler” ifadesinin altına imza atarak elini Erdoğan’a kaptırdı bir kere.
Bu oyunun ne kadar uzayacağı biraz da ABD tarafında F-16, AB tarafında vizeler, ekonomik teşvikler ve paraya bağlanmış sığınmacılar anlaşmasına dair pazarlıkların nasıl seyredeceğine bağlı.
Erdoğan’ın NATO kozunu ayarında kullanmadığı takdirde ters tepeceği ortada. Malum ekonomik olarak Türkiye’nin kamburu çok şişik; Erdoğan’ın fazla diretme ya da talepkâr olma şansı yok. Erdoğan NATO’daki sorunların bir Türkiye sorununa dönüşeceği noktaya kadar ortamı gerip sonra zembereği aniden boşaltarak rahatlama sağladı. Günün sonunda yüzünü güldürdüğü kişi, kendisine randevu bile vermeyen ABD Başkanı Joe Biden oldu. Erdoğan’a “diktatör” diyen Batı medyası Vilnius dönemecinden sonra “istediğini alıncaya kadar yürümeye devam eden usta bir pazarlıkçı” övgüsünü yapıyor.  

***

İsveç düğümü açıldıktan sonra uzlaşmanın yansımalarını görmek için bakılması gereken iki adres var: Washington ve Brüksel. Kuşkusuz olayın sıcaklığıyla Atlantik’in iki yakasıyla ilişkilerde tatlı bir esintiden söz edilebilir. Amerikan cephesinde Biden yönetiminin F-16 paketindeki Kongre engelini aşmasının kolaylaştığı çıkarımları yapılıyor. Yine de mesele kısa sürede karmaşıklaşabilir. Biden, Yunanistan ve Türkiye’nin askeri kapasitesini birlikte artırma cinliğiyle Senato ve Temsilciler Meclisi’nde “Türkiye’nin komşularını tehdit ettiğine” dair endişeli tayfayı sakinleştirmeyi umuyor. Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Bob Menendez’e bakıldığında biraz yumuşadığı izlenimi veriyor. Fakat konuyu ustaca Yunanistan ve Kıbrıs’a getirerek “Türkiye’nin komşularına yönelik saldırganlığının sona ermesinin temin edilmesini” istiyor. Yunanistan ordusunun Türkiye’ye karşı ‘niteliksel bir askeri üstünlük’ kazanacak şekilde güçlendirilmesi halinde F-16 paketine onay verilebileceğini düşünüyor. Sadece o değil Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Başkanı Cumhuriyetçi Mike McCaul da Yunanistan’a F-35, Türkiye’ye F-16 verilerek bir denge kurulmasından söz ediyor. Yunanistan’a ödül, F-35 programından çıkartılmış Türkiye’ye ceza gibi bir uzlaşma önerisi. Ankara bunu hazmedebilir mi?
Bunun yanı sıra ABD’nin Suriye’deki ortağı Suriye Demokratik Güçleri’ne saldırılara son verilmesi şartını dillendiren Kongre üyeleri de var. Biden’la görüşme muradına eren ve devamını ironi eşliğinde temenni eden Erdoğan, Kongre’nin bağlayıcı olduğu gerçeğini içselleştirmiş gözüküyor. AB ile ilişkilerde de ince ayarlar beklenebilir ama yeni sayılabilecek herhangi bir sayfanın açılmasının zemini yok. Erdoğan içeride Avrupa sahnesinde oynanabilecek bir oyun yazmıyor. Pazarlıkçı şantaj siyasetiyle AB yolu açılmaz.
Erdoğan, İsveç pazarlığı sürerken orantısız rest ve jestlere kalkıştı. İsveç’e yönelik teröre destek suçlamasıyla veto kartını sonsuza kadar masada tutamayacağı aşikârdı. Zirveye giderken İsveç’in NATO’ya alınmasına karşı Türkiye’nin AB’ye üyelik şartını masaya sürdü. Erdoğan’ın bu hamleden muradı, otokratik rejim inşa ederek tıkadığı AB sürecini diriltmek değil, ucube rejimin sindirildiği yeni bir ilişki biçimi kabul ettirmekti. Somut olarak beklenti şundan ibaret: Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, Schengen rejiminin kolaylaştırılması ya da vize serbestliğinin sağlanması ve genel anlamda ekonomik ortaklığın büyütülmesi.
Fakat İsveç’in Türkiye’nin AB üyeliğine destek sözünün pratikte fazla değeri yok. AB sürecinin kriterler manzumesi ortada. AB’nin ağa babalarının ne düşündüğü de. Türkiye 2006’dan bu yana uyum hedefinden fersah fersah uzaklaştı.

***

Buna mukabil Rusya ile ilişkiler bir hasar tespit çalışmasını elzem kılıyor. Erdoğan Vilnius yokuşunda jest olarak görülebilecek iki hamlede bulundu ki ikisi de Rusya ile ilişkileri hedef alıyordu. Biri Ukrayna’nın NATO üyeliğine orantısız desteğiydi. Diğeri esir takasıyla Türkiye’de kalmaları gereken Azov komutanlarının Kiev’e teslim edilmesiydi.
Erdoğan seçim badiresini atlattıktan sonra Batı ile Rusya arasında daha geniş manevra alanları bulduğunu gösterdi.
Kuşkusuz gürültü çıkarsa da Erdoğan, NATO’ya hizmet eden liderlerin önde gideni. Ruslar da bunu göz ardı edemeyecek kadar Erdoğan’ın motivasyon kaynaklarına vakıflar. Kremlin Sözcüsü Dmitri Peskov’un “pembe gözlük takmadıklarını” söylemesi Erdoğan’dan beklenmedik bir şeyle karşılaşmadıklarını teyit ediyor. Rusya’dan gelen bütün yorumlarda aşağı yukarı aynı vurgu var: Türkiye bir müttefik değil.
Rusya’nın odaklandığı nokta Ukrayna’nın NATO’dan beklenmedik bir vaat koparıp koparamayacağıydı. Erdoğan’ın Kiev lehine ABD, Fransa, İngiltere ve Almanya gibi ağır topları sipere itecek kadar ileri bir atış yapmasının Ukrayna için düşünülen plana etki etme ihtimali yoktu. Ukrayna lideri Volodimir Zelenski en azından savaşın bitiminde hızlı bir NATO üyeliği için davetiye bekliyordu. İttifak, Üyelik Eylem Planı’nı (MAP) şart olmaktan çıkartarak Ukrayna için sürecin hızlandırılacağı izlenimi yarattı. Yanıltıcı elbette. Bir de NATO-Ukrayna Konseyi’nin kurulmasıyla ilişkilere siyasi kanal açıldı. (Bunu hasımları Rusya ile diyalog için de yapmışlardı.)
Avrupa’da belli kesimler Rusya’yı durdurmanın tek yolunun Ukrayna’yı ittifaka almak olduğunu savunuyor. Bunun nükleer savaş dahil cehennemin kapılarını açacak senaryoları tetikleyebileceği ihtimali umurlarında değil. Ama karar verici asıl aktörler kırmızı çizginin nerede olduğunu görüyor: NATO’ya açık davet, Rus işgalinin genişlemesiyle Ukrayna’yı geri döndürülemez bir bölünmeye götürebilir. Üyelik ise çatışmaları NATO’nun savaşına dönüştürür. Ukrayna severler bile bu riski göze alamıyor. Bunun yerine kaçamak seçenekler öne çıkartılıyor. NATO’nun bu zirvede yaptığı da şu oldu:
Kiev’deki beklentinin aksine zaman çizelgesi koymadan “Müttefikler hemfikir olduklarında ve koşullar yerine getirildiğinde Ukrayna'yı İttifak'a katılmaya davet edecek konumda olacağız” diyerek ipe un seren ucu açık bir yolu benimsedi. Üzerinde durulması gereken nokta bu. Nitekim Zelenski de pek gücendi, “saçma” ve “tuhaf” diyerek küplere bindi. "Görünüşe göre Ukrayna'yı ne NATO'ya davet etmeye ne de üye yapmaya hazırlar. Bu da Rusya ile müzakerelerde Ukrayna'nın NATO üyeliğini pazarlık konusu yapmak için bir fırsat penceresi bırakıldığı anlamına geliyor" dedi. Sonra sırtını sıvazladılar, alkışladılar, alkışlattılar; daha fazla silah, F-16 pilotları için eğitim, istihbarat paylaşımı ve siber destek vaadiyle gönlünü aldılar. ABD’den misket bombaları, Fransa’dan uzun menzilli füzeler, Almanya’dan iki Patriot bataryası, 11 ülkelik koalisyondan pilotluk eğitimi vs…
Zelenski de öfkesini bastırıp “Ukrayna heyeti bugün önemli bir güvenlik zaferiyle eve dönüyor” diyecek noktaya geldi. G-7 grubu “Rus saldırganlığını caydırmak ve Ukrayna ekonomisini güçlendirmek” için ikili müzakerelere girmeyi kabul etti. Silah ve para yardımıyla Ukrayna’yı “vasal devlet” statüsüne taşıyacak müzakereler! (Japonya’nın da içinde yer aldığı G-7 grubu NATO belgelerinde artık kötü niyetli hibrit tehdit olarak çerçevelenen Çin’i kuşatma stratejisinde de Trans-Atlantik İttifakı’nın doğu yönelimini de belirliyor.)

***

2008 Bükreş zirvesinden beri aşama aşama Ukrayna’yı Rusya ile kapışmanın ön cephesi haline getiren ama asla ittifaka alarak koruma sunmayan bir siyasetin ileri düzeyde sözcülüğünü yapmak da Erdoğan’a düşüyor.
Vilnius’tan dönüşte Erdoğan, Rusya lideri Vladimir Putin’le yüz göz olabileceği ortamı yeniden yakalamak için yaratıcı hamleleri düşünmek durumunda. Ve bunları doğalgaz faturaları kışı görmeden yapması gerekiyor. Ödemesi ertelenmiş borçlar, nükleer santral, Suriye dosyası, Karadeniz’de istikrar, Türkiye’ye park eden Rus paraları, Güney Kafkasya’da barış süreci, Zengezur koridoru gibi düşünülmesi gereken meseleler var. Ayrıca 17 Temmuz’da süresi dolan tahıl koridoru anlaşmasını ivedilikle Putin’le konuşması lazım. Üstelik bunu arabulucu olduğu anlaşmayı çiğneyip güven kaybına uğramış bir lider olarak yapacak. Erdoğan dün zirvenin bitiminde taraflardan davet gelirse arabuluculuğa hazır olduğunu tekrarladı. Kremlin de görüşmenin gündemde olmadığı yanıtını verdi. Rusya şimdilik yanıt verme hakkını saklı tutup pragmatik davranarak Azov komutanlarının cepheye dönmesine değil de Ankara’nın Kiev’e obüs topu ya da SİHA verip vermediğine odaklanmayı tercih edebilir. Ruslar sert bir karşılaşmada Ankara’nın tercihinin her zaman NATO olacağını biliyor. İyi ve kötü günde kapının nereye kadar açılıp nereye kadar kapanacağının hesabını yapıyorlar. Türkiye de Batıyla yumuşama sayesinde ekonomik rahatlık sağlasa bile çıkarların çakıştığı ya da çatıştığı pek çok başlıkta Ruslarla yine çalışmak mecburiyetinde. Rusya tarafında Erdoğan’ın pragmatizmi nelere kadir onu da bekleyip göreceğiz. Batıdaki övgülerin sövgüye dönmesi uzun sürmez.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.