Mehmet Çetin, sanat hareketi ve devrim olmak

Mehmet Çetin’in kurucularından olduğu Sanat Hareketi’nin tespit etmeyi başardığı sorun şuydu: Zihinsel olarak indirgemeci diyebileceğimiz bakış tarzımız gözümüzü bağlıyor ve bize sağlam bir kazık atıyordu. İktidar ve egemenlik ilişkilerinin kadim ve sinsi karakterini deşifre etmemizin önüne geçiyordu.

Google Haberlere Abone ol

Burhan Özkan

Mehmet Çetin, soyadı kadar çetin bir siyasal mücadelenin orta yerinde büyümüş bir insandı. Ben onu doksanlı yılların başında eski cezaevi arkadaşım şair Nevzat Çelik aracılığıyla tanıdım. Hepimiz dünyanın daha eşit ve adil bir yer haline getirilmesinin ancak bir devrimle mümkün olabileceğine inanan ve sırtını Marksizm’e dayadığını düşünen siyasi geleneklerden gelen insanlardık.

Bizi devrime taşıyacağına inancımız büyük dalga kırılmış, anlama ve anlamlandırma biçimlerimiz ciddi bir sarsıntıya uğramıştı. Durumun farkında olmamıza rağmen durumu içinden geldiğimiz geleneğin içinden kurtarmaya, eski kavramlarla yeni durumu ve ihtiyaçları açıklamaya çalışıyorduk. Kargaşa içindeydik. Çıkış yolları arıyor ve ruhumuzdaki muhafazakâr kanatla boğuşuyorduk. Mızrak çuvala bir türlü sığmıyordu.

Bu sıkışmadan kurtulmamızı sağlayan şeylerin başında uğraşı alanımızın sanat olması gelir. Sanatla uğraşıyor olmamız büyük avantajımızdı. Sanatın kişisel-özgün olanla, mirasa ait-anonim olan ikili yapısı bizi yorgun bir sadakatle sahip çıkmaya çalıştığımız eski ezberlerimizin dışına iten önemli bir güçtü. Bu gücü, Mehmet Çetin ve hala yaşıyor oldukları için burada ismini zikretmemiz gerekmeyen arkadaşlarımızla beraber yeni bir anlama ve anlamlandırma pratiği yaratmak için kullanma fırsatı bulduk. Birbirimize cesaret ve ilham katarak ‘Sanat Hareketi’ni inşa ettik. Sanat Hareketi, bu topraklarda ortaya çıkmış en önemli teorik ve pratik deneyimlerden birisidir.

Temel önermesi “Her türlü egemenlik ve eşitsizlik ilişkisinin meşruiyetini reddetmek” olan Sanat Hareketi ismi, hareketin kapsadığı alanı açıklamak konusunda sıkıntılı bir isim oldu hep. Sanat Hareketi, kendisini önceleyen sanatsal akımlar gibi değildi. Sanatla ilgili önermesi sanatın kendisi ile ilgili estetik bir önerme değil, onun yapıldığı ve algılandığı toplumsal-estetik bağlamla ilgiliydi ve tüm insanlığı kapsayan bir önerme yapıyordu.

Temel önermesinden de belli olduğu üzere bu hareket yalnızca sanatla uğraşanlara veya kendilerini sanatçı diye ifade eden insanlara sanatsal bir önerme yapmıyordu. Denilebilir ki “bunda yeni olan ne var?” Bu önerme binlerce yıldır yapılıyor ve bu uğurda binlerce insan mücadele etti, bedeller ödedi. Elbette ki öyleydi; ve biz bu önermeyi yapan ne ilk insanlardık ne de son insanlar olacaktık.

Mehmet Çetin’in kurucularından olduğu Sanat Hareketi’nin tespit etmeyi başardığı sorun şuydu: Zihinsel olarak indirgemeci diyebileceğimiz bakış tarzımız gözümüzü bağlıyor ve bize sağlam bir kazık atıyordu. İktidar ve egemenlik ilişkilerinin kadim ve sinsi karakterini deşifre etmemizin önüne geçiyordu.

Son iki yüzyıldır, iktidar ve egemenlik ilişkilerine üretim araçlarının mülkiyeti bağlamında bakıyorduk. Çözümü, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin tasfiye edilmesi ile hallolmaya başlayacak bir süreç olarak gören bir gelenekten geliyorduk. Siyasi iktidarı bir devrim yolu ile ele geçiren devrimci iktidar önce mülkiyeti tasfiye edecek ve sınıfsız, imtiyazsız bir dünya kuracaktı. Yani işler sırasıyla doğrusal olarak çözülecekti. Bu sıralama bizi başta iktidar ve egemenlik ilişkilerinin tasfiyesi olmak üzere tüm sorunların çözümü için iktidarı ele geçirmeye endeksliyordu. Bu nedenle sorunu fark etmeden öteliyor ve içimizde boy veren iktidar ilişkilerini devrimci mücadele sürecinin bir zarureti olarak görüyorduk. İçinde mücadele ettiğimiz şiddet dolu otoriter atmosfer ve illegal zaruretler bizi tümüyle güncele hapsediyordu. Devrimci hiyerarşiyi meşru buluyor ve açık bir liyakat sorunu olmadığı sürece sorun etmiyorduk. Ancak, gayet iyi niyetlerle başladığımız kolektif mücadele süreçlerinin hızla iktidar ve egemenlik çatışmaları ile yozlaşan süreçlere dönüştüğünü ve bizi bu çatışmalara taraf olmak durumunda bıraktığını acıyla görmüştük.

İktidar ve egemenlik arzusu, mülkiyet arzusundan çok daha güçlü ve çok daha kadim bir arzuydu. Yarına aktarılamayacak kadar bugünde saklıydı ve yarın her şey için çok geçti.

Sanat Hareketi, “Mevzu devrimse eğer, bizden başlayarak ve şimdi” diyen ve devrim yapmanın ‘devrim olmaktan' geçtiğini düşünen bir grup insanın çıktığı uzun bir yolculuktur. Mehmet Çetin, binlerce yıldır süregelen ve belki binlerce yıl sürecek olan bu yolculuğun arzularını ve sözünü 1990’larda güncelleyen ve bir manifestoya dönüştüren, Sanat Hareketi’nin kurulmasına büyük ve değerli katkılarda bulunmuş olan bir yolcudur.

Bedeni toprağa, yaptıkları evrenin derin hafızasına ekilmiştir. Onun yolcuğu devam etmektedir ve hep devam edecektir.