Medyadaki 21 yıllık kuşatma: Yitik zafer

AKP’nin 21 yılda biçimlendirdiği medya alanını incelemek için öncelikle AKP’yi var eden sınıfsal ilişkiler irdelenmelidir.

Google Haberlere Abone ol

Vahdet Mesut Ayan*

AKP ile geçirdiğimiz 21 yıllık süreçte medyanın mülkiyet ilişkilerinin, haber içeriklerinin, gazetecilik pratiklerinin nasıl biçimlendirildiğini tartışacağımız bu yazıya, AKP’nin tarihsel yönüne dair birkaç şey söyleyerek başlayacağım. Zira 21 yılda köklü değişimlere uğrayan medyanın mülkiyet ve kontrol ilişkileri, muhafazakârlaşan haber içerikleri, meslektaşlarını tehdit eden/hedef gösteren gazetecilik AKP ile olduğu kadar, onun ekonomik-kültürel ve ideolojik bağlamıyla yakından ilişkilidir. Bu bağlamı ne liberal okumalarda yapıldığı gibi merkez-çevre ikiliğinde ne de AKP’nin ceberut devlete karşı ezilen toplumun sesi olduğu iddialarında bulabiliriz.

Yönümüzü Marksist analize çevirdiğimizde, yukarıdaki görüşle taban tabana zıt bir gerçeklik ortaya çıkıyor, AKP’nin tarihsel/toplumsal bağlamı tam da burada kendini gösteriyor. Kısaca açmak gerekirse AKP, Türkiye burjuvazisinin içinde yer alan bir çatlaktan ortaya çıkan ve yönetimden daha fazla kaynak talep ederek yönetimde söz sahibi olmak isteyen egemen fraksiyonların bir kanadının siyasi temsilcisidir: İslamcı burjuvazinin. Yaygın kanının aksine burjuvazinin dini, inanışı, kültürü ve ideolojisinin olduğunu savunuyoruz. Yani sermayenin dini de milleti de olabiliyor, hatta sermaye birikimi ne derece önemliyse, bu birikimi gerçekleştirmesine araç olacak din, ideoloji ve kültür de bir o kadar önemli hale geliyor. Burjuvazinin İslamcı kanadından kastımız ise şu: gelişimini 50’li yıllardan başlayarak sürdüren 1990’da finans kapital haline gelen (MÜSİAD’ın kuruluşu da aynı tarihtedir) Türkiye kapitalizminin çıkarlarını Batı’da değil, ülkenin güneyinde ve İslam coğrafyasında arayan, sermaye birikimini ancak bu bölgelere yayılarak tamamlayacağını düşünen temel sınıftır.(1) Türkiye’de 1950’lerden itibaren sermaye sınıfı içindeki kamplaşmalar o kadar yoğundur ki siyasal alanda da bunların yansımasını görmek mümkündür. Örneğin 27 Mayıs 1960 darbesi, temel olarak ticaret ve sanayi burjuvazisi arasındaki kavgayı sanayi burjuvazisi lehine çözmüşken; 28 Şubat, İslamcı burjuvazi ile Batıcı fraksiyon arasındaki mücadeleyi ikincisi lehine çözmeye çalışmıştır, ancak bu hamlenin yıllar içinde iyice güçlenen ilk fraksiyon karşısında etkisi kısa sürmüştür. AKP’nin ardındaki güç temel olarak bu sınıftır ve AKP her ne kadar tüm Türkiye burjuvazisinin temsilcisi olsa da esas olarak İslamcı burjuvazinin temsilcisidir.

2002’de siyasi gücü elde eden AKP’nin medya politikalarında temel belirleyici faktör bu sınıfın mülkiyet ve kontrol ilişkilerine dâhil edilmesi olduğunu söyleyebiliriz. AKP Kanal 7, TGRT, STV; Zaman, Akit gibi 2002 öncesi var olan ve İslami sermayeye dayanan medya kuruluşlarını büyütürken, yanlarına yenilerini eklemeyi de ihmal etmedi. Burada önemli dönemeçlerden bahsedebiliriz. Öncelikle 1990’lardan itibaren medya alanını kontrol eden sermaye sınıfının birer birer tasfiyesi gerekmekteydi ki 2000’li yılların ortalarına gelindiğinde öncelikle Uzan Grubu tasfiye edildi. Bu yıllarda İmar Bankası’nın borçları nedeniyle grubun 219 şirketine el konması, STAR TV’nin Doğan Grubu’na; Star Gazetesi’nin ise önce Ali Özmen Sefa’ya daha sonra da Ethem Sancak’a devrinin yolunu açtı. Ancak asıl kırılma, ATV-Sabah’ın 2007-2008’de Ciner’den Çalık Grubu’na devriydi ki bu, AKP’yi finanse eden önemli bir grubun medya alanına ilk büyük çapta girişini simgeliyordu.

Yine TMSF yolu ile 2013’te Çukurova Grubu’nun tasfiyesi ve bu grubun elinde bulunan Akşam, Güneş, SKY TV, Show TV, Digitürk’ün Ethem Sancak’a devri, medya alanını iyiden iyiye AKP’lileştirmekteydi. Daha sonra Ethem Sancak’tan boşalan yeri Türk Medya; Çalık Grubu’ndan boşalacak yeri de Zirve Holding’e bağlı Kalyon dolduracaktı. Dolayısıyla bu alanda AKP’yi finanse eden sermaye, egemenliğinden bir şey kaybetmemişti. 2018'e gelindiğinde çanlar bu sefer Doğan için çalmış, bu grubun medya organları kamu kaynakları da kullanılarak AKP ile iyi geçinen ve son dönemde partiyle kurduğu ilişkiler çerçevesinde sermaye birikimini artıran Demirören’e geçmişti. Bu gurup medya alanında önemli atılımını 2011’de Milliyet ve Vatan’ı Doğan Grubu’ndan alarak yapmıştı.

Medyanın biçimlendirilişi sadece mülkiyet ve kontrol yapısının biçimlendirilmesiyle gerçekleşmiyor, iktidara mesafeli gazeteciler birer ikişer medya alanından sürülüyordu. Handiyse her siyasi krizin bedelini gazeteciler ödüyor ya iktidar tarafından mitinglerde yuhalanıyor ya da medya yönetimlerine telefon edilerek işten atılmaları “sağlanıyordu.” Çoğu zaman buna dahi gerek duyulmadan patronlar, yıllardır gazetelerinde televizyon kanallarında çalışan gazetecileri kovuyordu, bunların yerine ise Abdulkadir Selvi, Nagehan Alçı ve Akif Beki örneklerinde gördüğümüz gibi iktidar yanlısı kalemler geçerek iktidarın söylemleri yaygınlaştırılıyordu.

Bu süreç medya içeriklerinin dönüşümüyle de eşzamanlı yürütülmüş, özellikle 2013’ten itibaren medya çıktıları otoriter-muhafazakâr çizgiye kaymıştı. Kuşatma sadece anaakım medya ile sınırlı değildi elbette. TMSF, medya alanına girmiş finans kapitalin başında nasıl kılıç gibi sallanıyorsa, RTÜK ve Basın İlan Kurumu da iktidarla arası mesafeli kuruluşları tehdidin bir aracı haline geliyordu. 2016 sonrası yönetim ve hukuk alanındaki keyfiyet, bu iki kuruluşun kararlarında benzer bir keyfiyet yaratarak sol-sosyalist çizgideki medyanın nefesini kesmekteydi. 15 Temmuz’un ardından yaşananlar ise medya alanını toplumun diğer parçaları gibi iktidar ortaklarının salvolarına açık hale getirdi. Buradan sonrası, herhangi bir kuralın tanınmadığı gazetecilerle birlikte medya alanının tamamen iktidar saldırısı altında kaldığı bir dönemeci ifade etti. Medya kurumlarının kapatılması, sermayesinin el değiştirmesi, gazetecilerin işlerinden edilmesi ve/veya sürgün edilmesi “lütuf”un sağladığı kolaylıklardı. 2014’e dek Cemaatle gerilimli ortaklığın 2016’da kanlı bir iç çekişmeyle sonlanması, Cemaat medyasının da tasfiye edilmesinin yolunu açmış, çözüm sürecinin bitmesiyle ise doğrudan Kürt medyası hedef tahtasına konmuş ve tasfiye edilmişti.

YİTİK ZAFER

Bu gelişmeler, medya mülkiyetinin ve içeriklerinin biçimlendirilmesinde AKP’nin güttüğü politikaların önemli noktalarıydı. Nitekim bunların ardından AKP, koalisyon ortağı ile birlikte Türkiye medyasının neredeyse yüzde 90’ını kontrol eden bir konuma erişmiştir. Ancak medya alanını her ne kadar kontrol altında tutsa da AKP ve ortaklarının gözünden kaçırdığı şey, AKP’nin iktidarı 7 Haziran 2015’te kaybettiği gerçeğiydi.

Gezi’de sarsılan, 17/25 Aralık’ta Cemaatle koalisyonu bozulan AKP’nin hegemonyasının yitimi 7 Haziran’da tescillenmişti. MHP ile kurulan birliktelik, toplumsal rızanın üretim sürecinde baskı/zor aygıtlarının ön plana çıkacağı bir dönemi aralıyordu. Nitekim öyle de olmuştu. Özellikle darbe girişiminin ardından toplumun tüm kesimleri üzerine fütursuzca gidilmesinden medya alanı da nasibini alacaktı.

Gelgelelim toplumları ikna etmede zor, hiçbir zaman kültürel yönetim kadar etkili olmamıştır. Belki de AKP’nin medya politikalarının sonucunda ortaya çıkan başarısızlığı, kültürel yönetimin bir türlü sağlanamadığı serzenişleri de buradaki çelişkide aramalıyız. Toplumun herhangi bir sorunu hakkında söz kuramayan iktidar, gittikçe birbirine benzeyen medya kurumları aracılığıyla ne söyleyebilirdi? Her gün kafası mezardan farksız “yorumcu”, “gazeteci” ve “uzmanlar”ın söyledikleri, gerçek sorunlar hakkında topluma hiçbir şey söyleyemeyen iktidarın papağanlığından ibaret kaldı. Ezcümle toplumsal rızanın yitimi AKP’nin geleneksel medya üzerindeki tam kontrolünü ironik bir biçimde başarısızlığa uğrattı.

KIRILGAN MEDYA

İktidarın bir süredir toplumsal rızayı imal edememesi ve iktidarla kurulan ekonomik-siyasi-kültürel bağlar, AKP yanlısı medyanın görüldüğünün aksine kırılganlığına neden olan iki önemli boyuttur. İlkinin nedenini yukarıda açıklamış olduk. AKP yanlısı televizyon programlarının reytinglerinin ve gazete tirajlarının düşmesi, iktidar sesinin toplumun geniş kesimleri için bir anlam ifade etmediğini gösteriyor. Bu durum ise ikinci kırılganlığa neden oluyor, tirajları ve reytingleri düşen medya kuruluşları, ekonomik çarklarını ancak kamu sübvanseleriyle karşılıyor. Örneğin 2019’da gerçekleşen İBB seçimlerini CHP’nin kazanması, TürkMedya bünyesindeki Güneş ve Star’ın kapanmalarına neden olmuştu.

2021’de önümüze düşen bir haberden de kamu bankalarının verdiği reklamların iktidar yanlısı medya kuruluşları tarafından nasıl paylaşıldığını öğrenmiştik. (2) Burada kamu bankalarından en fazla payı alan ilk beş gazete sırasıyla şunlardı: MHP’ye yakınlığıyla bilinen Türkgün, Sabah, Akşam, Analiz ve Takvim. Şimdilerde çok güçlü görünen bu kurumların kırılganlığının ardında tamamıyla iktidara bağımlılığı yatmaktadır.

SARSILAN GAZETECİLİK

Bu dönemin bir başka özelliği de gazeteciliğin tetikçiliğe varan bir boyuta ulaşmasıydı. İktidar yanlısı köşe yazarlarının toplumun bir kesimini, meslektaşlarını hatta 7 Haziran sonrası Aydın Doğan örneğinde gördüğümüz gibi, başka bir medya kuruluşunun patronunu tehdit eder hale gelmesi, AKP’nin bu alanı ahlaki olarak biçimlendirmesinin gösterenidir. Cem Küçük’ün 9 Eylül 2015’te Star’daki köşe yazısının başlığı, “Şizofrenik ve PKK’lı bir hırsız portresi: Ahmet Hakan” bu süreçte hem iktidarın hem de iktidar yanlısı gazeteci ve yorumcuların geldiği/geleceği noktayı işaret ediyordu.

Köşe yazarı ya da gazeteciler, yazılarında belirli bir ahlaki ve politik iklimi gözler önüne seriyordu ve yazdıklarıyla da bu iklimi yeniden üretiyordu. Bu ahlaki ve politik iklim, tam olarak baskının hüküm sürdüğü, asgari bir ahlakın dahi aranır olduğu bir zemini teşkil etmekteydi. Bununla birlikte AKP’nin düşünce kuruluşu SETA’nın 2019 tarihli “Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları” başlıklı raporu uluslararası medya kuruluşlarında çalışan Türkiyeli gazetecilerin fişlendiği, bir nevi iktidara şikâyet edildiği bir metindi.

Şikâyetin ardında Türkiye’de her ne kadar yerinden edilmiş olsalar da hâlâ işlerini yapmakta ısrar eden gazetecilerin varlığının verdiği rahatsızlık bulunmaktaydı ki, sadece bu alanda çalışan gazeteciler değil, daha önce anaakımda çalışmış ancak iktidarın gadrine uğramış gazeteciler de teknik imkânların yardımıyla kendi sözlerini kurabilmekte, dev medya endüstrilerinin yapamadığı etkiyi toplum nezdinde yaratabilmekteydi. Bunun yanına doğru bilginin yayılması bakımından yeni medyanın getirdiği olanakları, iktidarın kuşattığı söylem alanına açtığı delikleri de eklediğimizde Ekim 2022’de Meclis’e geleceği söylenen sansür yasasının meramını da anlamış oluruz.

SONUÇ

AKP’nin 21 yılda biçimlendirdiği medya alanını incelemek için öncelikle AKP’yi var eden sınıfsal ilişkiler irdelenmelidir. AKP’nin taşıyıcı kolonlarından biri olan İslamcı burjuvazinin ardındaki sermaye birikimi ile AKP’yi iktidara taşıdığını, onu finanse ettiğini ve kamu kaynaklarının yağmalanmasıyla sermaye birikimini artırdığını söyleyebiliriz. Medya alanında yaşanan kapsamlı dönüşüm, bu ilişkiyi dışarıda bırakarak anlaşılamayacaktır. Daha doğrusu medya eleştirisi, kapitalist toplumsal formasyonun eleştirisiyle yürütülmelidir. Buradan hareketle ve sınıf ilişkilerini de hesaba katarak hem siyasi alandaki otoriterleşmeyi hem de medya alanındaki otoriter-muhafazakarlaşma anlaşılabilir.

Medya alanının özgürleşmesi ise her şeyden evvel onu sermaye ve iktidar ilişkilerinden azade kılınmasıyla mümkündür.

1) Tanyılmaz, Kurtar (2017). “Türkiye Egemen Sınıfının Yapısında Dönüşüm.” Devrimci Marksizm (30-31):87-114.
2) https://www.gazeteduvar.com.tr/iktidar-destekcisi-medyaya-akan-kamu-kaynagi-1-yazili-basinda-kamu-bankalari-reklamlari-dagilimi-haber-1526532

*Vahdet Mesut Ayan

Lisans, yüksek lisans ve doktorasını gazetecilik anabilim dalında yaptı. 2013-16 yılları arasında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak çalıştı. 2016’da KHK ile ihraç edildi. Medya ve gazetecilik alanında çeşitli dönemlerde makale ve raporları yayımlanmıştır. Yordam Kitap'tan AKP Devrinde Medya Âlemi (2019) ve Gençlerle Baş Başa Habercilik ve Medya (2021) kitaplarının yazarı.