AK Parti'nin 21. yılı: Hayal kırıklığı

Sağ siyasetçilerin hep itiraz edegeldikleri pek çok statüko karşıtı uygulama bizzat AK Parti tarafından yeniden yasallaştı ya da uygulamaya kondu.

Google Haberlere Abone ol

Fatma Bostan Ünsal*

AK Parti bilindiği gibi Fazilet Partisi, Anayasa Mahkemesi tarafından “irtica odağı” olarak görüldüğü için 22 Haziran 2001’de kapatılması üzerine, “tek adam”a (o zaman kast edilen merhum Necmeddin Erbakan’dı) karşı çıkan, parti içi demokrasi iddialarını öne sürerek Milli Görüş geleneğinde bir ilk olarak Genel Başkanlık yarışına girip kaybeden ve bir şekilde ayrışmış ekip tarafından kurulma çalışmaları başladığında ben ve benim gibi başörtülü kadınlar için en büyük sorun, o dönemde eğitim, çalışma ve siyasi haklarımızı ihlal eden başörtüsü yasaklarıydı. Nitekim dönem başkanı olduğum Başkent Kadın Platformu’nda Fatma Akdokur arkadaşımızın öncülüğünde kurulan Kamu Personeli Kadın Dayanışma Grubu olarak arkadaşlarla aramızda bilgi paylaşımı, lobi faaliyetleri ve dayanışma çalışmaları yapıyorduk.

Fazilet Partisi’nin “irtica odağı” olarak görülmesinde başörtülü olarak milletvekili seçilen Merve Kavakçı'nın temel faktör olarak öne çıkması, 28 Şubat sürecinden başlayarak yaygınlaşan başörtüsü yasaklarının siyasi alan da dahil devam edeceği anlamına geliyordu. Bu nedenle, Başkent Kadın Platformu olarak bir basın toplantısı yaparak Fazilet Partisi’nin kapatılmasını bu açıdan değerlendirmiş ve mücadele edeceğimizi belirtmiştik. Bu itibarla, AK Parti’de kurucu üye olduğum ve insan haklarından sorumlu bir birim kurulması teklifim üzerine bu birimin başına geçtikten sonra da hem genel insan hakları ve özel olarak da başörtüsü yasağı nedeniyle ihlal edilen haklar ile ilgili olarak çalıştım.

AK Parti, kurulmasından kısa süre sonra iktidar olmasına rağmen gerek bu konuda kötü hafıza gerekse partiye yeniden kapatma davası açılması, YÖK gibi kurumların tavrı nedeniyle başörtüsü yasakları AK Parti iktidarı döneminde de devam etti. Hatta ben doktora eğitimim için 2004 yılında yurt dışına gitmek zorunda kalmıştım. Fakat bu dönemde başörtüsü yasağı halen devam etmesine rağmen mağduriyetimizi dillendirmemizden pek hoşnut olunmazdı. 2002 seçimlerinde 361 AK Partili milletvekili Meclis’e girdiğinde başörtülü kadın arkadaşların danışman olarak burada çalışma imkanı var olmasına rağmen milletvekillerine başörtülü danışman çalıştırmama yönünde telkin yapıldığını ve bunun üzerine sadece Adıyaman milletvekili Ahmet Faruk Ünsal ve Lokman Ayva’nın başörtülü danışman ile çalıştığını biliyorum. Keza 2010 yılında yaptığımız İstişare toplantısında yaklaşan milletvekili seçimlerinde başörtülü aday göstermek gerektiğini ifade ettiğimde de bir tabuya dokunmuş, “düşünülemez” bir konuyu dile getirdiğimi hissetmiştim. Hatta bu süreçte başörtülü aday gösterilmesi için çok küçük bir grubun yaptığı “başörtülü aday yoksa oy da yok” kampanyası çok şiddetli tepkiye yol açmıştır. Bu tecrübeler ışığında gerek siyasetçilerin gerek AK Parti seçmeninin konuya “hak” konsepti ile yaklaşmadıkları çok bariz bir şekilde ortaya çıkmıştı. Aynı hak ihlalleri devam ederken aynı meşruiyet zeminine dayanarak söz kurmak mümkün gözükmüyordu artık.

Bugünden geriye baktığımda iktidarın ilk on yılında çok kısıtlı alanda görülen başörtüsü serbestliği, çok ilginç bir şekilde genel özgürlükler alanı giderek daralırken genişlemiştir. Bunun çok çeşitli faktörler ile izahı mümkündür ama temel nokta konunun hak konseptinde görülmesinden ziyade “politik” gereklilikler ile sıkıca bağlı olmasıdır. Nitekim başörtüsü yasağını daha önce destekleyen siyasi grupların bu konularda hatalarını kabul etmelerine ve “helalleşme” çağrılarına AK Parti yöneticilerinin negatif tutum takınılması ancak konunun politik olarak görülmesi ile izah edilebilir.

AK Parti kurulurken 2000’li yıllarda Ortadoğu ile ilgili olarak çok yaygın kabul gören bir klişede ifadesini bulan problemleri aşabileceği yönünde bir beklentim söz konusuydu. Bu klişe, bugün AK Parti seçmenini irkiltebilir ama 2000’li yılları düşündüğümüzde benim de içinde bulunduğum kesim tarafından gayet rahatlıkla kabul edildiğini hatırlıyorum: “Ortadoğu’da tek demokrasi İsrail’dir, bir diğer demokratik ülke olan Türkiye, İslam ve Kürtlerle problemli ilişkileri nedeniyle tam demokrasi sayılmaz”. Yukarıda başörtüsü yasağı ile ilgili anlattıklarım bu klişenin birinci kısmını oluşturuyor. Bu yüzden gerek kurucusu olarak ben gerekse de bu partinin dışında bazen seçmen bazen de başka partinin seçmeni bile olsalar zaman zaman idarenin çok sert şiddetini gören Kürt arkadaşlar, Türkiye’nin bu ikinci sorununu da halledebileceğini düşündük. Biri gizli diğeri bir ölçüde açık iki barış süreci oldu ama maalesef barış süreçleri önce donduruldu sonra sonlandırıldı.

Nitekim kurucusu olduğum partiden ihraç edilişim de barış sürecinin bitmesi ile Kürt şehirlerinin şiddetli bir şekilde tahrip edildiği ortamda, benim gibi bu olanlara itiraz eden Barış Akademisyenlerinin “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza atma nedeniyle olmuştur. Neticede Türkiye’nin 3.büyük partisinin “terör”le eşitlenmesi, 10 milyon civarında seçmenin seçme ve seçilme hakkının iptal edilmesi anlamına gelen kayyımlarla idare, bu konuda bırakın sorunları çözmek için ileri adımlar atmayı asgari hakların tanınmasından bile uzak bir yerlere savrulmayı getirdi.

7 Haziran 2015 seçimleri sonucunda AK Parti’nin hükümet kuramaması, Başkanlık Sistemi için bir zamanlar “ya bir özentidir ya da emperyalist bir politikadır” diyerek çok güçlü bir şekilde karşı çıkan Tayyip Erdoğan tarafından 2017 yılında yapılan referandum sonrasında Türkiye, en azından çok partili hayata geçtikten sonra, daha önce görülmeyen şekilde gücün merkezileşmesine şahit oldu. Sağ siyasetçilerin hep itiraz edegeldikleri pek çok statüko karşıtı uygulama bizzat AK Parti tarafından yeniden yasallaştı ya da uygulamaya kondu: Cumhurbaşkanının partili olması, AK Parti il başkanlarının valilere yönlendirme yapması gibi...

Ayrıca Susurluk Kazası’na çok benzer etkileri olan Sedat Peker ve Mehmet Eymür gibi kişilerin son dönemde itiraf, ifşa ve değerlendirilmeleri ile mafya, medya ve siyasetin nasıl kirli ve karanlık, hukuksuz işler içine girdiğinin her gün önümüze serildiği bu ortamda AK Parti tecrübesi için ancak büyük bir “hayal kırıklığı” diyebilirim.

*Adalet ve Kalkınma Partisi kurucu üyesi, eski genel başkan yardımcısı, siyaset bilimci ve insan hakları savunucusu.