MHP ile AKP’nin maceralı birlikteliği

Cumhur İttifakı, ucube bir sistem eşliğinde iktidarı sağlama alırken, bütün siyasi yeteneğini bedel olarak masaya bıraktı. Belki de bilerek feda etti. Bunun ilk kurbanı da AKP oldu.

Google Haberlere Abone ol

Kemal Can*

AKP, 21. kuruluş yıldönümünü, Türkiye ise yakın dönem siyasi tarihinin en uzun süren siyasi parantezini idrak ediyor. Çok partili hayata geçildiğinden itibaren, hiçbir parti bu uzunlukta iktidar şansı yakalamadı; herhangi bir lider bu kadar uzun süre tek başına tepede oturmadı. Dolayısıyla, 20 yılı iktidarda geçen 21 yılın en belirleyici vasfı, kendini devam ittirme kabiliyeti, azmi, inadı, zorlaması ve alabildiği şaşırtıcı sonuç olmalı. İktidar için oluşturulmuş bir parti, 12 Eylül’ün aradığı ve bulamadığı “siyasi istikrar” arayışının gecikmiş formülü AKP, ana gayesini hakkıyla yerine getirdi diyebiliriz. Sadece iktidarda kalmadı; iktidarı, devleti, siyaseti ve toplumu şekillendirdi, kısmen dönüştürdü. Bu uzun parantezin Türkiye’ye ne yaptığı hakkında söylenecek, söylenmesi gereken çok şey var. Muhtemelen bazı hasarlar, sonraki yirmi yılda bile giderilemeyecek. Bazıları henüz tam tespit edilmiş dahi değil. AKP’nin gelecek sene iktidarda bir doğum günü daha kutlayıp kutlayamayacağına ilişkin tartışma ise hala sürüyor. 

İktidar olmak ve iktidarda kalmak için kurulmuş AKP (aslında Erdoğan), 21 yıl içinde çok kaba olarak üç strateji ve bu stratejilere bağlı çok oynak ittifak politikaları yürüttü. Bunların birincisi, büyük bir beklenti üretmiş AB politikasının rüzgarını -ekonomik ve siyasi krizin çözümü vaadiyle- arkasına almaktı. Kemal Derviş tarafından uygulamaya konulan ekonomik program ve AB fasılları sayesinde ciddi sıkıntılar yaşamadığı liberallerle ve elitlerle (güç merkezleriyle) ittifak böyle gerçekleşti. Dünyadaki -her açıdan- elverişli iklim, genel beklentileri tatmin ederek AKP’nin lehine çalıştı. İkinci evrede, AKP karşıtlığını –veya hizaya sokma niyetini- gayrinizami siyaset yöntemleriyle uygulamak isteyenlere karşı başlatılan, iktidarda tutunma stratejisi devreye girdi. Kimi lütuf, kimi kurgu, kimi aymazlık mahsulü, gerçek ve yapay gerilimler iktidar açısından kaldıraç olarak kullanıldı. Cumhurbaşkanlığı krizi, E-muhtıra, kapatma davası gibi gelişmeler, bu dönemin rotasını çizdi. Yükselme atağı alarak başlayan süreç, riskleri de beraberinde getirdi: 2008 krizi, Arap Baharı ve Gezi. Bu sürecin saldırgan ortağı Fetullah Gülen, dönem finalinde kullanışlı baş düşman oldu.

AKP iktidarının üçüncü dönemini, 2015 yılında iktidarı fiilen kaybettiği 7 Haziran seçimleriyle başlatmak mümkün. Bir uzatma sayılabilecek bu süreç, kaybedilen iktidarı “devleti hükümete ortak ederek” geri almak ve yeni ittifak sayesinde “devlete sıkı sıkı yapışma” olarak tarif edilebilir. İktidara gelme, tutunma ve yapışma şeklinde ilerleyen üç dönemden bahsediyoruz. Her dönemin, AKP’nin dışından gelen ve onun rotasını büyük ölçüde belirleyen desteklerle şekillendiğini görmek zor değil. Her dönemde, “dışarıdan” temin ettiği bir çekici (veya itici) ile gücünü takviye ettiğini, ana gövdesini de bu takviye yönünde hareket ettirebildiğini gördük. Dümen Erdoğan’ın elinde olsa bile, çeken ve itenlerin yolunda ilerledi, “beni kullanın” sözünün hep hakkını verdi. Yolculuğun ve dizginleri tutmaya devam etmenin sihirli formülü buydu. İktidarın son dönemine damgasını vuran MHP’li ittifakı da hep söylendiği gibi, Bahçeli’nin etkisini giderek artırdığı veya Erdoğan’ı rehin aldığı biçimde gelişmedi.

Devlet Bahçeli, Haziran 2015 seçiminin ertesi günü yaptığı açıklamayla AKP iktidarının ve memleketin yedi yıldır devam edecek rotasını çizdi. Henüz gücünü olmasa bile tek başına iktidar lüksünü kaybetmiş AKP’nin, tek ve yegane amacı iktidarını uzatacak destek beklenmedik bir yerden geliyordu. İlk dönemde Batı başkentlerinde açılan yüksek kredinin peşini süren liberallerle veya devlete yerleşmede son hamle olan “vesayet savaşına” ortak arayan cemaatle ittifak, bu kadar şaşırtıcı bulunmamıştı. Henüz "Allah’ın lütfu" 15 Temmuz çivisiyle sağlamlaşacak bir ortaklık tesis olmamıştı ama muhalefetin “yüzde 40- yüzde 60” hesabının doğru olmadığını beyan eden Bahçeli, açılanın bir kredi değil, bir kapı olduğunu ilk anda göstermişti. Kronolojiye –hep yapılan yanlış sıralamadan kurtularak- bakarsak, daha seçimden önce açılım/çözüm masasına vurulan tekme, yeni ittifakın ağırlık merkezinin neresi olacağını açıkça gösteriyordu. Olağanüstülüğü geri çağıran sertlik günleri ve peşinden gelen 15 Temmuz, çok özel imkanların kapısını ve AKP ile MHP’nin ortaklık defterini sonuna kadar açtı.

2003'te yapılan parti kongresinde Bahçeli şöyle diyordu: “Türkiye içerde ve dışarıda büyük bir kuşatma altına alınmıştır. Milli kimliğimizi ve milli varlığımızı tehdit eden bir saldırı başlatılmıştır. (...) Bu tehlikeli gidişe dur demek ve topyekun bir milli seferberlik başlatmak, Türkiye ve Türk milliyetçileri için kutsal bir görevdir." AKP iktidarının ilk yıllarında, ona karşı direnmenin milliyetçiler için bir görev olduğunu söyleyen Bahçeli, 15 yıl sonra 2018’de başka bir kongrede,  bu kez AKP iktidarını desteklemenin milliyetçiler için kaçınılamaz bir görev olacağını söyledi. "Çok ciddi bir beka sorununa" işaret eden bu iki konuşma arasında cereyan edenler, AKP dönemindeki MHP'nin ve milliyetçiliğin hikayesini, üstlendiği rolü ve siyasi pozisyonu çerçeveliyor. Değişmeyen beka davasının daimi sahibi rolünü üstlenen Bahçeli’nin, çeşitli aktörlerin bu davayla ilişkisini belirleme kararlılığını gösteriyor. Bahçeli, Erdoğan’a sadece aritmetik bir katkı sunmuyor, zaman zaman eşiğinde kaldığı, bazen tehlikeli ortaklar eliyle nüfuz etmeye çalıştığı devletin kapılarını açıyordu.

MHP ile AKP’nin ortaklığı, fiilen kuruluşundan (2017 referandumu ve 2018 seçimi) önce bağıtlanmış bir sözleşmeye dayandırılabilir. Belki 2012 MİT krizinden hemen sonra pişirilmeye başlanmıştı. Şaşkınlık ve hayret uyandırmasının arkasında, özellikle AKP’nin ilk döneminde MHP ve Bahçeli’nin yürüttüğü sert muhalefet ve geri alınması zor görünen sözler vardı. Ancak sonraki yıllarda söylenmiş sözün bir kıymeti, dönülmüş yolun bir bedeli olmadığı anlaşıldı. Bu ortaklığın pek sağlam olmayacağına inancı besleyen bir başka gerekçe ise İslamcı ve milliyetçi siyasetin kadim rekabetiydi. Fakat Necip Fazıl’ın hülyası olan milliyetçi-mukaddesatçı çoğunluğun ezici iradesi, girilen kutuplaştırma yolunun kuvvetli yapıştırıcısı yapılmaya çalışıldı. Son olarak, özellikle muhalefet çevrelerinde –kendi hayal kırıklıklarını bastırmak için- bu işbirliğini fazla yüzeysel gerekçelerle (hatta komplolarla) açıklanmaya çalışılması, başladığı gibi her an sürprizli bir final beklentisi, meseleyi hakkıyla ele almaya engeldi. “Koltuk değneği” açıklaması, AKP ile MHP birlikteliğinin çok kolay bozulacak zayıf ve geçici bir ittifak olduğu fikrini bir hüsnü kuruntu olarak canlı tutuyordu.

Beklendiği gibi olmadı, neredeyse her yıl tekrarlanan çatlak iddiaları sonuç vermedi. İktidar ittifakı, Bahçeli’ye “Biz de artık gericiyiz” dedirten, Erdoğan’a daha önce ayaklar altına aldığı milliyetçiliği baş tacı yaptıran bir yolculuğa dönüştü. Çünkü ideolojik mayası popülizmle güçlendirilmiş, birbirine ihtiyacı her aşamada artan tarafların zorunlu birlikteliği simbiyoza dönüştü. Gerilim başlangıçtan itibaren hep vardı ama iktidar olmanın ve fikrini iktidarda tutmanın daha iyi formülü de yoktu. Ortalama sağ fikriyatın, senelerdir hikaye ettiği, özel bir tarih anlatısı kurduğu iç ve dış düşmanlar, halka yabancı elitler söylemi, tabanları yan yana tutarken biraz da zemini yeniden şekillendirdi. Ancak iktidarı uzatmanın bu formülü, destek bulduğu geniş kalabalıklara siyasi cevap üretebilmenin ve onlarla ilişki kurabilmenin en büyük engeli haline geldi. Cumhur İttifakı, ucube bir sistem eşliğinde iktidarı sağlama alırken, bütün siyasi yeteneğini bedel olarak masaya bıraktı. Belki de bilerek feda etti. Bunun ilk kurbanı da, bir parti olarak sahneden çekilen AKP oldu. İddia edildiği gibi AKP ve MHP ittifakı, birbirlerinin tabanlarında yarattıkları alerji veya toksik etki yüzünden ve sadece konjonktürün azizliğinden dolayı değil, kolay iktidar formülünün uyuşturucu etkisi yüzünden erimeye başladı. İktidarı koruyan reçete, ortakları güçten düşüren zehre dönüştü. Şimdi aynı reçeteyle ve daha yüksek dozla yeniden bir uzatmanın peşindeler.

*Gazeteci, yazar.