YAZARLAR

Manipülatif yasa teklifiyle manipülasyonu önleme

Kimilerini susturarak, kendi yaydığı bilgiyi yanlışlama olanağını ortadan kaldırmak istiyor böylelikle. İnternet ve sosyal medyada sadece yarı resmi iktidar sözcüleri at koşturabilsin isteniyor. Sadece yasak, kısıt, susturma tek akla gelen. Geçmişten ders alınmamış hiç.

İktidar, kapalı kapılar ardında yaptığı yasal değişikliklerle, topluma ve özellikle kendi seçmen kitlesine yönelik aldatmaca peşinde. Kadına yönelik şiddetle mücadele alanında yapılan değişiklikler bilinçli, seçili bir davranış olarak ilan edilenin tam tersi sonuç verecek yasa yapma politikasının ürünü. Şiddet yasası etkin uygulanmadığı için yükselen eril şiddetin toplumda ve tabii ki kendi seçmen kitlesinde yarattığı infiali yatıştırmak için hemen bir teklif hazırlamaya giriştiler. Eldeki yasa yeterliydi ancak var olanı kullanmak yerine değişiklik getirmeyi tercih ettiler. Örneğin kamuoyu vicdanını en çok yaralayan pişmanlık indiriminin yanlış uygulanmasıydı ve toplumsal tepkinin daha fazla yükselmesini, gerçeklerin daha çok konuşulur, görünür olmasını önlemek için acele “pişmanlık indirimini kaldıracağız” iddiasıyla yola çıktılar. Ve bunun kadına yönelik şiddetle mücadeleyi engelleyen en büyük etkenlerden “cezasızlık” sorununu çözeceği bilgisi pompalandı topluma. Oysa hukukun önemli bir parçası olan pişmanlık indirimi değildi sorun olan. Sorun pişmanlık indiriminin mahkemelerde “erkeklik indirimi” olarak uygulanmasıydı.

Yargıda toplumsal cinsiyet bilinci olmadığı için karşımıza çıkan erkeklik indirimi ancak eşitlik ilkesinin kabulüyle önlenebilirdi. İktidarın çekirdek kadrosu ve buna en yakın halka yani kapalı devre usulü yasa teklifi hazırlayanlar eşitlik karşıtı. Hal böyle olunca pişmanlık indirimini otomatik uygulama mecburiyeti dayatan bir yasa maddesi çıktı karşımıza. Teklifi hazırlayanların bu riski görmemesi mümkün değil. Başka bir söyleyişle yasa yapıcılar tarafından kadınlara ve çocuklara yönelik eril şiddetle mücadelede cezasızlık risk olarak görülmedi. Eril şiddet önlenmek yerine otomatik indirimle teşvik edildi. Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren son değişiklikler hakkında topluma duyurulan ile gerçekte yapılanın birbirinin tam zıttı olduğunu gösteren tek bir örnek bu indirim meselesi. Israrlı takip suçu da keza aynı şekilde sonuçlandı. “Suç olacak” beyanatları verilerek toplumun gözü boyandı. Cezalar ihdas edildi. Fakat getirilen cezaların yatarı yok. Üstelik teklifin yürürlüğe girdiği günlerde eril şiddet faillerini de kapsayan Covid izinleri, tek seferde bir yıldan fazla süreyle uzatıldı.

Topluma cezasız kalmayacak diyen iktidarın bu gerçeği görmediği düşünülebilir mi? Kamuoyuna sunulan bilgi ile çıkarılan yasa arasındaki zıtlık manipülasyon değilse nedir? Toplumun gözünü boyamaktan öte hakikati toplumun gözünden kaçırma taktikleri bunlar. Neyi kaçırıyorlar toplumun gözünden? Eşitlik ilkesini. Ve yeni değişiklikle, eşitlik ilkesini içeren şiddet yasasını uygulamadıklarını, uygulamayacaklarını ilan etmiş oluyorlar aslında bu gözden kaçırma taktikleri ile.

Ve şimdi aynı iktidarın aynı dar kadrosu manipülasyonla ve dezenformasyonla mücadele etmek iddiasıyla yeni bir teklif hazırladı. Bu defa konu sosyal medya ve internet basını. Yani haber alma hakkımız. Bilgi edinme hakkımız. Düşünce özgürlüğümüz ve düşüncelerimizi ifade etme hakkımız. Uzun süredir hazırlıkları yürütülen Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi TBMM’ye sunuldu. Manipülasyonu, kadına yönelik şiddetle mücadele alanında seçili politika olarak uygulayanların, manipülasyonla mücadele için hazırladığı teklif sadece manipülatif düzenlemeler içerir. Çok iyi bildiğim bir alandan örnekle fazla bilmediğim bir alana ilişkin yasa teklifine yönelik ilk yorumum böyle maalesef. Çünkü halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma işini şiddetle mücadele teklifini anlatırken bizzat iktidar yaptı. Aynı iktidar, yeni yasa teklifiyle “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu” ihdas ediyor.

Çok değil tek bilinmeyenli bir denklemle karşı karşıyayız. Bilinenlerden yola çıkarak bilinmeyeni bulmak zor değil. Şiddetle mücadele için hazırlanan teklifte iktidar söylemi ile yasal gerçeklik arasındaki farkı hatırda tutalım. Sosyal Medyaya yönelik iktidar ön yargılarıyla birleştirelim bu bilgiyi. Üzerine basın ilan kurumunun konvansiyonel medya için özellikle yerelde hayati teşvik/tehdit konumunu ekleyelim. Kısaca patronaj diyerek büyük medya ve devlet ihaleleri ilişkisine bir çentik atalım. İnternet basını ve sosyal medyanın kamu gücü ile denetlenemeyen özellikleri çıkar karşımıza. İktidarın yargısı, jet hızıyla yayın yasağı aldığı halde orada iktidarın kontrol edemediği bir alan kaldığını biliyoruz. Susturamadıklarını susturmak için suç ihdas etti diyebiliriz iktidar için söz konusu teklif bağlamında. Kimilerini susturarak, kendi yaydığı bilgiyi yanlışlama olanağını ortadan kaldırmak istiyor böylelikle. İnternet ve sosyal medyada sadece yarı resmi iktidar sözcüleri at koşturabilsin isteniyor.

Bilgi kirliliği bugün bütün dünyanın derdi. Post-truth çağının nimetlerinden sınırsızca yararlanmayı tercih eden iktidar, olguları değil algıları yönetme işiyle meşgulken tüm dünya için sorun olan dezenformasyona karşı mücadele eder görünürken kuşkusuz öncelediği şey en yakın seçime ilişkin oy hesabı olur. Nitekim teklifin bütünü iktidarın seçim kaygısını açıkça ortaya koyuyor. Yasaklarla ve cezalarla yüklü zira bu teklif halkın bilgi edinme hakkını gözetmiyor. Medya ve sosyal medyayı düşünce ve ifade özgürlüğünün aygıtları olarak da görmüyor. Yalan yanlış bilgiyi ortadan kaldırmaktan söz ederken bilgi kaynaklarının çeşitliliğine olan ihtiyacı hiç görmüyor. Bilgi kirliliğine karşı insanları ve kurumları susturarak değil tersine bilgi kaynaklarının çeşitlenmesi ile mücadele edilebileceğine dair hiçbir ifade yok teklifte. Sadece yasak, kısıt, susturma tek akla gelen. Oysa halkın bilgi edinme hakkını kullanabilmesi doğrudan yönetenlerin yerine getirmesi gereken bir sorumluluk. Açıklık politikası izlenmeli. Ancak buna dair teklifte hiçbir şey yok. Gazetecilerin gazetecilik yapması, yazarların ve yorumcuların analizleri ortadan kaldırılırsa, sosyal medya kullanıcıların gözü cezalarla korkutulursa ortada (mealen kendilerinden başka) dezenformasyon ve manipülasyon (yapan) kalmaması için hazırlanmış bir teklif. Geçmişten ders alınmamış hiç. Hiçbir iktidarın güneşi sıvayacak kadar balçık bulamadığını, hiçbir gücün hakikati sonsuza kadar saklamaya yetmediğini yazmıyor anlaşılan okudukları tarih.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.