-Tu Kurd î / -Na, ez Tirk im

Dengbêj kimdir? Kilam nedir? Diwanxane neresidir? Bilgisizliğim o kadar turistik ki! Merakım ise; o kadar mülteci. Sabah gidip akşama kadar oturuyorum diwanxanede, sessizliğimin cızırtısı kilamlara eşlik eden çay kaşığı sesiyle kanon.

Google Haberlere Abone ol

Duygu Çelik*

İlk kez Diyarbakır Dengbêjevinin kapı eşiğinden geçip avlusuna girdiğimde 2012 yılıydı. Elimde cızırtılı ses kaydı yapan rengi solmuş bir mp3. Benim de, dengbêjlik geleneğine yabancılığımdan, sesim cızırtılı çıkıyor o zamanlar. Dengbêj kimdir? Kilam nedir? Diwanxane neresidir? Bilgisizliğim o kadar turistik ki! Merakım ise; o kadar mülteci. Sabah gidip akşama kadar oturuyorum diwanxanede, sessizliğimin cızırtısı kilamlara eşlik eden çay kaşığı sesiyle kanon. İlk zamanların çekingenliğinde “Turist değilim ben!” iç sesimi “Turistsin sen!” tavırlarım bastırıyor. İç sesim, tavırlarımın “öteki”si, boyun eğiyor. İsyan etmesi epey zaman alıyor. Hani bir restorana girince;

-Ne getireyim?

-Her zamankinden!

diyebilme rahatlığı vardır ya; iç sesimin dengbêjevinde bu rahatlığı tavırlarıma kendini kabul ettirmesi yıllar alıyor. Oysaki dengbêjler “Ne anlatayım?” diye sormazlar; “Her zamankinden” anlatırlar. “Her zamanki” öyle bir bellektir ki; anlatılan her ne ise sanki “her zamanki”dir. Yoksa neden 22.11.2015 tarihinde günlüğüme şu satırları yazayım:

“...dengbêj evine gittim. Yaklaşık 45 dakikalık bir ses kaydı aldım. Bir kilamda herkes çok duygulandı. Havînler, nidalar o kadar yoğunlaştı ki. Hatta konuklardan biri oturduğu yerden kalkarak yere çömeldi. Ellerini yüzüne dayadı ve öyle dinledi. Kilam bitince de "zor spas!" diyerek divandan ayrıldı. O an hiçbirimiz turist değildik. Şu an dengbêjlik öldü diyenler düşünmeli(yiz).”

“Turist değilim ben!” olmak; dengbêjlerle avluda yere çömelip güneşlenmekten, çay eşliğinde sohbet etmekten sonra olur. Avluya çıkan kapının eşiğini ancak o zaman takılmadan geçersin. Peki avludan çıkmak? Dengbêjlerle Dağkapı meydanına yürürken seslerinin hikayesi olan kayıplarını dinleyince asıl eşiğin başka bir avluya çıktığını anlarsın.

O avluda kimse konuşmaz. Ses yok! Sadece görüntüler var: “Her zamankinden!”. O avluda ölüler var, kayıplar var… Cumartesiler var, ertesi yok… Çocuklar var, yüzleri yok… Fişi çekilmiş buzdolabı, bırakılmamış makam koltukları... “Söyleyecek birşey kalmadı” sessizliği var... O avluda dengbêj Salih Şırnaxi’nin, dengbêj Gazin’in yası var. Seyitxan amca senin burada ne işin var?

22.11.2015, Seyitxan amca avludaki divanda dinlenirken yanına oturuyorum. Alışkınım yanında sessizce oturmaya. Bana dönüp birden:

"Tu Kurd î" diyor. Ben bunu soru olarak anlıyorum ve henüz öğrenmeye başladığım Kürtçemle;

"Na, ez Tirk im" diyorum.

"Na, tu Kurd î." "Okuya okuya dilin Türkçe olmuş" diyor. Türkçe bir mani okuyor bana.

Gülümsemem ne dediğini anlamamdan önce yüzüme yerleşiyor. Bugün sırtlıyorum bu anıyı, avludan çıkıyorum. Dağkapı meydanına doğru iz sürerek yalnız yürüyorum. Henüz geçmiş Seyitxan amca, “Telî” kilamı duyuluyor sanki. Sesin peşine düşüyorum. Yaklaştığımı sandıkça ses azalıyor. Öyle bir sessizlik basıyor ki; anlıyorum ki o avlunun eşiğindeyim. Seyitxan amcanın o bülbül sesiyle o avlunun sessizliğini çoğaltması haksızlık değil mi? Duyar mısın şimdi bilmiyorum ama;

-Erê, Bilbilê Amedê Xalê Seyitxan, ez Kurd im.

* Dr., Munzur Üniversitesi, Sahne Sanatları Bölümü