Marina Abramović’in çığlıkları

Sakıp Sabancı Müzesi, 31 Ocak’ta açılan ve 26 Nisan 2020’ye kadar devam eden Marina Abramović sergisi ile performans sanatının Türkiye’de anlaşılmasını sağlamayı hedefliyor. 74 yaşına gelen Marina Abramović, halen performans üretmeye devam edebilen nadir isimlerden biri.

Google Haberlere Abone ol

Bir insan, tam karşınızda, bilinci tamamen açık şekilde kendisine zarar verecek bir aksiyonda bulunuyorsa ne yaparsınız? Bu kişi bu aksiyonu bir ‘sanat ortamında’ gerçekleştiriyor diye bunu ‘sanat’ olarak kabul etmeniz gerekir mi? Yoksa bu kişinin kendine zarar vermesine engel olmak için onu alıp bir psikiyatri kliniğine yatırıp gırtlağından aşağı serotonin hapları boca etmeniz mi gerekir?

Peter Weiermair, “Çağdaş Sanatta Kan Üzerine Düşünceler” adlı makalesinde, performans sanatçılarının kendilerini yaralamaya varacak şekilde bedensel limitlerini zorlamaları konusunda şunları söylüyordu: “İlk performans sanatçılarının nesli için asıl önemli olan eylemlerinin arındırıcı [cathartic] etkisiydi, bunlar seyircilerinin karşısına en alışılmadık pozisyonlarda ve kendi kendilerini yaralayarak çıktılar; bu nesil için savaş deneyimi henüz tazeliğini koruyordu, bir yandan da Vietnam Savaşı devam ediyordu.”

Performans kavramının daha geniş kitleler tarafından anlaşılmasını sağlayan olayın Yoko Ono ile John Lennon’ın 1969’da Vietnam Savaşı’nı protesto için ürettikleri savaş karşıtı performansları olduğunu söyleyebiliriz. Marina Abramović gibi kadın sanatçılar içinse başlangıçta performans yapmanın amacı kadına şiddete dikkat çekmekti. Valie Export, Marina Abramović ve Gina Pane, özellikle de Ana Mendieta ve E. Krystufek gibi pek çok kadın sanatçı, seyirci karşısında gerçek yaralarından gerçek kan akan performanslar gerçekleştirdi. Genç yaşta ölen Gina Pane kendi yüzüne zarar vererek performans yapıyordu. Marina Abramović, 1975’te Innsbruck’taki Galerie Krinzinger’de gerçekleştirdiği “Lips of Thomas” (Thomas’ın Dudakları) performansında yavaş yavaş bir kilo bal yedi, bir litre kırmızı şarap içti, kırık camlarla göbeği üzerine beş köşeli bir yıldız çizdi. Dördüncü bölümde uyuşana kadar kendini kamçıladı, ardından bir buz kalıbının üzerine yüzükoyun uzandı, bir izleyici onu kaldırana kadar yatmaya devam etti. Abramović’in bu performansı, izleyicilerden biri onu buzun üstünden kaldırdığında bitti, yani performansı sonlandıran kişi sanatçı değil, seyirciydi.

Erken dönem performanslarında, izleyicinin tahammül sınırlarını zorlayan Marina Abromović, izleyiciyi pasif konumundan çıkarıp harekete geçmek zorunda bırakmayı amaçlıyordu. Abromović’in performansını durdurarak, Erika Fischer-Lichte’nin deyimiyle ‘aktif’ hale gelen izleyici, performansın bir parçası olmasıyla artık bir ‘sanatçı’ya dönüşmüyor muydu?

“Lips of Thomas”, performans sanatının klasik estetik kurallarıyla açıklanmasının mümkün olmadığını savunan Erika Fischer-Lichte’nin “Performatif Estetik” adlı kitabının başlangıcında ayrıntısıyla irdelenir. Abramović’in “Lips of Thomas’ta bedenine zarar vermesine şahit olan izleyiciler, neden onu daha en başında, kendi bedenini cam kırığıyla çizme eylemine başladığı anda durdurmamıştır? İzleyici, bir sanatçının kendine zarar vermesini izlemekten neden zevk alır?

Hermann Nitsch’in bir performansı üzerine yazdığı makalesine Saatchi Gallery’nin sayfasında yer verilen Eugene Gorny, bu tarz performans sanatının neden dikkat çektiği konusunda çok basit ve çarpıcı bir yorum üretir: “Nitsch’in ve benzerlerinin sanatı, kendi içlerindeki şiddete ve şehvete dair farkındalık sahibi olmadıkları için bu dürtülerle hareket edenlere daima çekici gelecektir.”

'BENİM İŞİM SEYİRCİDİR'

Marina Abramović, tam olarak bu durumun farkındadır. Onun 50 yıllık kariyeri boyunca sahnelediği psikodramalarda seyircinin tepkisi aslında yapıtın kendisidir. Erken döneminde seyirciyi performansa müdahale etmeye zorlayan Abramović, “Artist is Present”ta seyirciyle karşılıklı sandalyelerde oturmak gibi daha az şiddet içeren bir yönteme geçti. Seyirci, en başta farkında olmasa da yine performansın merkezindeydi ama bu sefer sanatçı kendine gözle görülür şekilde zarar vermiyordu. 30 Ocak’ta Sakıp Sabancı Müzesi’nde gerçekleşen basın toplantısında 74 yaşındaki sanatçı, performansta seyircinin öneminden söz ederken şunları söyledi: “İzleyici röntgencidir (Public is voyeur)… Performans sanatı bir topluluk yaratmakla ilgilidir. Bir performansı izleyen ve buna katılan izleyici artık aynı kişi değildir. Performans bir saatte biten bir iş değildir. İzleyici galeriden çıkıp gitse bile o performansın deneyimini düşünmeye devam eder. Bir arkadaşına anlatır, onun arkadaşı da gelip izler. Böylece bir topluluk oluşur, bir sanat topluluğu. Bu topluluk, performans aracılığıyla ortak bir deneyim kazanmış olur. Benim işim seyircidir. (The public is my work.)”

Performans anından...

'PERFORMANS SANATÇISI ŞİMDİKİ ZAMANDA OLMALIDIR'

Marina Abramović, basın toplantısında yöneltilen sorulardan birini cevaplarken, 50 yıllık kariyerinde kendisinin de izleyici gibi, zihinsel bir dönüşümden geçtiğini, deneyimlerinden öğrendikleriyle performanslarının da değiştiğini vurguladı. “Rhythm 0’ı yapmamın üstünden 30 yıl geçtikten sonra ‘Artist is Present’ tamamen başka bir fikirdi. Performans sanatçısı izleyicinin ne hissedeceğini belirler. Rhytym 0’da izleyicinin ruh hali sıfır noktasındaydı. Bir izleyiciyle karşılıklı sandalyelerde oturmamızdan oluşan ‘Artist is Present’ta ise izleyicinin modu çok yüksekti” diyen sanatçı, en başından beri ürettiği tüm performanslarında izleyicinin katılımına önem verdiğini birden fazla kez vurguladı.

Gerçekten de bugün, performans sanatının başlangıç yıllarında etkin olan kadın sanatçılar, kendi bedenlerine zarar vermelerinin kadın hakları hareketine hiçbir faydasının olmadığını kavramış durumda gibiler, çünkü artık sanatçının kendisine açıkça fiziksel zarar vermesini içeren performanslara pek rastlamıyoruz. Marina Abramović, son dönemdeki performanslarında kendini yaralamaktan veya öldürülme ihtimalini göze aldığı cüretkar işlerinden vazgeçmiş olsa da yine bedensel sınırlarını zorlama metodundan vazgeçmedi. Şu sıra Sakıp Sabancı Müzesi’nde Abramović metodunu uygulamayı deneyen 16 sanatçı (dördü yabancı), tıpkı Abramović gibi günde 8 saat kesintisiz olarak performans sergilemeye çabalıyorlar. Serginin sonuna kadar dayanıp dayanamayacakları ise meçhul.

“Bu kadar uzun süren bir performans artık rol yapmak değildir, hayatın kendisi haline gelir” diyen Abramović, performans sanatçısının performansını yaptığı anda zihnini şimdiki zamanda tutması gerektiğini, aksi halde performansı tamamlamasının mümkün olamayacağını söylüyor.

'ÇAĞDAŞ SANAT İSTİYORSANIZ RİSKİ GÖZE ALMANIZ GEREKİR'

Sakıp Sabancı Müzesi’nin günde 8 saatlik performanslar sergileme riskini almasını takdir ettiğini belirten Abramović, “Sabancı Müzesi’ne ve ekibine böylesine bir serginin riskini aldıkları için teşekkür ederim. Çağdaş sanat istiyorsanız riski göze almanız gerekir. Türkiye’den 300 başvuru arasından seçtiğimiz 12 sanatçı, insanüstü bir çaba sarf ediyor. Müze mekanı böyle olmalı, sanatçıyla izleyicinin bir araya geldiği yer olmalı, bir laboratuvar olmalı” diyerek İstanbul’daki bu sergiyi bir ‘deney’ olarak tanımladı.

Gerçekten de günde 8 saat, sürekli aynı içeriği ya da aksiyonu tekrarlayarak performans üretmek, mitolojide ona verilen görevin asla bitmemesiyle lanetlenmiş olan Sisyphos’a uygulanan işkenceyi anımsatıyor. Nezahat Ekici’nin izleyiciyle diyalog kurarak sürdürdüğü performansı haricinde, diğer sanatçılar kesintisizce aynı aksiyonu yapmak zorundalar. Sergi tasarımı ise daha en başından sizi şoke etmeyi başarıyor. Sergide, “Lips of Thomas” gibi Abramović’in açıkça kendi bedenine zarar verdiği ya da Ulay ile yaptığı çıplak performanslarından örnekler yer almıyor (Bu eksikler ya otosansür ya da Türkiye’nin kamusal ahlakına uygun olma mecburiyetinden diye düşünebiliriz). Yine de serginin girişine karışlıklı yerleştirilen erken dönem performanslarından yükselen çığlıklar, bir sanatçının kendisiyle yüzleşmesi sürecinin ne kadar acı dolu olduğunu hissettirmeyi başarıyor. Sergiye girdiğinizde bir tımarhaneye adım atmış gibi hissediyorsunuz. Abramovic’in soğan yerken gözlerinden akan yaşlar ise yine Türkiye’de sergilenebilecek kadar düşük seviyede şiddet içeriyor.

Abramović’in bedensel limitlerini zorladığı performansları, sadece kendine zarar vermekten zevk almasıyla, yani mazoşistlikle açıklanamaz. Abramović, “İzleyici röntgencidir” (Public is voyeur) derken izleyicinin sadistliğinden söz ediyor ve performanslarında izleyiciyi bu sadistliğiyle yüzleşmeye ve bundan arınmaya davet ettiğini anlatmış oluyor. Bu noktada, Eugene Gorny’nin yorumu daha da geçerlilik kazanıyor: Abramović’in veya bir başka performans sanatçısının kendisine fiziksel ya da zihinsel olarak eziyet etmesini içeren bir performansını beğenmek ve bunu izlemekten zevk almak, izleyicinin kendi içindeki şiddet ile ne kadar yüzleşebildiğiyle doğru orantılı. Eğer kendi içinizdeki içgüdüsel şiddete ve şehvete dair farkındalık sahibi değilseniz, sizin bu dürtülerinizle yüzleşmenizi amaçlayan performansları izlemekten, içinizdeki sadizmin fazlalığı ölçüsünde zevk alırsınız. “Lips of Thomas”ı izlerken Abramović’in kendine zarar vermesini durdurmayanların durumu tam olarak buydu. İçlerinden sadece bir kişi, bir insanın kendine zarar vermesini izlemeye daha fazla tahammül edemeyecek kadar bilinç sahibiydi ve onu durdurma cesaretini gösterebildi.

SANATÇI YA DA İZLEYİCİ KENDİNİ FEDA ETMELİ Mİ?

Performans sanatında, sanatçının bir tür ‘feda eylemi’ gerçekleştiriyor olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zaten performatif estetikle ilgilenen herkes, İsa’nın insanlık adına kendini feda etmesinden yola çıkarak, performansların bu kutsal ‘kendini feda etme’ eylemine yaptığı göndermeden söz ederler.

Bu noktada, Marina Abromović’in ya da diğer feminist çağdaş sanatçıların ‘kendini yaralama’, ‘kendini feda etme’ konseptini içeren performansları, sanatçının, kendisinin de maruz kaldığı bir acıyı veya şiddet olayını topluma duyurmak adına sanat ürettiğinde, bunu kendine zarar vererek bile yapmış olsa, uzun vadede toplumsal bir fayda üretmiş olur. Çağdaş sanatın temel amacı budur: Sanatçının sanat üreterek topluma ayna tutması sayesinde, toplumun kendisiyle yüzleşmesini sağlamak ve toplumun sanatçının işaret ettiği soruna çözüm bulmaya çalışmasına aracı olmak. Bu açıdan performans sanatı, hem sanatçının kendisi hem de izleyici için bir ‘iyileşme’ (healing) yöntemidir. Bu ‘iyileşme’ sürecini hedefleyen en başarılı performans örnekleri ise elbette performanslarını bir şaman ayini gibi planlayan Joseph Beuys’unkilerdir.

İlerlemiş yaşına rağmen üretmekten vazgeçmeyen Abromović’in metotları ise çağdaş sanatın iyileştirici gücünü nasıl yakalayabileceğimiz konusunda önemli ipuçları sunuyor. İzleyicinin müze aracılığıyla sanat üreticisine dönüşmesini başarmak için Marina Abramović’in metodundan öğrenecek çok şeyimiz var. Vaktiniz olduğunda, Sakıp Sabancı Müzesi’ne gidip sergiyi gezdikten sonra en alttaki kata inip “Metot” bölümünde kendi performansınızı üretebilirsiniz.

Ben, “Metot” katındayken Abramović’in talep ettiği aksiyonu yapmak yerine o anda aklıma gelen bir fikri uygulayıp çok eğlendim.

Performans sanatına dair daha ayrıntılı okuma için:

  • Peter Weiermair (2003). “Çağdaş Sanatta Kan Üzerine Düşünceler”, Cogito, Sayı:37, İstanbul: YKY, çeviren: Melishan Devrim, sf. 243 – 249.
  • Erika Fischer-Lichte (2016), Performatif Estetik, İstanbul: Ayrıntı, çeviren Tufan Acil.