Elçin Orçun: İnsan içindeki iyiyi çıkarmak zorunda

R&B, Chill Trap, pop ve rap tarzlarını harmanlayarak bestelediği şarkılar ve kendine has yorumuyla profesyonel müzik kariyerine başlayan Elçin Orçun, Güven Gültekin’le kurdukları 'BEATEN FAME' adlı oluşumla da elektronik alt yapılı işler yapıyor. Elçin Orçun'la müzik serüvenini, Beaten Fame'i ve şarkılarında ele aldığı konuları konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Elçin Orçun farklı işler yapıyor. Özel bir sesi, kendine has tarzı var. Popüler alanda kendi adıyla çıkardığı albüm ve Birkan Nasuhoğlu ile çıkardıkları iki single dışında Güven Gültekin’le kurdukları 'BEATEN FAME' adlı oluşumla da elektronik alt yapılı parlak işler yapıyor. Performanslarında drum machine, pikap ve bazı effect&loop pedalları kullanan Güven Gültekin’le buluşmaları tesadüf değil. Elçin Orçun’un hip-hop, dubstep gibi bir çok farklı tarzlara duyduğu ilgiyi, kendi söylemiyle “içindeki rapçi kızı” yaşatıyor bu buluşma.

Elçin Orçun’un müzik serüveni 2011 yılında çıkardığı ve underground piyasada yayınlanan ilk çalışması Nihayet’le başlamıştı. Sonrasında, 2015 yılında ilk yasal albümü Pembe Bulut’u, geçtiğimiz aylarda da BEATEN FAME oluşumuyla Zinde adlı albümü çıkardı. İşin aslı, ister BEATEN FAME’le ister kendi adıyla çıkardığı çalışmalarla olsun, Elçin bize sürekli başka başka lezzetler sunuyor. O halde ona kulak verelim.

Elçin Orçun, Fotoğraf: Berkay Öktem

'BEATEN FAME DAHA ÖZGÜRCE DAVRANDIĞIM ŞARKILARDAN OLUŞUYOR'

Müzikte iki projen var; Biri kendi adınla çıkardığın çalışmaların, diğeri de Güven Gültekin’le kurduğunuz hip-hop, dubstep ve elektonik altyapıları olan BEATEN FAME oluşumu. Bunlar sound olarak farklı da olsa, örtüştüğü yerler de var. Elçin Orçun ikiye bölünmüş diyebilir miyiz? Yoksa tamamlanma arzusu mu bu?

Bölünmekten çok; her şeyi yerli yerine oturtmak istememle, tamamlanma arzumla ilgili. Sanırım biraz kendimden sıkılmıştım. Başkalarını bekleyerek çok fazla zamanım geçmişti. Bunu fark ettiğimde bazı kararlar aldım, BEATEN FAME böyle oluştu. Güven’le beraber yola çıkmak ve uyum içinde çalışmak bana iyi geldi. BEATEN FAME daha özgürce davrandığım ve özgürce yazdığım şarkılardan oluşuyor. İçimdeki rapçi kız orada hep yaşayabilir, istediği gibi davranıp istediğini söyler. Daha argo da olabilir. O nedenle, “Çok fazla insan beni dinler mi?” kaygısını taşımıyorum bu projede.

Daha sert bir sound bu…

Evet, solo çalışmalara göre bu proje daha sert. Bu iki projede de beni şaşırtan şeyler oldu. BEATEN FAME’i kesin çok sevecek dediğimiz insanlar sevemiyor. Mesela sizin de Elçin Orçun’u seveceğinizi düşünürdüm ama BEATEN FAME’i çok sevdiniz. Orada sanki gizli bir anlaşma var; ortak bir arzuyu, hayali de işaret ediyor olabilir buradaki söylem. Elçin’deyse yaşadıklarımı çok seviyorum. Daha bireysel duygular var orada.

Evet, Elçin’de geçmiş, hatıralar öne çıkıyor. BEATEN FAME ise geleceğin belirsizliğiyle beraber ‘an’ öne çıkıyor. Bugününü sev diyorsun ya bir şarkında, onun gibi…

Kendinle baş başa kaldığın, zevk aldığın, meşguliyetlerle uğraştığın an’ı kıymetli buluyorum. Bilinçli bir “an” o. Diğer tarafta da bugünlerde moda olan “aaanı yaşa” söyleminin boşluğu var. Sana kattığı hiçbir şey yok, aksine aldığı çok şey var. Bu sözün anlam kaybına uğratılarak hayata sürülmesi var. “Sen özelsin, buna değersin” gibi bir pazarlama stratejiyle ele alınıyor. Ama içimde en ufak umutsuzluk yok. Umutsuz olduğum insanlığın durumu. Aksiyon filmlerinde olur ya, bir adam gelir, tek başına savaşı kazanır. Az olmanın daha büyük şeyler yapabilmeye yol açtığını düşünüyorum. İnsanı amacına ulaştırmada daha kararlı ve güçlü kılıyor sanki.

'DOĞAYA AİT OLDUĞUMUZ DUYGUSUNU YOK ETTİRDİLER'

Şarkında insanın her şeyle bağının koptuğundan söz ediyorsun. Sanki dünya üzerinde insanlık için pek umut kalmamış gibi bir anlayış da çıkıyor buradan.

Bizden sonra gelenlerin galiba doğayla bir temasa ihtiyacı kalmayacak. Doğaya ait olduğumuz duygusunu yok ettirdiler. Teknolojinin bu kadar gelişmesi, insanın çalışma koşullarının çok ağır olması, kurulan yeni yaşam düzeni gibi birçok şey bizi biçimlendiriyor. Dolayısıyla bireyselliğin de öne çıktığı bir döneme girdik. Biraz buna vurgu var o şarkıda. Bundan geri dönüş nasıl olur bilmiyorum. Bir mucize belki de beklediğim.

Nasıl bir mucize bu?

İçimizdeki sese kulak vermek birçok şeyi değiştirebilir. Bu seste vicdan, adalet, sevgi gibi bir çok şey var. Benim beklentim, insanların içlerinde var olan sesi tekrar duyabilmelerini sağlayacak sessizliğe kavuşmaları.

'İNSANI MEKANİK BİR HALE GETİRMİŞLER'

Başta 'Kim Bilir' şarkısı olmak üzere birçok şarkında hayatla savaşma hali var. Bunu konuşalım mı?

İnsanların kendi dünyalarını yaratamamaları için her şeyi yapmışlar. Endüstri yapmışlar, bütün sanatsal uğraşları da bu endüstrinin içine sıkıştırmışlar. Birileri imkânları var diye bir şeyler yapıyor, biz de o imkânları olanları görebiliyoruz. Gördüğümüz şey de bizde bir aydınlık veya karanlık oluşturuyor. Aslında hiç kimsenin kendi tercihiyle görmek istediği güzel bir şey yok. Sunulan bir şey var. Bu, insanın gerçek mekanizmasını zamanında bozguna uğratmış. Organik halinden çıkartıp daha mekanik bir hale getirmişler insanı. Bunlar beni düşündürüyor.

'YEDİĞİMİZ YİYECEKLER DUYGULARIMIZI ÖLDÜRÜYOR'

Açlık tokluk meselesi de var şarkılarında. Açlık tokluk insanın her anlamdaki yoksulluğuna da dokunuyor galiba, değil mi?

Ahlaki olarak kabul edemeyeceğimiz birçok şeyin normalleştiği bir dönem bu. Çalıp çırpmak da var bunun içinde, entrika da, yalan da. Hırsız var diye bağıran neredeyse ayıplanacak duruma geldi. Hırsızlar değil, bağıranlar izole oluyor. Bu bir ahlaki yoksulluk belirtisi elbette. Karnımızı doyurmak için yediğimiz yiyecekler de bence bizim duygularımızı öldürüyor. Çünkü ne yediğimizi de bilmiyorum. Domates gerçekten domates mi, peynir peynir mi bilmiyorum. Karnın doyuyor belki ama duyguların doymuyor. Bu da yoksulluk. Yeme duygusundan vazgeçtiğimizde ruhumuzu doyuracağız belki de.

Bu sevgisizliği de doğuruyor, değil mi? 'Zinde' adlı albümde ana meselelerinden biri sevgisizlik. Bunun içinde iyilik kötülük meselesi de var…

Şarkıların o kadar sert olması bize dayatılan kavramlara, öğretilere gönderme. O kavramlarla yönetiliyoruz. Bunun içinde iyilik de var, kötülük de var. Ama neye göre iyi, kime göre kötü? Belki bu iyilik kötülük meselesinde belirleyici olan tek şey; sevgi. Sevebilen ve sevemeyen diye ayırmak gerek. Sevmeyen zaten hiçbir şeyi sevmiyor, insanı da, hayvanı da sevmiyor. Tüm bunlarla beraber ele alırsak, kimse çemberin dışında değil, herkes içinde aslında.

O çemberi konuşalım o zaman!

İyilik de kötülük de her ikisi de insanın içinde var. Bunu nasıl kontrol ettiğin veya hangisini tercih ettiğin önemli. Bu anlamda ya çemberin içindesin ya dışında söylemini kabul etmiyorum. Çünkü iyi de kötü de o çemberin içinde. Sadece o bizimle savaştığını zannediyor oysa kendi içinde bir savaş yok. Bütün dinlerde şeytan çıkarma var. Ama Budizm’de şeytan çağrılıyor; amaç iyiliğe davet etmek. İnsan içindeki iyiyi çıkarmak zorunda. Ancak bu şekilde kötüyü yenebilir.

İyileşmekten söz ediyorsun sanırım…

Öyle. İyiliğe giden çok yol var. Ben şartların bahanesine sığınılmasını doğru bulmuyorum. Kötülüğün bahanesi yok. Bu tercih!

'İNSANLAR DA BİRBİRİNE BAKARAK KARARIYOR'

Bu büyütülen bir şey mi? Yani kötülük veya sevgisizlik bir diğerine sıçrıyor mu?

Herkes birbirinin hayatını yaşamak istiyor. Kendi hayatından, kendinden memnun değil. Bir diğerine benzemek istiyor. Bu da sevgisizlik belirtisi. Sevgisizlik sirayet ediyor. Üzüm gibi insanlar da birbirine bakarak kararıyor.